Macron, siyasette başlattığı hareketi, karizmatik bir lidere bağımlı olmayan kurumsal bir siyasi partiye dönüştüremedi. Macron'un merkezciliği sadece giderek daha otoriter görünmekle kalmadı; aynı zamanda sağa doğru bir eğilim kazandı.
Siyasi liderler partilerindeki meşru muhalefeti ve eleştirel sesleri dışlayıp kötülediklerinde, dahası şeytanlaştırdıklarında, partiler tek kişinin iradesine bağımlı hale gelir. Sonuçta partiyi otokrasiye dönüştürmek, ülkeyi otokrasiye dönüştürmenin mantıklı ilk adımıdır.
20. yüzyıldaki totaliter rejimler, vatandaşları doğrudan korkutup sindirmeyi amaçlıyordu. Korku aşılamaktan çok başarı öykülerine odaklanan günümüz popülist liderleri, hayranlık ve ulusal bir başarı duygusu yaratmaya çalışıyor. Mimari bunun için iyi bir araç!
Bill Clinton, Tony Blair ve Barack Obama, bir miktar ilerici değişimi mümkün kılan ancak Reagan-Thatcher devrimlerinin temellerinin hiçbir zaman ciddi şekilde sorgulanmadığı uzun bir “tarihi neoliberalizm yayı”nın uzantısıydılar.
Bugün demokrasileri tehdit eden bölünmeler giderek artan biçimde ekonomik olarak yönlendiriliyor ve bu durum plütokratik popülizme dayalı sağın retorik stratejileriyle gizleniyor.