×
KÜLTÜR
15.12.2023

ANALİZ

Spor ve Siyaset: Zor Ama Cazip Ortaklık

Spor ve siyaset arasında geçmişten gelen bir yakınlık var. Siyasetin meşruiyet, etki ve tanıtıma olan gereksinimi, sporunsa yatırıma ve finansmana duyduğu ihtiyaç, her iki tarafı birbirine yaklaştırırken karşılıklı olarak hem bozulmayı hem de yenilenmeyi vadediyor.
SPORSEVERLER geçtiğimiz yaz pek çok sürprize tanık oldu. Carlos Alcaraz Wimbledon'ı kazandı ve Novak Djokovic, Roger Federer ve Rafael Nadal üçlüsünün yıllar süren tenis şampiyonluğuna son verdi. Golf dalında hem ABD Açık'ta hem de Britanya Açık'ta kazanma ihtimali %1 ya da daha az olan yabancı isimler galip geldi. 6 Ağustos'ta İsveç'in penaltı sonucu galip gelmesinin ardından ABD kadın futbol takımı Dünya Kupası'ndan elendi. Bu penaltıda top sadece birkaç milimetre farkla kale çizgisini geçmişti.

Asıl sürpriz ise Suudi Arabistan'ın spor sektörüne ani bir giriş yapmasıydı. Ülkenin fiili yöneticisi Muhammed bin Selman döneminde petro-dolarlara boğulan ve kendini yenileme arzusuyla yanıp tutuşan Suudi Arabistan, oyunculara, takımlara ve liglere 10 milyar dolar harcadı, golf ve futbolu köklü bir değişime uğrattı. Batılı taraftarlar, aktivistler ve politikacılar bu adımı "sportswashing" (sporla aklama) olarak nitelendiriyorlar. Aynı zamanda insan hakları ihlallerinden ve sporun bu önemli organizasyonlarına yapılan saygısızlıktan şikayetçiler.

Esas olarak spora dair bu iddialar, ciddi bir incelemeye dayanmıyor. Suudi Arabistan Batı'nın en çok ticaret yaptığı ülke, yapılan anlaşmalar insan hakları sicilini olduğundan daha kötü hale getirmeyecek. Ayrıca bu ülke herhangi bir küresel sporu tekeline alıp yok edebilir mi ya da eder mi, bu açık değil. Dünyanın bu fırtınalı döneminde pek çok taraftar kendi takımını iftihar ve istikrar kaynağı addediyor. Oysa bu taraftarların çoğu sporun aynı zamanda gerilemeye başlayan bir iş kolu olduğunu unutuyor. Sporun yeni yatırımlara ve taze fikirlere açık olması gerekiyor.

Gerek medya patronları gerekse Rus oligarklar tarafından spora yapılan yatırımlar uzun zamandır biliniyor. Fakat Suudi Arabistan'ın girişimi bu standartlar açısından bile büyük. Suudi Arabistan, Karim Benzema da dahil olmak üzere dünyanın en iyi futbolcularından bazılarının yeni kurulan yerel ligde oynaması için para ödüyor. Bir İngiliz kulübü olan Newcastle United'ı elinde tutuyor. Dünya Kupası organizasyonlarına adaylıkları da söz konusu. Golf dalında ise Suudi bankalar tarafından finanse edilen bir turnuva, Amerika'nın erkekler kategorisindeki turnuvası PGA Tour ile birleşti. Formula 1'e sponsor olan Suudi Krallığı'nın güreş ve boks alanında da faaliyetleri var. Ayrıca kış sporlarına ve e-sporlara da göz dikmiş durumda.

Bunun Arap kraliyet ailesinin gözüne kestirdiği yarış atlarını satın almasının modern bir versiyonu olduğunu düşünmeyin. Suudi Arabistan'ın planı devlet destekli ve sanıldığından daha sistematik. Krallık, sporu petrol gelirlerini ekonomiye kazandırmanın ve daha büyük bir hizmet sektörü yaratıp turizmi canlandırmanın bir yolu olarak görüyor. Böylece ülkede reformları hızlandırmayı hedefliyor. Küreselleşmiş, tüketimci, sporcu bir kültürün yayılması, Suudi Arabistan'ın dini muhafazakarlıktan uzaklaşarak sosyal normlarını değiştirmesine ortam sunabilir.

Suudilerin bu çılgınlığı, spora yönelik kurumsal sermaye akışındaki artışı gözler önüne seriyor. Bu kapsamda 2020'nin başından bu yana 100 milyar doların üzerinde özel sermaye yatırımı yapıldı. Amerikan beyzbol, basketbol, hokey ve futbol ligleri (kısmen kendi kendini besleyen karteller oldukları için) güvenilir nakit akışına sahip markalar içeriyor. Küme düşme ihtimali olan Avrupa futbol takımları daha riskli ama onların da büyük taraftar kitleleri var ve bu bazen hafife alınıyor. Ülkelerin diğer büyük yatırımcıları da faaliyette. Fransız kulübü Paris Saint Germain, geçen yıl Dünya Kupası'na ev sahipliği yapan Katar'ın bünyesinde. Ayrıca bir basketbol takımı olan Washington Wizards'ın hisseleri de Katar'da. Bloomberg'e göre Avrupa'nın en büyük 98 futbol kulübünden 17'si artık devletler ya da kurumsal sermaye tarafından destekleniyor.

Yeni yatırımcıların çoğu dijital kırılmayı bir fırsat olarak görüyor. Seyirciler geleneksel televizyonu terk ettikçe ve Amerika'da spor yayınlarını içeren kablolu yayın paketlerinden "vazgeçtikçe" gelirler azalıyor. Eski medya şirketleri için bu bir kabus: Disney, devasa ve gerileyen spor ağı Espn'den pay alacak bir yatırımcı arıyor. Takımların ve markaların cevval sahipleri içinse dijital dönüşüm, izleyicilere daha sürükleyici ve interaktif bir deneyim sunma ve spora doğrudan erişme vaadi veriyor.

Taraftarlar genellikle değişiklikten korkar ve değişimin sevdikleri bir şeyi mahvedeceğini düşünürler. Ancak spor sadece oyuncular arasında değil, aynı zamanda seyirciler arasında da rekabet yaratır. Rakip eğlence biçimleri de yerinde saymaz. İtalyan futbol ligi Serie A, değişimin çok yavaş olması halinde neler olabileceğini gösteriyor. Lig gelirleri düşüyor, takımlar düşük performans gösteriyor. Çoğunlukla da zarar ediyorlar. Avrupa futbolunun yıllık 7 milyar doların üzerinde bir maliyeti var ve bu rakama oyuncuların ücretleri dahil değil. Buna rağmen düzlüğe çıkamıyor. Belki taze para akışı Avrupa futbolunun bu seyrini değiştirebilir.

Bunun yanında, yaşanan sorunlar yeni futbolseverleri cezbedecek gelişmeler de doğurabilir. İngiliz Premier Ligi 1991'de dünyanın geri kalanıyla bağlarını kopardı ve şu anda dünyanın en başarılı futbol müsabakalarını düzenliyor. Hint Premier Ligi 2008'de faaliyete geçti ve kriket dünyasına milyonları çekmeyi başardı. Formula 1, Netflix'te yayınlanan "Drive to Survive" dizisi ve tüketiciye yönelik yayınlarla genç bir izleyici kitlesi yakaladı. Amerikan futbol ligi MLS'in naklen yayınlanması için Apple 2,5 milyar dolarlık bir yatırım yaptı. Katar ise 25 milyon oyuncusuyla tenise rakip olan Padel'i destekliyor. Tüm bunların nelere sebep olacağını kestirmek zor.

O halde yaşanan bu sorunların aslında yeni gelişmelere gebe olduğu açık. Ancak Suudi Arabistan iki itirazla daha karşı karşıya. Birincisi, kâr amacı gütmeyen ve geniş kaynaklara sahip resmi bir aktör olması. Spor rekabetçi dengeler ister, yani bir kulüp sahibi en iyi oyuncuları satın alırsa teorik olarak her seferinde kendi takımı kazanacaktır ve bundan oyun zarar görecektir. Bu riski dikkate almak gerekir. Bununla birlikte, onlarca yıldır harcanan büyük paralara rağmen hiçbir takım futbolu domine etmeyi başaramadı. Suudi Arabistan'ın oyuncular için harcadığı para, Avrupa futbolunun yıllık işletme maliyetinin sadece %6'sına denk geliyor. Kurdukları "asi lig" ise golfü karıştırmış durumda.

Diğer itiraz konusuysa Suudi Arabistan'ın gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayeti dahil olmak üzere insan hakları konusundaki kötü sicili. Batı'nın Rusya gibi düşmanları sporu kapsayan yaptırımlarla karşı karşıya. Ancak krallık bu kategoride değil. Amerika ve Avrupa 2022'de Suudi Arabistan'la petrol ve silah da dahil olmak üzere 140 milyar dolarlık ticaret yaptı. Her ikisi de stratejik açıdan spordan daha hassas konular. Bazı kulüp sahipleri nüfuz elde etse de spor varlıklarının sahibi olmak Batı kamuoyunun ya da hükümetlerinin körleşmesine neden olmuyor. Chelsea'yi satın alarak Britanya'nın elit kesiminin gözüne giren oligark Roman Abramovich bile yaptırımlardan kaçamadı.

Milli güvenlik, refah ya da ahlaki gerekçelerle kısıtlanan faaliyetler dünya çapında artıyor: Örneğin yarı iletken endüstrisini, sosyal medyayı, enerji ve silah sektörlerini düşünün. Bu listeye sporu da dahil etmek büyük bir hata olur.


Bu yazı, The Economist’in web sitesinde 10 Ağustos 2023 tarihinde “Kicking Up a $10bn Sporting Storm” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.