×
KÜRESEL

ANALİZ

Batı ve İsrail Sorunu: Küresel Düzen Nasıl Çöker?

Batılı devletler, Gazze'ye yönelik hukuk ve insanlık dışı saldırılara büyük bir uyurgezerlikle yeşil ışık yakarken bir yandan uluslararası hukuk sisteminin meşruiyetini daha da yitirmesine, diğer yandan mevcut uluslararası düzenin çözülmesine katkı sunuyor.
MEVCUT KÜRESEL düzenin temelini oluşturan “uluslararası hukuk”un gerçek mahiyetini ve amacını uzun süredir gizleyen maske artık düşüyor. Filistinlilerin Gazze'den yardım çağrıları cevapsız kalırken, uğursuz gerçek artık inkar edilemez bir şekilde ortada: Uluslararası adalet çoğu zaman adaleti değil, merkezdeki ülkelerin çıkarlarını ilerletmek için bir araç olarak kullanılıyor.

Bu elbette, Avrupa'nın Afrika mücadelesinden ABD'nin Latin Amerika'ya yönelik son müdahalelerine kadar küresel sistemin, oradaki güç dengesinin ve işleyişin tarihini yüzeysel de olsa inceleyen herkes tarafından uzun zamandır biliniyordu.

Elbette, ilk bakışta uluslararası hukuk, barışı, insan haklarının evrensel olarak uygulanmasını, uluslar arasında işbirliğini ve adaleti teşvik eden asil bir kavram olarak duruyor. Ancak yüzeyin altındaki çizikler, küresel düzen içerisindeki hiyerarşik ve çifte standartlı geçmişin hayaletleriyle şekillenen farklı bir anlatı ortaya çıkarıyor.

Rusya'nın saldırganlığı karşısında Ukrayna halkını savunmak, iyileştirmek ve adaleti sağlamak için uluslararası hukuk nasıl şevkle kullanıldığına ve halen de kullanıldığına bir bakın. Şimdi bunu, mevcut küresel düzenin merkezinde duran Batı'nın İsrail'in Filistinlilere yönelik devam eden saldırısına verdiği yanıtta aynı yasa, norm ve ilkelerin yalnızca dipnotlara ve önerilere indirgenmesiyle karşılaştırın. Sonuç şu: ABD'nin önderlik ettiği Batı, açıkça ve yalnızca kendi gündemine uygun olduğunda uluslararası hukuka ve kurallara dayalı küresel düzene bağlılığı savunuyor.

Buraya nasıl gelindi?

1940'ların sonlarında, Avrupa devletlerinin yeni bir küresel düzen inşa mücadelesi vermesi ve Afrika'da ve ötesinde ulusal bağımsızlık hareketlerinin hız kazanmasıyla birlikte, kurallara dayalı yeni bir uluslararası düzen şekillenmeye başladı. Bu noktada insan hakları ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı gibi kavramlar kanunlaştırılmaya ve hukuki olarak kurumsallaştırılmaya başlandı. Birleşmiş Milletler'in oluşumu, Uluslararası Adalet Divanı ve BM Güvenlik Konseyi gibi organların kurulmasıyla, bu yeni kurallar dizisinin herkese (hem güçlü Batılı devletlere hem de onların (eski) sömürgelerine) eşit ve kalıcı bir şekilde uygulanacağı tezi geliştirildi. 

Ancak Batılı güçler, görünürde ulusal egemenlik ve insan hakları fikrini desteklerken, diğer ulusları kontrol etme, onlara müdahale etme ve onların kaynaklarından daha fazla faydalanma alışkanlıklarını sürdürdüler. Yeni inşa edilmiş bu “kurallara dayalı” düzeni, güç politikalarını ilerletmek, hakim kılmak ve rakiplerinin benzer çabalarını engellemek için kullanmaya başladılar. Uluslararası hukuk ve onu korumak için kurulan kurumlara ilişkin ilk deneme, 1950'lerin başında Uluslararası Adalet Divanı'nda açılan Anglo-İran Petrol Şirketi davasında gerçekleşti. Sonuçlar yeni düzeninin merkezindeki ülkelerin politikalarına hizmet etmeyince ABD ve İngiltere Ajax Operasyonunu başlattı. [Bu operasyon kapsamında ABD ve İngiltere İran’da mevcut rejimi devirmeye yönelik örtülü bir hareket yürüttü.]

Ayrıca ABD 20. yüzyılın ikinci yarısı boyunca demokratik olarak seçilmiş hükümetleri devirmek, bölgedeki milis grupları silahlandırmak ve kendi gündemine uygun otoriter yöneticileri desteklemek suretiyle Latin Amerika'da büyük hasara yol açtı. Gizli belgeleri Bill Clinton döneminde yayınlanan Condor Operasyonu'nda açıkça görüldüğü gibi, ABD uluslararası hukuku çiğneyen, ulusal egemenlik kavramına görmezden gelen ve milyonlarca insanın temel insan haklarını ihlal eden eylemleri nedeniyle herhangi bir yaptırımla karşılaşmadı.

Son günlerde “Demir Kılıç” Harekatı kapsamında devam eden Gazze kuşatması ve Batı dünyasının buna verdiği destek, uluslararası hukukun temelindeki çifte standardın son ve belki de en bariz örneği.

Onlarca yıldır yasadışı bir şekilde Filistin topraklarını işgal eden ve Filistinlileri apartheid'a maruz bırakan İsrail, şu anda yarısı çocuk olan iki milyondan fazla Filistinliyi Gazze'de topyekûn abluka altında tutuyor ve ayrım gözetmeden bombalıyor.

Uluslararası hukukun bu kadar bariz ihlali ve daha fazlasını yapma niyetinin beyan edilmesi karşısında, uluslararası toplumun Batılı liderleri ve kendilerini dünya çapında insan hakları savunucusu olarak görenler İsrail’i cesaretlendiren bir duruş sergiledi.

Batılı liderler, peş peşe İsrail'e yönelik sarsılmaz desteklerini açıkladılar.

Gelinen noktada mevcut küresel düzenin merkezindeki Batılı güçler artık “uluslararası hukukun” üstün olduğunu ve herkese eşit şekilde uygulandığını iddia edecek durumda değiller. Gazze'ye yönelik hukuk dışı ve insanlık dışı bir saldırıya büyük bir gaflet ve uyurgezerlikle yeşil ışık yakarken bir yandan uluslararası hukuk sisteminin meşruiyetini yitirmesine, diğer yandan da mevcut uluslararası düzenin çözülmesine katkı sunuyorlar. Artık uluslararası hukukun ve ona dayalı uluslararası düzenin, Batıdaki güçlü devletlerin çıkarlarına hizmet etmek için yaratılmış bir araç olduğu gerçeğini tüm dünyanın gözlerine sokuyorlar.

Filistin meselesi yalnızca işgale, apartheid'e ve katliama karşı bir mücadele olmaktan çıkıyor; küresel düzenin içine düştüğü kaba hiyerarşi, eşitsizlik ve emperyalizme karşı bir mücadele ve ayrışmaya dönüşüyor.

Yeni, adil ve eşitlikçi bir uluslararası düzene ihtiyacımız var ve dünya bu düzeni hak ediyor. Bugün insanlara cazip gelen şey, büyüklükleri veya jeopolitik önemleri ne olursa olsun, adalet, eşitlik ve tüm ulusların haklarına saygı ilkelerini kural olarak uygulayan ve bunu gerçekten destekleyen bir küresel düzen arayışı. [Bu aynı zamanda adaletin güce, insanlığın siyasete galip geldiği bir dünya demek.]


Bu yazı, 17 Ekim 2023 tarihinde Al-Jazeera’da “The mask is off: Gaza has exposed the hypocrisy of international law” başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak çevirilen metinde editoryal düzenleme yapılmıştır.