×
KÜLTÜR
10.03.2024

ANALİZ

“Ulusal Muhafazakârlık” Küresel Siyaseti Kuşatıyor?

Ulusal muhafazakârlar, güçlü devlete karşı herhangi bir şüphe duymuyor. Onlar, sıradan insanların küresel güçler tarafından kuşatıldığını ve devletin onların kurtarıcısı olduğunu düşünüyor.
RONALD REAGAN ve Margaret Thatcher 1980'lerde yeni bir muhafazakârlık anlayışı inşa ederken bunu “piyasa” ve “özgürlük” üzerine kurdular. Günümüzde Donald Trump, Viktor Orban ve Batılı siyasetçilerden oluşan rengarenk bir ekip bu ortodoksiyi yerle bir etti ve onun yerine milli egemenliği bireyin önüne koyan devletçi, "uyanma karşıtı" bir muhafazakarlık inşa etti. Bu milli muhafazakârlar, ortak bir ideolojiye bağlı düşünür ve liderlerden oluşan kendi ağlarına sahip küresel bir hareketin parçası haline geliyor. Şu anda muhafazakârlığa kendilerinin sahip olduğunu düşünüyorlar ve haklı olabilirler.

İsmi ne olursa olsun, milli muhafazakarlık Reagan ve Thatcher'ın fikirlerinden çok da farklı olamaz. Milli muhafazakârlar, güçlü devlete karşı herhangi bir şüphe duymuyor. Onlar, sıradan insanların küresel güçler tarafından kuşatıldığını ve devletin onların kurtarıcısı olduğunu düşünüyor. Reagan ve Thatcher'ın aksine, bu grup egemenliğin çok taraflı örgütlerde toplanması fikrinden nefret ediyor, serbest piyasaların elitler tarafından manipüle edildiğinden şüpheleniyor ve göç fikrine şiddetle karşı çıkıyor. Çoğulculuğu, özellikle de çok kültürlülüğü küçümsüyorlar. Milli muhafazakârlar, dünyevileşme ve küreselleşme tarafından lekelendiğini düşündükleri kurumları ortadan kaldırmaya kafayı takmış durumdalar.

Eski ekolden gelen William Buckley bir keresinde "Muhafazakâr, tarihin karşısında durup, dur diye bağıran kişidir" şeklinde bir espri yapmıştı. Böyle bakarsak, milli muhafazakârlar devrimci bile kalıyor. Batı'yı tepedeki parlayan şehir olarak değil, çöküşten önceki Roma olarak görüyor; çökmüş, ahlaksızlaşmış ve barbar istilasının ortasında yıkılmaya yüz tutmuş bir Roma. İlerlemeye direnmekle yetinmez, klasik liberalizmi de ortadan kaldırmak isterler. 

Bazıları bütün bu sürecin sona ermesini bekliyor. Onlara göre milli muhafazakârlar bir tehdit oluşturamayacak kadar tutarsız. İtalya başbakanı Giorgia Meloni Ukrayna'yı destekliyor; Orban'ın ise Rusya'ya karşı bir zaafı var. Polonya'daki Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) eşcinsel karşıtı iken Fransa'daki Marine Le Pen hoşgörülü. Dahası, bu milli egemenlik takıntısı yüzünden insanların durumu giderek kötüleşecek, zira ticaret çökecek, ekonomik büyüme duracak ve sivil haklar kısıtlanacak. Seçmenler de bu durumda liberalizmin yarattığı dünyayı restore etmeyi yeğleyecek deniyor.

Ancak bu yaklaşımı benimseyenler mazur görülemeyecek kadar rahat davranıyor. Milli muhafazakârlık bir tür şikâyet siyaseti: Eğer izlenen politikalar kötü sonuçlara yol açarsa, liderleri suçu küreselcilere ve göçmenlere atacak ve bunun dünyanın aslında ne kadar kötü durumda olduğunu kanıtladığını iddia edecekler. Tüm çelişkili özelliklerine rağmen milli muhafazakârlar; göçmenler (özellikle de Müslümanlar), küreselciler ve bunların sözde destekçileri de dahil olmak üzere pek çok ortak düşmana karşı birleşebiliyorlar. Amerika'daki seçimlere dokuz ay kala Trump NATO'nun altını oymaya başladı bile.

Milli muhafazakârlar öncelikle seçilme ihtimalleri nedeniyle ciddiye alınmayı hak ediyor. Trump Amerika'daki anketlerde önde gidiyor. Aşırı sağın Haziran ayında yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde başarılı olması bekleniyor. Almanya'da Aralık ayında aşırı sağcı Almanya için Alternatif Partisi anketlerde %23 ile rekor kırdı. Rishi Sunak'ın seçimi kaybedeceğini öngören Brexit yanlısı ve göç karşıtı Muhafazakârlar, partiyi ele geçirme planları yapıyor. 2027 yılında Le Pen Fransa'nın cumhurbaşkanı olabilir.

Milliyetçi muhafazakârlar çok önemli çünkü iktidara gelmeyi başardıklarında her şey değişiyor. Mahkeme ve üniversite gibi devlet kurumlarını ve özgür basını ele geçirerek iktidarlarını sağlamlaştırıyorlar. Orban'ın Fidesz partisinin Macaristan'da yaptığı da bu. Amerika'da Trump otokratik tasarımları konusunda açıkça konuştu. Kendisi için çalışan isimlerin izleyecekleri politikaya dair hazırladıkları belgelerde federal bürokrasiyi ele geçirmeye yönelik bir program yer alıyor. Kurumlar zayıfladığı zaman onları eski haline getirmek zor olabilir. Geçen yılki seçimlerde iktidardan düşen PiS'in de Polonya'daki gündemi aynıydı. Onu mağlup eden merkez sağ koalisyon şimdi kontrolü ele almak için mücadele ediyor.

O halde klasik muhafazakârlar ve klasik liberaller milli muhafazakârlıkla nasıl mücadele edecek? Bu soruya verilebilecek cevaplardan biri, insanların meşru şikayetlerini ciddiye almak olsa gerek. Pek çok Batılı ülkenin vatandaşları yasadışı göçün huzursuzluk yarattığını ve kamu kaynaklarını tükettiğini düşünüyor. Çocukları büyüyünce kendilerinden daha yoksul olacak diye endişeleniyorlar. Yeni teknoloji karşısında işlerini kaybetmekten korkuyorlar. Üniversiteler ve basın gibi kurumların düşman, illiberal, sol eğilimli elitler tarafından ele geçirildiğine inanıyorlar. Son yıllarda başarılı olan küreselciler onlara göre kendine hizmet eden, kibirli bir kastın üyeleri ve bir meritokrasi içinde zirveye çıktıklarına inanmak istiyorlar, oysa gerçekte başarıları kalıtsal.

Bu şikâyetlerin haklı yanları var, bunları küçümsersek sadece elitlerin ne kadar bihaber kaldıklarını kanıtlamış oluruz. Oysa liberaller ve eski tip muhafazakârların bunlarla başa çıkmak için bazı politikaları benimsemeleri gerek. Yasadışı göç önlenirse yasal göç kolaylaşır. Planlama konusundaki kısıtlayıcı yasalar gençleri konut piyasasının dışına itiyor. Kapalı dükkanların tamamen yıkılması gerekiyor. Liberaller, iddia ettikleri gibi gerçekten açık bir topluma sahip olmak için elit entelektüel kurumların (üst düzey işletmeler, gazeteler ve üniversiteler) sansüre ve kimliksel grup düşüncesine boyun eğmek yerine liberalizm ilkelerini benimsemeleri için çalışmalıdır. İlliberal sol ve illiberal sağ birbirlerinin can düşmanı olsalar da wokeness (ırkçılık karşıtı hareket) konusundaki çekişmeleri aslında birbirlerini besliyor.

Milli muhafazakârların, insanların yaşam tarzlarının tehdit altında olduğuna dair duyduğu endişeyi azaltmak için liberallerin de rakiplerinin bazı fikirlerine sahip çıkmaları gerek. Erdem çağrısı yapmak yerine, solun da illiberal olabileceğini kabul etmeliler. Eğer liberaller ifade özgürlüğü ve bireysel haklar gibi ilkeleri solun aşırılıklarına karşı savunamayacak kadar alıngan olurlarsa, bu ilkeleri sağa karşı savunma becerilerini de ciddi ölçüde zayıflatmış olurlar. Milli mitlerin ve sembollerin gücünü siyasi fırsatçılara bırakmak yerine, liberallerin vatanseverlik, yani kişinin ülkesini doğal olarak sevmesi konusundaki utançlarını aşmaları gerekiyor.

Liberalizmin en büyük gücü uyum sağlayabilmesi. Kölelik karşıtı ve feminist hareketler bazı insanların diğerlerinden daha önemli olduğu fikrini yıktı. Adalet ve insan onuru hakkındaki sosyalist argümanlar refah devletinin yaratılmasına yardımcı oldu. Özgürlük ve verimlilikle ilgili liberteryen argümanlar daha serbest piyasalara ve devlet gücünün sınırlandırılmasına yol açtı. Liberalizm de milli muhafazakarlığa uyum sağlayabilir. Şu anda, geride kalıyor.


Bu yazı, The Economist’te, “The growing peril of national conservatism” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.

--------------------------------------------


Görsel: Pete Ryan