×
ARAP DÜNYASI

ANALİZ

ABD'nin Ortadoğu Politikasındaki Yetersizliği!

ABD'nin Gazze'de kurduğu yüzer iskelesi faaliyetlerini durdurdu. Yaşananlar, çok daha büyük bir sorunun işareti. ABD’nin Ortadoğu'da daha ölçülü, daha ilkeli, kurala dayalı bir dış politikaya ihtiyacı var. Sorumlulukların ve maliyetlerin daha sınırlı olduğu bir dış politikaya...
New York Mets, gülünç beceriksizlikler yaşadığı ilk sezonu 40 galibiyet 120 mağlubiyetle tamamlarken, Menajer Casey Stengel, şu meşhur sözleri sarf etti: "Takımda bu oyunu oynayabilen bir kişi bile yok mu?" ABD'nin Gazze'ye yardım götürmek için inşa ettiği geçici iskelenin çöktüğünü öğrendiğimde Stengel'in sözleri aklıma geldi. Sosyal medyadaki eleştirmenlerin de vurguladığı üzere, Biden yönetiminin Gazze'deki savaşa yaklaşım biçimi için uygun bir metafordu bu. İskelenin inşası aslında pahalı bir PR çalışmasıydı. Zira ABD'li yetkililer, sınır kapılarını açması için İsrail'i zorlamıyordu. Ayrıca insani bir felaketle karşı karşıya olan sivillere yeterli yardımın ulaştırılması için İsrail'den bir izin de talep etmiyordu. Kısacası bu, sembolik bir çabadan fazlası değildi. ABD, dalgalar iskeleye zarar vermeden ve yardımlar askıya alınmadan önce yaklaşık 60 kamyon dolusu yardımı ulaştırmayı başardı. Onarım çalışmaları devam ederken, çalışmaların en az bir hafta süreceği açıklandı. Operasyonun maliyeti, daha şimdiden yüz milyonlarca doları buldu ve daha da artacak gibi.

Bu üzücü olay, daha büyük bir trajedinin küçük bir parçası olarak görülebilir. Fakat yaşananlar, ABD'nin hırs ve niyeti hakkında daha büyük soruları gündeme getiriyor. ABD'deki dış politika uzmanları, "güvenilirliği" koruma noktasında ısrarcı. Bunu da bir stratejik önemi olmayan çatışmalara ve taahhütlere ciddi boyutta kaynak harcamalarını gerekçelendirmek için yapıyorlar. 1960'lı ve 70'li yılların ABD liderleri, Güney Vietnam'ın çok az stratejik değere sahip, küçük bir güç olduğunu anlamışlardı. Ne var ki bir zafer kazanmadan geri çekilmenin ülkelerinin kalıcı gücüne gölge düşüreceğini, güvenilirliğini zedeleyeceğini ve müttefiklerini komünist bloka yönlendirebileceğini savunarak savaşta ısrar ettiler. Elbette, bu kasvetli tahminlerin hiçbiri gerçekleşmedi. Fakat ABD, ne zaman ki küçük çıkarlar için kazanamayacağı bir savaşa girse yine aynı basit argümanlar tekrarlanıp duruyor.

Güvenilirliği putlaştıranlar, genellikle gereken tek şeyin yeterli düzeyde kararlılık olduğunu savunurlar. ABD'nin yeterince çabaladığı takdirde belirlediği hedefe ulaşabileceğine inanırlar; onlara göre zafer, yalnızca başladıkları işin sonuna kadar gitmekten ibarettir. Fakat unutulmamalı ki güvenilirliği ve etkiyi sadece bir irade meselesi olarak görmek doğru değil. Bu bakış açısı, tartışmasız daha önemli başka bir kilit noktayı gözden kaçırıyor: Yeterlilik.

Ulusal Güvenlik Konseyi; dış işleri, savunma, hazine ve ticaret bakanlıkları; istihbarat servisleri ve çeşitli kongre komiteleri gibi ABD'nin dış ilişkilerini yürütmekle görevli ana kurumlar, gereğince yeterli değilse, dünya üzerindeki hiçbir irade, ABD tavsiyelerinin dinlenmesini ve liderliğinin takip edilmesini sağlamayacak. Örneğin, 1948'de kurulan Berlin hava köprüsü, Batı'nın ne kadar kararlı olduğunun açık bir işaretiydi ancak ABD ve ortakları, bu zor lojistik çabayı başarıyla gerçekleştirememiş olsalardı işler tersine dönebilirdi. Akdeniz'de gereksiz bir iskele inşa etmek ve bunun yaklaşık 9 gün sonra yıkılması farklı bir mesaj taşıyor.

Ne yazık ki, ülkedeki liderlerin üstlendiği küresel rolü, dış politikadan sorumlu kurumların yerine getirip getiremeyeceğini sorgulamak için birçok neden var. Kurumların başarısızlık listesi bir hayli uzun: Örneğin, bize, Orta Doğu “barış süreci”nin iki devletli bir çözüm getireceği söylenirken bugün "tek devletli gerçeklik" ile karşı karşıyayız; aslında önlenebilir olan Kosova savaşı (1999), acemice yönetildi ve işler Belgrad'daki Çin Büyükelçiliği'nin kazara bombalanmasına kadar vardı. 11 Eylül saldırılarının yapılmasına açık kapı bırakan siyasi hatalar ve istihbarat zaafları, 2003'te Irak'ı işgal etmeye yönelik alınan feci karar, 2008 mali krizi, ABD Donanması'nın karıştığı skandallar ve denizlerdeki kazaları, denetimden geçemeyen ve faaliyete de pek hazır olmayan uçakları satın alan şişirilmiş bir savunma tedarik süreci; NATO'nun açık uçlu genişleme politikasının sonuçlarının nereye varacağını tahmin edememek; ekonomik yaptırımlarla Rus ekonomisinin çökertileceğinin sanılması; Ukrayna'nın 2023 yazında gerçekleştirdiği saldırının başarısızlıkla sonuçlanacağına dair pek çok göstergenin dikkate alınmaması. Afganistan ve Libya'daki başarısız müdahaleleri de eklersem, abarttığımı düşünebilirsiniz. ABD Temsilciler Meclisi'nin âdeta bir palyaço tımarhanesine dönüştüğünden daha bahsetmedim bile.

***

ABD dış politikasında genel tablo, hayal kırıklığı yaratıyor. Yaşanan sorunun kısmen, ABD'nin sahip olduğu olağan dışı gücünden ve dokunulmaz statüsünden kaynaklandığını düşünüyorum. Nitekim ABD hem çok güçlü hem de alışılmadık derecede bir güvenceye sahip; dolayısıyla liderler, saçma sapan her adımı atabiliyor. Bunların sonuçlarına ise diğer devletler katlanıyor. Ayrıca bazıları, ABD'nin dünyanın dört bir yanındaki sorunlarla aktif bir şekilde mücadele etmesi gerektiğini, aksi takdirde tüm dünyanın dağılacağını varsayıyor. Dolayısıyla Washington, daima kaldırabileceğinden daha fazla sorumluluk üstleniyor. Haddinden fazla yoğun gündem önceliklerin belirlenmesini engeller ve böylece her sorunla ilgilenmek imkânsız hâle gelir. Böyle bir durumun sonucu ise tüm sorunların ya çok kötü şekilde çözülmesi ya da hiç çözülmeden bırakılmasıdır.

İşin daha da kötüsü, başkanlar, yeterlilikten ziyade sadakate değer veriyor ve dış politikadan sorumlu kurumlar, hata yapmaya meyilli üyelerini sorumlu tutmaktan kaçınıyor. Bunun sonucu olarak da başarısız uzmanlar ve geçersiz fikirleri savunan kişiler, itibarsız fikirlerini her zaman dolaşıma sokacak bir düşünce kuruluşu ya da medya organı bulabiliyor. Ortalama bir pozisyonda görev yapan yetkililerin istifa ettiklerine zaman zaman şahit olsak da üst düzey yetkililerin istifa ettiklerini pek görmüyoruz. Çünkü istifa ettikleri takdirde, gelecekteki bir yönetimde görev alma olasılıkları pek kalmaz. Sonuçta, hangi lider, doğru olduğunu düşündüğü şeyi sonuna kadar savunarak kendisini utandırabilecek üst düzey bir yardımcı ister ki? Ayrıca Beyaz Saray, bir başkan değiştirdiğinde yaşanan büyük görev değişimleri, önce Senato'nun onayını beklemek ve ardından ne yapacaklarını belirlemek zorunda olan bir sürü yeni atamayı da beraberinde getiriyor. Bu, tıpkı Apple ya da GM'nin her dört yılda bir üst yönetimini gelişigüzel değiştirmesine rağmen şirketin sorunsuz bir şekilde devam etmesini beklemesi gibi bir şey. ABD'nin dış politikada makul hedefleri olsaydı bunlar, bir sorun teşkil etmeyebilirdi. 
Ancak Washington, tüm dünyayı sürekli değişen, kısa dönemli bir aygıtla yönetmeye çalışıyor. Ayrıca vasıfsızlardan bahsetmiyorum bile.

Bu sözlerimin her gün işine gidip ülkesi için elinden gelenin en iyisini yapan, üstleri yoldan çıktığında "muhalefet kanallarını" kullanarak şikâyette bulunan kendini adamış binlerce hükûmet çalışanı için adil olmadığını biliyorum. Yerleşik bürokratik çıkarlar, kendi sorunlarını yaratabilir elbet. Fakat unutulmamalı ki "balık baştan kokar". Tüm bunlar, ABD'yi şöyle bir dış politika aygıtıyla baş başa bırakıyor: Gerçekçi hedeflerden uzak, yüce idealler belirleyen ve belirlediği ideallere ulaşamayan...

Donald Trump'ın yeniden seçilmesinin bu sorunu çözeceğini düşünüyorsanız, bir kez daha düşünün. Trump'ın ilk döneminde dış politikada, ABD'yi daha güvenli ya da müreffeh hâle getirmeyen fakat önceki başkanın dünyada gördüğü saygı ve iyi niyeti heba eden sayısız yanlış adım atıldı. Kötü bir şekilde yönetilen ticaret savaşları, ülkenin yüz binlerce istihdamına mal oldu ve belirtilen amacına (ABD'nin ticaret açığını azaltmak) ulaşamadı. Trump, hiç anlamadığı anlaşmaları yırtıp attı ve görevde kaldığı sürede dört ulusal güvenlik danışmanını, iki savunma bakanını, iki dış işleri bakanını ve benzeri görülmemiş sayıda Beyaz Saray personelini harcadı. Görülüyor ki eski üst düzey yardımcılarından bazıları, bugün kendisini en çok eleştiren isimler arasında yer alıyor.

Trump'ın iş dünyasındaki kariyerinin dolandırıcılık, sonu gelmeyen davalar ve iflaslarla dolu olduğunu; güneş ışığının ve çamaşır suyunun COVID'in üstesinden gelebileceğini düşündüğünü; Kuzey Kore lideri Kim Jong Un'u bire bir zirve toplantısıyla ödüllendirdiğini ve karşılığında hiçbir şey elde etmediğini ve Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve dönemin Büyükelçisi Sergey Kislyak'ın Beyaz Saray ziyaretleri sırasında gizli bilgileri sehven sızdırdığını unutmayalım. Trump'ın dış politikaya ilişkin görüşleri, Washington'ın Ortodoks politikası karşısında canlandırıcı etkide olabilir. Fakat en önemli eylemleri Paris iklim anlaşmasından ayrılmak, İran nükleer anlaşmasını iptal etmek ve Trans-Pasifik Ortaklığı'ndan çekilmek olan Trump, ABD'nin öncelikli çıkarlarına kalıcı zarar verdi. Evet, 2020 seçimlerini de iptal ettirmeye çalışmıştı. Şimdi, Oval Ofis'te ikinci bir şans elde ederse anayasanın bazı maddelerini de feshetmekten bahsediyor. İkinci bir Trump döneminin daha başarılı bir ABD dış politikası üreteceğini düşünen herkes ya bunları hatırlamıyor ya da onun ne kadar beceriksiz bir lider olduğunu unutuyor.

ABD'nin hataya açık dış politika mekanizmasını düzeltmek uzun zaman alacak; hatta bunun mümkün olup olmadığını bile bazen merak ediyorum. İşte bu nedenle daha ölçülü bir dış politikadan yanayım: ABD'yi dünyadan koparmayacak ama Washington'un kendini sorumlu hissettiği konuların, sorunların ve taahhütlerin sayısının bir hayli azaldığı bir dış politika... ABD, daha az sorumluluk yüklenmiş olsaydı, dış politika aygıtı da görevini başarıyla üstlenebilirdi. Başarısızlık oranı, bugünkünden daha düşük olur ve ülkedeki sorunlara ayıracak daha fazla kaynak olurdu. ABD, bu derece hırslı değil de daha yetkin bir dış politika izlemiş olsaydı dünyadaki bazı kilit ülkelerin de bundan memnun kalacağını düşünürdüm. Kaldı ki bu politika, verilen diğer taahhütleri de daha inandırıcı kılardı. Son olarak, evet, böyle bir süreç ABD için "kazan-kazan" olurdu.


Bu yazı, Foreign Policy’de, 4 Haziran 2024 tarihinde “Biden’s Foreign-Policy Problem Is Incompetence” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.

STEPHEN M. WALT

Harvard Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler profesörü. Foreign Policy yazarı.