×
ALMANYA

ANALİZ

Almanya’da “Aşırı Sağa Hayır Yürüyüşleri” Ne Anlama Geliyor?

Almanya’da aşırı sağın en büyük siyasi temsilcisi Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD)'den bazı yetkililerin ülkede aşırı sağ örgütlerle gizli bir toplantıya katıldığının ortaya çıkması toplumda büyük bir infial yarattı.
ALMAN EYALETLERİNDE ve kimi Avrupa ülkelerinde aşırı sağ partiler toplumda gitgide daha fazla siyasi temsil ve karşılık buluyor. Buna karşın, son aylarda Alman toplumunun sessiz çoğunluğundan kimileri, bu aşırı sağa karşı kitlesel olarak protesto gösterilerine başladı. Almanya’da aşırı sağa karşı düzenlenen bu protestolar oldukça merak uyandırıyor.

Peki, orada neler oluyor?

“Hiç şimdiki gibi korkularım olmamıştı. Renkli bir toplum haline geldik. Demokrasinin birçok kazanımına sahibiz ve şimdi̇ bunların kesinlikle tehlikede olduğunu görüyorum. İnsani değerler kayıyor. Bu bana korku veriyor.” Bu yürüyüşlerde Brigitte Kasuba adlı bir gösterici Almanya’da artan aşırı sağa karşı duygularını bu şekilde dile getiriyor. 

Almanya’daki bu yürüyüşler önce Almanya, sonra Avrupa için bir değer olabilir mi? Siyasette yeni gelişmelere yol açabilir mi? Hangi saiklerle bu insanlar yürüyorlar? Bu soruların analizi kanımızca önemli.

Yürüyüşlerin fitilini ne ateşledi?

Almanya’da aşırı sağın en büyük siyasi temsilcisi Almanya İçin Alternatif Partisi’nden (AfD) bazı yetkililerin ülkede aşırı sağ örgütlerle gizli bir toplantıya katıldığının ortaya çıkması toplumda bir infial yarattı. 

Bu gizli toplantıda “sığınmacıların, ülkede kalma hakkı bulunan yabancıların ve Avrupa kültürünü benimsemeyen Alman vatandaşlarının sınır dışı edilmesini” öngören bir planın görüşüldüğü belirtiliyor. 

“Önce Almanya” gibi bir söylemle özdeşleşebilecek olan bu yabancı karşıtlığı, demokratik ve açık topluma inanan kesimleri aşırı sağa karşı kitlesel bir protestoya itti. Almanya’da daha önce de var olan aşırı sağa karşı protestolar bu kez kitlesel bir karşılık buldu ve birçok kentte 50 bini aşan sayılarda bir kalabalık protestolara katıldı. Ellerinde AfD karşıtı pankart ve dövizler taşıyan kişiler ülkenin dört bir yanında “Bir Daha Asla”, “Nefrete Karşı” ve “Demokrasiyi Savun” gibi sloganlar atarak yürüdü. “Her yerde insan düşmanlığına karşı”, “Tüm Berlin AfD’den nefret ediyor” ve “Hep birlikte faşizme karşı” sloganları atıldı; “Sessiz kalan onaylar!”, “Nazilere karşı”, “Bir daha asla, şimdi”, “Aşırı sağı seçmek Alternatif değildir” ve “Naziler dışarı” yazılı dövizler taşındı.  

Bu protestolarda Alternatif Partisi’nin kapatılmasına yönelik açık çağrılar dile getirildi. Bütün partilerin aralarındaki husumetleri sona erdirip AfD ve aşırı sağla mücadele etmeleri istendi.
 
Yürüyüşlerin Etkisi Ne Olur?

Yürüyüşlerin ilk etkisi şu şekilde kendini gösterdi: AfD bu toplantıyla bir bağının olmadığını (örgütsel ya da mali bir bağlantı), toplantıya katılan üyelerin de tamamen kişisel kararlar etrafında toplantıya ortak olduğunu beyan etti. AfD'nin eş liderlerinden Alice Weidel, toplantıya katılan bir danışmanıyla yollarını ayırdı.

Gösteriler ve protestolar, aşırı sağla mücadele konusunda hükümete ve adalet kurumlarına baskı uygulayarak ikinci bir konuda daha sonuç almayı başardı. Almanya Anayasa Mahkemesi, aşırı sağcı bir parti olan ve eski adıyla NDP olarak bilinen Die Heimat’ın devlet fonu almasını ve vergi indiriminden faydalanmasını yasakladı. Pek çok kişi bu durumun AfD için de uygulanması gerekliliğini vurguluyor ve bu sonucun bir model haline gelebileceğini savunuyor. 

Buna karşın, ortada başarı kadar bir başarısızlık da söz konusu: Die Heimat’a ilişkin dava, ikinci kez partiyi yasa dışı ilan etmekte başarısızlıkla sonuçlandı. 2017’deki ilk karar partinin yasaklanmayacak kadar küçük ve önemsiz olması nedeniyleydi. Ancak mahkeme, Die Heimat’ın aşırı ırkçı ve etno-milliyetçi tutumunun partiyi anayasaya aykırı ve antidemokratik hale getirdiğini kabul etti. Bu kararla birlikte, Alman Anayasasının baltalanma girişimlerini konu edinen bir partinin devlet desteğinden uzaklaştırılabilmesinin önünü açmış oldu. 

Belirtmek gerekirse; Almanya’da anayasal olarak bir partinin kapatılabilmesi için bireysel olarak parti üyelerinin ve milletvekillerinin değil, topyekûn partinin anti-demokratik ve anayasaya aykırı olduğunu kanıtlamak gerekiyor. 

AfD’nin toplumsal olarak büyük bir temsil tabanının olması, çeşitlilik arz eden parti yapısı ve liderlerinin hukukun doğru tarafında kalmaya özen göstermesi, herhangi bir kapatma girişimine konu olmamasının potansiyel gerekçelerini oluşturuyor. Bazı politikacılar, Heimat modelinde olduğu gibi AfD için de devlet finansmanının kesilmesi çağrısında bulunsalar da Heimat davasında, Parti anayasaya aykırı bulunduğu için bu karar çıkmıştı. AfD için böylesi bir karar çıkması için öncelikli olarak anayasaya aykırı bulunması gerekli; ancak bu zor – AB’de ve Avusturya’da kimi örnekler bunun imkânsız olmadığını söylese de. Kapatılmak yerine (% 22’lik bir temsile ulaşmış olan) AfD gibi sağ ve aşırı sağ partilerden – gerektiğinde hukuksal yargılamalarla ve takiple – terör faaliyetlerini ve aşırı sağ geçmişi kutsamaktan uzaklaşmaları bekleniyor.

Aşırı sağ ve Almanya’nın siyasi geleceğine ilişkin bir diğer önemli husus da Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri. Europe Elects’in 30 Kasım 2023’de yaptığı bir araştırma sonucuna göre, AP’deki aşırı sağ partiler – Kimlik ve Demokrasi (ID) ile Avrupalı Muhafazakarlar ve Reformistler (ECR) – mevcut koltuk sayılarını 127’den 170’e çıkartacak. Sağın ve aşırı sağcıların yükselişlerini AP’de siyasi temsile daha fazla yansıtmalarıyla Avrupa ve Almanya siyaseti, aşırı sağ bir evrene kayacak gibi görünüyor. İşte burada kırmızı bir alarm var!

Demokratik ve kitlesel karekterli bu protestolar, meydanlarda ve medyada yankılansa da Almanya’da aşırı sağın artan oyları durumun ciddiyetini gösteriyor.

AfD, sokaklardaki bu sessiz gücü görüyor, o sebeple parti yöneticilerinin hukuk alanında kalması ve demokratik kriterler etrafında hareket etmeye çalışması anlaşılır bir durum. Yoksa kapatılma ve devlet desteğinin kesilmesi gibi girişimler gelecek.

***
Almanya’da ikamet eden Sn. Caner Aver bu konuda tarafımıza şu düşünceleri iletti:

“Almanya’nın Postdam şehrinde, aralarında Nazilerin, CDU üyelerinin, AfD´lilerin yer aldığı ve göçmenlerin geri gönderilmesine yönelik gizli toplantı sonrası, Almanya´da aşırı sağa karşı son yıllarda hiç görülmemiş bir hareketlilik başladı. Bu toplumsal sağa kayma eğilimi, birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi Almanya´ya da sıçradı. Ancak kanımızca Almanya’nın tarihinden dolayı aşırı sağ hükümetin oluşması pek muhtemel görünmüyor, İtalya veya Hollanda´da olduğu gibi. 

Potsdam buluşması, bu tehlikeyi göz önüne sermesinden dolayı, toplumun büyük bir kesiminde, sağa kaymanın ülke refahını, demokrasiyi ve çok kültürlü toplum yapısını tehdit ettiğine ilişkin açık bir endişe uyandırdı. Bu sebeple haftalardan beri farklı toplumsal kesimler sağa karşı sokağa çıkıyor ve demokrasiye sahip çıkıyorlar; bunların arasında sendikalar, siyasi partiler, sivil toplu kuruluşları, çevre örgütleri, kişiler, yardım kuruluşları var. 

Bu hareket sessiz çoğunluğun artık sokağa çıkması ile büyüklüğünü göstermesine ve sağa kaymayı bir nebze – en azından sokakta – frenlemesine işaret ediyor. Ancak orta ve uzun vadede bu aşırı sağ karşıtı hareket, sadece yürüyüş yaparak değil, siyasi ve toplumsal faaliyetlere katılım göstererek ve sağa karşı var olan bloğu daha fazla güçlendirerek etkili olabilecek. 

Siyasi partiler arasında tartışmalar temelde bloklar halinde birbirine benzerlik gösteriyor; sağ politikaları genelde sağ seçmen destekliyor fakat ülkede aşırı sağa karşı bir hassasiyet de bulunuyor. Orta sol partilerde sağa karşı tutum, muhafazakâr CDU / CSU birlik partilerinde dikkatli bir eleştiriye yol açıyor. Bu partiler, her vatansevere Nazi damgası vurulmaması uyarısında bulunuyor. Diğer yandan, CDU partilileri kamuoyu karşısında oldukça sert bir biçimde Potsdam buluşmasını reddediyor. Parti, gizli toplantıya katılan bir CDU üyesinin üyeliğini iptal etmek için ihraç sürecini başlatmış durumda. 

Diğer taraftan bu gelişmeler, göçmenler arasında “Bizi geri mi gönderecekler, ne yapmalıyız?” sorularıyla çeşitli kaygılara yol açtı. Geçmişte görülmemiş kadar göçmenlerin de artık sağa karşı yürüyüşlere katıldıkları gözden kaçmıyor. Bu, bir yandan Alman toplumuna “Burası bizim de ülkemiz!” mesajını veriyor. Diğer yandan göçmen toplumu arasında yeni ülkeleri ile yeni bir angajman kurma potansiyeline işaret ediyor; zira haftalardan beri milyonlarca insan demokrasi ve refahını korumak, açık ve çoğulcu bir toplumu korumak için sokağa çıkıyor.”

Sonuç

Geçmişten bilinen derslerle, Almanya’da aşırı sağcı eğilim yalnızca Almanya için değil, bütün Avrupa ve hatta bütün dünya için büyük riskler taşıyor.

Son günlerde, ülkede yükselen sağ karşıtlığı dikkat uyandırıyor!

Hollanda’da yakılan Kur’an’lara karşın şimdilerde birileri Kur’an dağıtıyor; toplumsal uyum ve tanışma adına.

Ortak kanı, “Artık şimdi ses verelim!” modunda; geçmişten korkuyorlar, geleceklerini demokrasi evreninde görmek istiyorlar.

Başarı, AB’nin “Çeşitlilik İçinde Birlik” mottosunu korumakta.

Doktora yaptığım Erfurt şehrinde, rafting yaparken ve şehrin içinden geçerken sağ kanalı tercih eden ve tam bu yön değiştirme esnasında “Sağdan yürü, sağ her zaman iyidir” sloganı atan yarışmacıya inat bu yürüyüşler aslında; aşırı sağın sadece Almanya’ya için değil, bütün dünyaya verdiği kayıplar için sadece 20. yüzyıla bakılabilir.

Gerçekçi olmak gerekirse; jeopolitik gündemin aşırı sağ lehine gelişmesi, AfD gibi aşırı sağcı partilerin Hollanda, Fransa ve birçok farklı Avrupa ülkesinde iktidar ortağı konumuna gelmesine veya meclisteki büyük siyasi güçler sıralamasında ilk üçlere tırmanmasına olanak sağlamıştır. Jeopolitik ve siyasi gelişmeler bu minvalde gelişmeye devam ederse Almanya’da sağcı hükümetlerin kurulması veya en azından koalisyon ortağı olması kaçınılmaz gibi duruyor.

Çözüm, öncelikle bu protesto yürüyüşlerinde, akabinde dünya demokratik kamuoyunda, demokratik AB ve Berlin’de!

İSMAİL ERMAĞAN

Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olan Prof. Dr. İsmail Ermağan, lisansını Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde, yüksek lisansını Hamburg Üniversitesi Sosyoloji ve Siyaset Bilimi Bölümlerinde yaptı. Ermağan doktora derecesini Erfurt Üniversitesinin Max Weber Yüksek Araştırmalar Merkezi’nde aldı. Başlıca çalışma alanları şunlardır: Avrupa Birliği entegrasyonu, Türkiye-AB ilişkileri, Türkiye-Almanya İlişkileri, Almanya’daki Türkler, Afrika, Latin Amerika ve Asya-Pasifik okumaları, göç ve göç yönetimi. Yurt içinde ve yurt dışında 70 civarında makalesi/kitap bölümü olan yazarın şu kitapları yayımlanmıştır: Almanya Türkleri’nin Uyum ve Ayrılım Eğilimleri; Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Üyeliği: Türk Partilerinin ve Avrupa Parlamentosundaki Partilerin Politikaları; Türkiye’nin Yönü Avrupa Birliği’ne mi: Türkiye’de AB Şüpheciliği; Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütlerinin AB Üyeliğine İlişkin Davranışları; 21. Yüzyılda Uluslararası İlişkilerde Yeni Trendler: İnsanımız İlk 10 Yolunda mı?; Dünya Siyasetinde Almanya 1-2; Dünya Siyasetinde Latin Amerika 1-2; Dünya Siyasetinde Afrika 1-8; Dünya Siyasetinde Doğu Asya.