×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

Ortadoğu'nun Küresel Konumu Değişiyor -I

Ortadoğu'daki ülkeler kendi kaderlerini tayin etmeye çalıştıkça, büyük güçlerin rekabetine maruz kalmaktan kurtuluyor. Bölge halkları kendi siyasi geleneklerine uygun olarak kendilerini yeniden keşfediyorlar.
İSİMLENDİRMELER FARK YARATIR.  İsimleri verenler, isimlendirdikleri yerler ve halklar hakkındaki bakış açılarını ortaya koyarlar.

Avrupalılar, 16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar dünyayı fethederek ve sömürgeleştirerek coğrafyaya kendi benmerkezci bakış açılarını dayattılar.  Onlar için Osmanlı İmparatorluğu; Batı Asya, Güneydoğu Avrupa ve Kuzeydoğu Afrika’yı kapsayan bir bölge olan “Yakın Doğu” idi.  Daha sonra, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında, Amerika Birleşik Devletleri kendi kendine “Batı” olarak adlandırılan bölgenin önde gelen bileşeni haline geldiğinde, Atlantik ötesi bir bakış açısı Avrupa’nınkinin yerini aldı. Amerikalıların bakış açısına göre, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları, Avrupa-Amerika Birleşik Devletleri’nin doğusundaki Avrasya alt kıtası ile Hint alt kıtası arasında bir ara bölgeydi. Bu yüzden Alfred Thayer Mahan, buraların “Yakın Doğu” değil “Orta Doğu” olarak adlandırılması gerektiğine karar verdi. Zamanla orada yaşayan insanlar bile Amerika tarafından uydurulmuş bu terimi kullanmaya başladı. Nitekim Arap dünyasının en büyük gazetesi, الشرق الأوسط (Şarku'l Avsat) yani "Orta Doğu" adını taşır.

Batı Asya’da Ulus-Devletin Doğuşu

Bu isim varlığını sürdürüyor; ancak bölgede yaşayan insanlar artık anavatanlarının dünya meselelerindeki yerine ilişkin yabancı tanımlamaları kabul etmiyor.  Osmanlı kozmopolitizmi, Osmanlı İmparatorluğu ve Halifelik sona erdiğinde ortadan kalktı.  Pan-Arabizm, Baasçılık, Yahudilik, Sünni ve Şii İslamcılık gibi çeşitli ulus-ötesi ideolojik kimliklerle mücadele ettikten sonra bölge halkları kendilerini “ulus devletler” olarak yeniden tanımladılar. Osmanlı İmparatorluğu’nun Levanten topraklarının İngiliz ve Fransız bürokratlar tarafından yarı bağımsız, yeni sömürge olarak yönetilen ülkeler haline getirilmiş parçaları, iyi tanımlanmış uluslararası kimlikler edindiler.  İran, Irak, İsrail, Lübnan, Filistin ve Suriye, varlıklarına yönelik çok sayıda dış ve iç meydan okumaya karşı koyan güçlü ulusal kimliklere sahip oldular.
 
İran yeni sömürgeci hamilerinden ayrılarak meydan okurcasına bağımsız bir Şii hükümeti kurdu ve Batı Asya’da kendi etki alanını oluşturdu. Sadece bu yüzyılda Irak, “haydutça” yönetildiği bir dönemi, Amerika’nın başarısız vur-kaç demokratikleşme çabasının dayattığı bir anarşiyi ve nüfusunun en az yarım milyonunun yabancı ve yerli güçler tarafından katledilmesini tecrübe etti. 

İsrail ise erken dönem Yahudi milliyetçiliğinin belli belirsiz hümanist vizyonundan, evrensel Yahudi değerlerinin bugünkü Siyonist inkârına kadar uzanan geniş bir yozlaşma içindeydi. Filistin’in yerli halkı, Siyonist yerleşimci devlet tarafından sürekli olarak mülksüzleştirmenin ve acımasız baskının nesnesi olmuş durumda. Bir zamanlar Fransız mezhep siyasetinin ve Arap hedonizminin oyun alanı olan Lübnan ise yönetilemez halde. 

Bu arada, bir zamanlar pan-Arapçı ya da milliyetçi olmaktan ziyade gururla pan-İslamcı olan Suudi Arabistan Krallığı milliyetçiliği benimsedi. Resmi olarak 1932’de bir devlet olarak kuruluşunu kutluyor ve bunu yapmak için Hicri takvimi değil uluslararası takvimi kullanıyor. Mısır, kapsamlı bir askeri yönetim altında kendine özgü karakterini ve kültürel kimliğini koruyor. Umman, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) bağımsız dış politikalar izliyor ve sadece bölgesel değil küresel çapta nüfuz sahibi olmanın yollarını arıyor. İran, Irak ve Suudi Arabistan ile çevrili olan Kuveyt, gerektiği gibi temkinli davranıyor.  Bahreyn ise Suudi Arabistan’a boyun eğmekte ve İsrail ve ABD ordusu ile temaslarda yararlı bir vekil olarak hizmet etmekte.

Jeopolitik Merkezilik

Değişmeyen şey ise Batı Asya’nın jeopolitik merkeziliği.  Burası Afrika, Asya ve Avrupa’nın ve onları birbirine bağlayan yolların buluştuğu yer. Bölgenin kültürleri Kuzey Afrika, Orta, Güney ve Güneydoğu Asya ve Akdeniz’e derin bir gölge düşürüyor. Burası, insanlığın beşte üçünden fazlasının inançlarını ve ahlaki değerlerini şekillendiren üç “İbrahimi din” olan Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam’ın merkez üssü. Bu da bölgeye küresel bir erişim sağlıyor. 
 
Nitekim Batı Asya ülkeleri kendi kaderlerini tayin etmeye çalıştıkça, büyük güçlerin rekabetine maruz kalmaktan kurtuldular ve Marksizm ya da temsili hükümet gibi yabancı ideolojileri empoze etmeye yönelik dış çabalara karşı kırılganlıklarını ortadan kaldırdılar. Bölge halkları kendi monarşi, askeri diktatörlük, istişari siyaset, parlamenter demokrasi ya da teokrasi geleneklerine uygun olarak kendilerini yeniden keşfediyorlar.

Sömürge Hakimiyeti 

Napolyon’un 1798’de Mısır’ı istila ve işgal etmesiyle başlayan dünyanın kesişme noktasındaki yabancı hakimiyeti dönemi açıkça sona erdi. Bu bizi şaşırtmamalı. Mısır’ın İngiliz ve Fransızları Süveyş Kanalı’nın kontrolünü bırakmaya zorlamasının üzerinden yarım yüzyıldan fazla zaman geçti. İngiltere, Süveyş’in doğusundaki emperyal emellerinden elli altı yıl önce vazgeçmiştir. İranlıların, çeyrek asır önce meşhur bir Anglo-Amerikan rejim değişikliği operasyonuyla kurulan Şahlarını kovmalarının üzerinden kırk dört yıl geçti. Uzun süre bölge siyasetine hâkim olan Soğuk Savaş otuz dört yıl önce sona erdi. Bölgeyi Amerika Birleşik Devletleri’nden temelden koparan “11 Eylül” yirmi yıldan fazla bir süre önce -tam bir nesil- meydana geldi.  2011’deki Arap ayaklanmaları artık katılımcıları dışında herkes için uzak ve bulanık bir anı. Dünya köklü bir değişim geçirdi ve bu değişim Afro-Asya, Batı Asya ve Kuzeydoğu Afrika için de geçerli.

Değişimler arasında yabancı entelektüel geleneklerin ve hükümet sistemlerinin cazibesinin azalması da var. Pekin’deki Merkez Parti Okulu [Central Party School] ve Anglosfer’deki birkaç yüksek öğrenim kurumu dışında Marksizm bir ideoloji olarak hemen hemen yok olmuştur.  Hukukun üstünlüğü her yerde popülizme teslim olurken, Aristo’nun demokrasinin demagojiye, otokrasiye ve çoğunluğun tiranlığına dönüşme eğiliminde olduğu gözlemi doğrulanıyor gibi görünüyor. Washington’un dünyadaki olayları demokrasi ve otoriterlik arasındaki büyük bir çekişme olarak gösterme çabaları, pek çok kişiye hem alakasız hem de gerçeklikten ciddi şekilde kopuk geldiği için yurtdışında pek ilgi görmüyor.

ABD Etkisinin Azalması ve Bölgesel Stratejik Özerklik Arayışları

Şimdi, Körfez Arap ülkeleri geçmişte ABD’ye duydukları hürmet ve dışa bağımlılıktan kendilerini kurtarırken, Çin’e, Hindistan’a, Rusya’ya ya da bölgeleri dışındaki diğer aktörlere tabi olmak istemiyorlar ve bunu da kesinlikle kabul etmeyecekler. Yani diğer dış aktörlerin himayesi hiçbir şekilde söz konusu olmayacak.

Yaşananlar, Washington’un akılsızca iddia ettiği gibi, Çin’in, Rusya’nın ya da başka bir büyük gücün “Orta Doğu” olarak adlandırılan bölgedeki Amerikan hegemonyasını kendi hegemonyasıyla değiştirme çabası değildir.  Bölge devletleri de alternatif bağımlılık ilişkilerine ne açıklar ne de böyle bir arayış içerisindeler.  ABD’ye olan aşırı siyasi ve ekonomik bağımlılıktan uzaklaşarak stratejik özerklik arayışı peşindedirler.

Kuşkusuz böyle bir özerklik kolay elde edilmeyecek. Pratikte, Batı Asya devletlerinin Amerika’ya olan askeri bağımlılıktan kurtulmayı ne ölçüde başarabilecekleri belli değildir. Başka hiçbir büyük güç, bir zamanlar Amerika Birleşik Devletleri’nin yaptığı gibi, kendilerini birbirlerine ya da dış tehditlere karşı savunma yükünü üstlenebilecek ne istek ne de kabiliyete sahiptir.  Batı Asya devletleri “büyük güç rekabetinden” yararlanmaktan memnunlarsa da bunun tarafından yönlendirilmiyorlar. Eğer büyük dış güçlerden savunma taahhütleri alamıyorlarsa, kendi savunmalarının sorumluluğunu üstlenmelidirler. Nitekim bunu yapmaya da başlıyorlar.


Bu yazı, Responsible Statecraft web sitesinde 15 Ağustos 2023 tarihinde “The Middle East is once again West Asia” başlığıyla yayımlanmıştır. Yazının ilk bölümü çevrilirken belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.