×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

Ortadoğu'nun İkilemi: Otoriterlik vs. Batı Tutarsızlığı

Gelinen noktada, Arap hükümetleri organik olarak demokrasiye doğru evrilmeyecekler. Dahası otoriter güç kuşağındaki Çin ve Rusya ile giderek daha fazla omuz omuza durmaya başlayacaklar.
ÇİN'İN İRAN VE SUUDİ Arabistan arasındaki arabuluculuk diplomasisi ve ardından “iki ülke arasında anlaşmaya varıldığı” haberi, küresel arenada Çin'in Ortadoğu'nun geleceğini şekillendirme konusunda öncü bir rol üstleneceğinin açık bir işareti olarak okundu. Bu “öncü rol”, şimdiye kadar Batılı ülkelerin desteğiyle ABD tarafından üstlenilen bir roldü.

Arap yönetimleri, yıllardır, bir yandan bölgenin ekonomik kaynaklarını kontrol etmek için yeni yollar arayan, öbür yandan bölgede insan haklarını geliştirme retoriğini kullanan Batı modeline alışkındı.

Dünya genelinde otoriter yöneticilerin tek ve açık bir hedefi var: Sonsuza kadar iktidarda kalmak. Başarısızlıklardan sorumlu olmamak, dünya genelinde otokratları, aşırı ve keyfi girişimlerde bulunma konusunda hep cesaretlendiriyor. Zira otoriter yönetimler, Batı’daki yönetimlerin aksine, kötü politikaların vatandaşlar üzerindeki etkilerini ya da vatandaşların sistem üzerindeki etkilerini çok fazla hesaba katma gereği duymuyor. Otoriter yönetimler, kendilerini dışarıdaki durumu ve küresel güç dengelerini daha fazla hesaba katmak zorunda hissediyor.

Ortadoğu’daki siyaset ve yönetim anlayışı, uzun yıllardır tam olarak bu çerçevede biçimleniyor. ABD’nin ve Batılı ülkelerin tutumları etrafında. Ne var ki bir süper güç olarak ABD’nin küresel düzlemde izlediği "stratejik belirsizlik" politikası, birbirine zıt iki tutumu bünyesinde barındıran bir politik karaktere sahip. Bu politik yaklaşım, mevcut Çin-Tayvan çatışmasında açık bir şekilde gözlenebilir. Bu çatışmada “stratejik belirsizlik” bir yandan ABD’nin, Çin ile savaşa girmesi halinde Tayvan'ın yanında yer alabileceği anlamına gelirken öbür yandan reelpolitiği izleyip Tayvan'ın Çinlilerle tek başına yüzleşmesine izin verebileceği anlamına da geliyor.

Bu belirsizlik ikilemi, dünyanın geri kalanında, geçmişten bugüne demokrasinin taşıyıcılığını üstlenen ABD'ye karşı büyük bir güvensizliğin oluşmasına yol açmış durumda. 

Batılı ülkelerin en büyük yanılgılarından biri, Arap yöneticilerin Batı politikalarıyla sürekli aynı çizgide durduklarına inanmaları. Aslında, Batılı yaşam tarzlarına ve teknolojisine büyük ölçüde hayran olan Araplar, Batı’nın muğlak yaklaşımlarından pek de memnun değiller.

Bu en iyi şekilde, Körfez ülkelerinin İran rejimine karşı güvenlik arayışlarında gözlenebilir. Söz konusu güvenlik arayışı, Arap yöneticileri ulusal güvenlik konusunda yeni bir yaklaşım keşfetmeye ve ardından daha güvenilir bir stratejik ortak aramaya sevk ediyor.

Aslında Batılı ülkeler, uzun süredir devam eden Arap-İsrail çatışmasından başlayıp Irak, İran, Lübnan, Libya, Sudan, Suriye, Yemen ve diğer ülkelerdeki mevcut kriz ve çatışmalara kadar, bölgedeki hemen hemen her siyasi diyaloğa yoğun bir şekilde müdahil oldular. Fakat ortada, şu an yarım asra yaklaşan Mısır-İsrail Camp David Anlaşması dışında, çabalarına karşılık gelecek önemli bir başarı mevcut değil. 

Arap topraklarındaki yoğun mücadeleler, krizler ve çatışmalar, katılımcıların somut çıktılar elde etmeden sadece endişelerini dile getirdikleri retorik konferanslarla ele alındı. Yakın zamanda ikincisi gerçekleştirilen ABD Demokrasi Zirvesi bunun açık bir örneği.

Bazen insanın aklına Batılı politikacıların kariyerlerini bu sorumsuz toplantılara katılarak ilerlettikleri fikri geliyor. Mesela İran'a yaptırım uygulamak onu asla demokrasiye dönüştürmüyor; aksine bu tür yaptırımlar, aşırılıkçılığa desteği genişletiyor. Doğal olarak İran vatandaşlarının üzerindeki ekonomik yükü artırıyor. Bu da İran toplumunda Batı'ya karşı hoşnutsuzlukların artmasıyla sonuçlanıyor.

ABD’nin bölgeyle ilişkileri bu çerçevedeyken, Çin'in Araplar üzerindeki etkisi ABD'den daha yapıcı görünüyor. Çin bu yapıcı görüntüyü, dünyaya rekabetçi ürünler sunarak, ayrıca Kuşak - Yol Girişimi etrafında gelişmekte olan ülkelerin altyapılarına yatırım yaparak elde edilir. 

Diğer taraftan benim ülkem ve Amerika Birleşik Devletleri Uluslararası Kalkınma Ajansı'ndan (USAID) önemli bir fon alıcısı olan Mısır, ABD ile genel olarak Demokratların veya Cumhuriyetçilerin dar görüşlü Amerikan siyasi çıkarları tarafından yönlendirilen “kasvetli” bir ilişkiye sahip.

ABD, Mısır'a yaptığı ekonomik yardımda her zaman cömert olsa da bu politikalar, ne devlet ne de vatandaşlar düzeyinde iki ülke arasındaki ilişkilerin ilerlemesine hiçbir zaman yardımcı olmadı.

Ünlü bir Mısırlı düşünür "Rusya mı Ukrayna mı? Mısır için hangi taraf daha değerli?" diye sordu. Rusya'nın egemen bir ulusu işgal etmiş olmasını ve üstüne savaşın ahlaksız yönlerini bir kenara bırakırsak, Rusya'nın yanında yer almak kesinlikle ABD'nin Orta Doğu'daki hegemonyasını azaltmak açısından işe yarayabilir. [Ama unutulmamalı ki, bir hegemon güce karşı başka bir hegemon gücü tercih etmek yeni bir bağımlılık ve yeni bir “kasvetli ilişki” üretebilir.]

Arap komplo teorisyenleri ABD'yi tüm bölgesel çatışmaları tetiklemekle suçlama eğilimindedir. Ancak İran hükümetinin ABD'ye atıfta bulunduğu şekliyle “Büyük Şeytan”ın kendisi bile Arap dünyasını etkileyen bütün kötülükleri bu kadar ağır bir şekilde tasarlayamaz.

Ancak kasıtlı olarak veya dikkatsizlik dolayısıyla Batılı ülkelerin, Orta Doğu'daki çatışmaları çözmek için doğru çabaları sarf etmedikleri açık görünüyor. Bu, Arap dünyasındaki demokrasi eksikliğiyle birleşiyor. 

Ayrıca, Arap vatandaşları ekonomik, siyasi ve dini mücadelelerle karşı karşıya; yoksulluk artıyor, şiddet yaygınlaşıyor, hukukun üstünlüğü geriliyor ve yönetenden farklı olabilecek bir görüşü dile getirmek hapisle sonuçlanıyor. Doğal olarak bu komplikasyonlar, hüsrana uğramış ve teröristler tarafından kolayca manipüle edilebilecek Arap vatandaşlarını üretiyor. 

Orta Doğu vatandaşlarının “demokrasi, barış ve refahı” geliştirmek için gerçek bir yardıma ihtiyacı var. Ve bu üç değer, birbiriyle yakından bağlantılı. “İbrahim Anlaşmaları” gibi, gerçek bir barış ve demokrasi pahasına refahı artırmaya yönelik Batılı yaklaşımlar, basitçe beyhude bir çabaya işaret ediyor.

Batılı ulusların örneğin NATO veya G7 nezdinde somutlaşan gururlu ittifakları, verimsiz politikalara yol açtığı sürece dünyanın geri kalanı için bir anlam ifade etmiyor. Ekonomik yardım önemlidir, ancak bu yardımların bölgesel iktidarları daha da güçlendiren seçkinleri zenginleştirmek yerine sıradan vatandaşlar üzerinde bir etkiye sahip olması gerekir. 

Gelinen noktada, Arap yöneticiler organik olarak demokrasiye doğru evrilmeyecekler. Dahası otoriter ağabeyleri Çin ve Rusya ile giderek daha fazla omuz omuza durmaya başlayacaklar.

Batılı ulusların, ekonomik veya yerel siyasi kazanç için Arap otokratlarla yakınlaşarak kendi çıkarlarına mı hizmet edeceklerine yoksa ekonomik maliyeti olan, ancak vatandaşlar üzerinde daha iyi bir etkiye sahip olacak uzun vadeli bir yaklaşım olan demokrasiyi mi teşvik edeceklerine karar vermeleri gerekecek. Bu, dünyaya karşı ikiyüzlü bir politikadan daha fazlasını yapmak için atılacak kritik bir adımdır!


Bu yazı 10 Nisan 2023 tarihinde Asia Times’da “Middle East’s dilemma: Authoritarianism vs Western hypocrisy” başlığıyla yayınlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.