×
FRANSA

ANALİZ

Yankı Odalarından Kurtulmak: Fransa’da Merkez Sağın İsrail-Hamas Çatışmalarına Bakışı

İsrail-Filistin çatışmasının Fransız basını üzerinden incelenmesinde kullanılan dil aslında İsrail’in “öteki” ile münasebetine odaklanan tek taraflı bir perspektife dayanıyor.
NOAM CHOMSKY “Medya Denetimi” adlı kitabında propagandanın erken dönemini şu örnekle bizlere takdim eder: “Modern devletin ilk propaganda operasyonuyla başlayalım. Woodrow Wilson hükümeti zamanıydı. Woodrow Wilson, Birinci Dünya Savaşı'nın tam ortasında, 1916 yılında "Peace Without Victory" (Zafersiz Barış) sloganıyla başkan seçilmişti. Son derece pasifist olan halk, bir Avrupa savaşına dahil olmak için hiçbir neden göremiyordu. Aslında savaşa çoktan imza atan Wilson yönetimi, bu konuda bir şeyler yapmak zorundaydı. Hükümetin "Creel Komisyonu" adıyla kurduğu bir propaganda komisyonu, altı ay içinde etkisini göstererek o barışçıl halkı, histerik bir savaş çığırtkanı haline dönüştürdü ve Alman olan her şeyi yakıp yıkmak, tüm Almanları lime lime etmek, savaşa gidip dünyayı kurtarmak isteyen insanlar yaratmayı başardı. Bu esaslı bir başarıydı ve ardı sıra gelen başarılara da önayak oldu.” Bu anlatıyı medya manipülasyonunu anlatan meşhur karikatürle beraber okumak gerekir.
 
İsrail ile Filistin arasında yaşanan mevcut çatışmayı medya kuruluşları vasıtası ile takip etmeye çalışan bütün halklar ne yazık ki hakikat ile değil ancak çerçevesi önceden çizilmiş gerçeklik ile sınırlı bir malumata tabi tutuluyor. Burada altını özellikle çizmeye çalıştığım husus dezenformasyona hizmet eden yalan haberlerden ziyade gerçeğe sıkı sıkıya bağlı ama bu gerçeği “kısıtlı” bir şekilde okuyucuya ulaştırmaya çalışan habercilik anlayışı. Elbette bu durumu değiştirmek mümkün olmadığı için mevcut durumu bir veri olarak kabul edip buna uygun olarak fikri münasebetlerde bulunmanın gerektiği düşünülebilir. Bu bağlamda yetmiş yılı aşkın bir sürecin, son dönemde Fransa merkez sağında kamuoyuna nasıl aktarıldığını incelemek, Fransa kamuoyunun İsrail-Filistin meselesini hangi düzlemde değerlendirdiğini anlamak açısından yerinde olacak. 

2018 tarihinde Le Monde gazetesinde yayınlanan bir haberde İsrail ekonomisi “güçlü ancak adaletsiz” bir yapı olarak okuyucuya aktarılıyor. Bu küçük ama dünya ekonomisi için önemli bir yer kaplayan ekonomi, düşük işsizlik, kayda değer bir düzenli ekonomik büyüme ile tasvir ediliyor. Yine nüfusunun azlığına karşın borsa değeri göz önünde bulundurulduğunda Amerika ve Çin’den sonra üçüncü sırada olan bir ekonomiden bahsediliyor. 

Ekonomik göstergeler göz önünde bulundurulduğunda İsrail’in karşı karşıya kaldığı problemlerin başında İbrani ve İsrail Araplarının ekonomiye tesirlerinin uçlarda olması. Bir tarafta standartların üstünde bir başarı hikayesi, diğer tarafta ise ortalamaları aşağı çeken bir sefalet.  Eytan Sheshinski’den atıfla evrensel olarak incelendiğinde İbrani topluluğunun yazmış olduğu bir başarı hikayesi. Diğer tarafta ise halkının %50'si yoksulluk sınırının altında olduğu için OECD (Ekonomik işbirliği ve kalkınma teşkilatı) ülkeleri içerisinde en yüksek yoksulluk sınırı altında gelire sahip nüfus oranına sahip bir ülke tasvir ediyoruz.

İsrail’e ilişkin yapılan analizlerde, ekonomideki bu adaletsiz dağılımın doğal sonucu olarak İsrail’in kendi içinde çatışmalara sürüklenmesi kaçınılmaz olarak görülmekte. Özellikle söz konusu olan İsrail-Filistin çatışmaları olduğunda, orantısız bir güç dağılımının söz konusu olduğu aşikar. Bu bağlamda son dönemde Hamas’ın yapmış olduğu saldırılarla başlayan çatışmaları uluslararası basında izlerken İsrail’in, insanları, “kendinden olan ve öteki” gibi iki farklı gruba ayırarak problemlerini çözmeye çalıştığının altını çizmek gerekir. 2014 yılında yayınlanan haber dosyasında İsrail’in İsrailli Arapların çoğunluğunu oluşturduğu düşük gelirli grubun yaşadığı problemleri aşmak için yaptığı çalışmalar aktarılmakta. IFLA’nın yani “İsraillilere Faizsiz Borç verme organizasyonu”nun sadece yoksulluk sınırının altında kalanlar değil aynı zamanda orta gelirli insanlar için de önemli bir yardım kuruluşu olduğunun altı çiziliyor. Zira öngörülemeyen kimi harcamalarla karşı karşıya kaldığında orta gelirli aileler için bu kurum bir çıkış kapısı aralamakta. Yine aynı dönemde İsrail iç politikasındaki çıkmazlardan biri de “çadır hareketi” olarak adlandırılan kira ve konaklama masraflarının protesto edilmesiydi. 

Günümüzde İsrail-Filistin çatışmasının Fransız basını üzerinden incelenmesinde kullanılan dil aslında İsrail’in “öteki” ile münasebetine dair fikir veriyor. Bu dilin aynı zamanda İsrail dışındaki İbranilerin yerleşik bulunduğu ülkelerde - ki burada aslında batı ülkeleri gibi bir kavram da kullanılabilir- kamuoyunun bilgilendirilmesinde oynadığı rol de görülebilir. Luc Bronner tarafından 16 Ekim 2023 tarihinde Le Monde’da yayınlanan yazıda çatışmada hayatını kaybedenlere ilişkin rakamlar, 1400 İsraillinin “Hamas saldırısında öldürüldüğü”, “Gazze’de mukim 2.750 kişinin İsrail ordusu bombardımanlarında öldüğü” şeklinde paylaşılmakta. On beş bine yakın kişiyi hükümet karşıtı eylemler için organize eden Nadav Salzberger yaşananları şöyle anlatıyor: “Cumartesi akşamına kadar Netanyahu karşıtı yürüyüş organizasyonları düzenlemekle uğraşırken, Hamas’ın saldırıları sonrasında bir anda tüm bu insanlar kendilerini insani yardım organizasyonları düzenlerken buldu”. Aynı yazıda birkaç gün öncesine kadar karşıt görüşlere sahip insanların bugün bir arada oldukları, politik farklılıklarını dışarıda bıraktıkları aktarılmakta. Netanyahu karşıtı eylemlerin odak merkezi olan “Brothers and sisters in arms” hareketine mensup emekli askerlerin, yardım organizasyonlarında aktif görev almaya başladığı, kadınların kan vererek, üniversite öğrencilerinin gönüllü askerliğe yazılarak ortak bir amaç doğrultusunda bir araya geldiği aynı haberde aktarılan bir diğer dikkat çekici husus. 

Fransız filozof Jacop Rogozinski 24 Ekim tarihinde yayınlanan köşe yazısında İsrail ile Filistin arasındaki savaşın bu evresinde daha sık sorulacağa benzeyen bir soru ile çıkıyor karşımıza; “direniş kavramı; adına işlenen suçları masumlaştırabilir mi?”. Rogozinski aynı yazıda bir başka filozof Judith Butler’ın sorduğu soruya da cevap vermeye çalışıyor; “Hamas silahsız sivillere saldırdığı için terörist ama İsrail ordusu Gazze’yi bombaladığında da aynı olay değil mi?”  

Gazeteciliğe her zamankinden daha çok muhtaç olunduğu şu dönemde herkesin yankı odalarına hapsolduğunu görüyoruz. Eylemler radikalleşirken açık fikirliliğe, düşünmeye, sormaya git gide sırtımızı dönüyoruz. Telefonlarımıza düşen görsel sayısı arttıkça hiçbir zaman paylaşılmaması gereken görüntüler olağanlaşıyor. Kaybedilen, bir savaş olmaktan öte, git gide kaybolan insanlık. Varlık sahamızı meşgul eden konularda bizden beklenen artık sadece bir taraf seçmek. Ayrık olmak, aykırı fikirlere sahip olmak artık kabul edilebilir değil. Savaşan tarafların kayıplarının yanında artık insanlığımızın hangi parçasını kaybettiğimiz de “ama”lı cümlelerimizde saklı.

ALİ SAFA KARTAL

1988 senesinde doğdu. Liseyi Saint-Benoit Fransız Lisesi’nde okudu. Lise eğitimi sonrasında Sorbonne Hukuk Fakültesi’ne kabul aldı. İki yıl eğitim aldıktan sonra buradaki eğitimini yarıda bırakıp Marmara Üniversitesi İktisat bölümünde eğitimine devam etti. İktisat Tarihi anabilim dalında Osmanlı’daki ilk Fransız elçiliği üzerine yaptığı çalışması ile yüksek lisansını tamamladı. Marmara Üniversitesi’nde halen devam ettiği doktora eğitiminde Osmanlı klasik döneminde kapitülasyon politikaları üzerine araştırma yapmakta.