×
AVRUPA

ANALİZ

Dünya Değişiyor Ama Avrupa Lehine Değil!

Avrupa’yı zor günler bekliyor. Ukrayna uzun sürecek bir yıpratma savaşına hazırlanırken, Kıta’nın Çin ile ekonomik ilişkileri gerginleşirken ve Trump ufukta belirirken, yeni bir strateji bulmak zorunda. Ama şu anda bundan uzak görünüyor.
AB LİDERLERİ, Avrupa için “stratejik özerkliğin” geleceğini tartışmak üzere zaman zaman bir araya geliyor.

Bu terim ilk olarak Donald Trump’ın ABD başkanı seçilmesinin ardından ortaya çıktı. O zamandan bu yana Avrupa’nın, Amerika’nın sert gücüne daha az bağımlı hale gelmesi arayışını ifade ediyor ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yakından ilişkilendiriliyor.

Önümüzdeki yıl yapılacak ABD başkanlık seçimleri üzerinde Trump’ın hayaleti dolaşırken, böyle bir tartışma fazlasıyla gerekli. Ancak stratejik özerklik, Avrupa’nın günümüz küresel düzenine nasıl uyum sağlayacağını düşünmek için temelde yetersiz bir yaklaşım.

Kıta hükümetleri şu sıralar kendilerini nasıl konumlandıracaklarını bulmaya çalışıyorlar. Bununla beraber, ABD ve Çin arasında artan jeopolitik rekabet, pek çok kişiye yaklaşan yeni bir soğuk savaşın yeni dünya düzenini ideolojik olarak iki blok halinde yapılandıracağını hayal etme fırsatı sundu. Böyle bir dünyada Avrupa’nın Çin karşıtı bir blokta ABD ile tam bir ittifak içinde olmasının mantıklı olduğu savunuldu.

Ancak Türkiye, Hindistan, Brezilya, Güney Afrika ve Suudi Arabistan gibi bölgesel güçlerin dünya sahnesinde sergiledikleri kendinden emin tavırlara bakıldığında, dünya nüfusunun çoğunluğunu temsil eden bu hükümetlerin söz konusu ikili ayrımı reddettikleri görülebilir. Bu noktada -Trump’ın yeni bir başkanlık ihtimali peşimizi bırakmazken- Amerika’nın çıkarlarının her zaman Avrupa’nınkilerle mükemmel bir şekilde örtüşmesi beklenemez.

Öte yandan, stratejik özerklik fikri oldukça kötü bir fikir olarak duruyor.

Macron’un tüm çabalarına rağmen stratejik özerklik şu ana kadar çoğunlukla bölünmeye yol açtı. Rusya’nın Ukrayna’ya açtığı savaş ve koronavirüs pandemisinin yol açtığı tedarik zinciri sorunlarından sonra Avrupalılar tek bir ülkeye aşırı bağımlı olmanın tehlikelerinin daha fazla farkına vardı. Ancak bu terim pek çok kişi tarafından diğer ülkeler için geçerli olmaktan ziyade temelde Amerikan karşıtı bir yaklaşım olarak görülüyor ki bu da Ukrayna Savaşı sırasında kendini gösterdi.

Dahası, özerklik arayışı fikri Avrupa’nın içgüdülerine ve çıkarlarına ters düşüyor. AB açık bir dünya için en büyük itici güçlerden biri olmuştur ama hiçbir zaman tamamen kendi kendine yeterli olamayacak. Bu nedenle AB’nin stratejisi tek başına ayakta durmak yerine ortaklık arayışıyla ilgili olmalı. Bu sebeple nerede ortaklıklara ihtiyaç duyduğunun ve bu ortaklıklar içerisinde sahip olduğu potansiyel gücün anlaşılması gerekiyor.

Dolayısıyla Avrupa stratejisine yönelik her türlü yaklaşım, dünyayı olmasını istediğiniz gibi değil, olduğu gibi analiz ederek başlamalı.

BRICS Zirvesi, Dağlık Karabağ’daki savaş ve Afrika’daki son darbeler dizisinin ortak noktası nedir? Hepsi de dünyanın büyük güçler tarafından yönetilmediğini gösteriyor. Çin ve Amerika ya da AB ve Rusya arasında artan rekabete rağmen, bu güçler artık yükselen bloklar tarafından tanımlanmayı reddeden iddialı bölgesel güçleri disipline edecek konumda değiller.

Avrupa’nın şu anda ihtiyaç duyduğu şey, kendi tanımlı çıkarları temelinde, diğer oyuncularla uygun şekilde hem iş birliği yapmasına hem de rekabet etmesine olanak tanıyan bir strateji.

Yeni bir politika raporunda, bu yaklaşım “stratejik karşılıklı bağımlılık” olarak çerçeveleniyor. Dünyayı olduğu gibi gören, bağımlılıkla ilişkili tehlikeler konusunda açık görüşlü olan ve ayrışma fikrine karşı çıkan bir strateji. Bu, Avrupa’nın kilit oyuncularla ilişkiler kurarak kendi etkinliğini korumasına ve aynı zamanda çıkarlarına meydan okuduklarında onlara karşı durmasına olanak tanıyan bir yaklaşım.

Stratejik karşılıklı bağımlılık fikri üç temel üzerine oturmalı: İlk olarak Avrupa politikaları, karşılıklı bağımlı bir dünyada ayrışmanın gerçekçi olmayacağı fikriyle biçimlenmeli, ama aynı zamanda dünyanın geri kalanının bu kavramı reddetmesi halinde Avrupa’nın çıkarlarının zarar görebileceği anlayışıyla şekillendirilmeli. Elbette, potansiyel olarak düşman ülkelere aşırı bağımlılıktan kaçınmanın mantıklı olacağı alanlar -örneğin önemli hammaddeler- vardır. Ancak ayrışma dürtüsü, riski azaltmak ve önemli bölgesel güçlerle ilişki kurmaya yatırım yapmak lehine mümkün olduğunca kısıtlanmak durumunda. Bun noktada AB, soğuk savaş tarzı bloklardan oluşan bir dünyaya karşı olduğunu söylemeli ve buna uygun hareket etmeli.

İkinci olarak, Avrupa dış politikası kendisini siyaseten bir arada yaşama ve rekabet dünyasına hazırlamaya odaklanmak durumunda. AB, diğer ülkelerdeki rejimleri değiştirebileceğini varsaymamalı ve onlarla birlikte yaşamalı. Amaç, dünyayı demokrasi için güvenli hale getirmekten ziyade, Avrupa demokrasilerini dünya için güvenli hale getirmek olmalı ve bu konudaki çaba evde başlamalı. AB, siyasi parçalanmayı şiddetlendirmekten kaçınmak için küreselleşmenin yerel kaybedenlerini telafi edecek programlara yatırım yapmalı ve onlara Avrupa hükümetlerinin kendi yanlarında olduğu hissini vermeli.

Son olarak, Avrupalılar eskisini korumaya çalışmak yerine yeni bir dünya düzeni inşa etmek için ortaklar aramalı. Benzer düşünen devletler arasında oturup küresel sorunlara ikili ve çok taraflı çözümler üzerinde anlaşmak güven artırıcı olsa da günün en büyük zorluğu farklı konularda yeni ortaklara ulaşabilmek.

Kısa süre önce duyurulan Hindistan-Ortadoğu-Avrupa ekonomik koridoru, Avrupa’nın daha fazla yatırım yapması gereken bu tür girişimlere mükemmel bir örnek. Latin Amerika ile AB Dijital İttifakı ve Global Gateway gibi genişleyen örnekler de aynı şekilde görülebilir. Blok ayrıca ortaya çıkmakta olan bazı yeni Batılı olmayan kurum ve süreçleri de yakından takip etmeli ve potansiyel olarak katılmaya çalışmalı.

Avrupa’yı zor günler bekliyor. Ukrayna uzun sürecek bir yıpratma savaşına hazırlanırken, Kıta’nın Çin ile ekonomik ilişkileri daha da gerginleşirken ve Trump ufukta belirirken, bir araya gelmek önemli.

Bu potansiyel krizleri atlatmadaki başarı ve başarısızlık arasındaki kritik farkı yaratacak olan şey, şu ya da bu moda sözcüğü benimsemek değil. Eğer Avrupa dünya sahnesindeki rolünü arttırmak istiyorsa, çıkarları ile değerlerini nasıl koruyacağı konusunda çok daha açık fikirli olması gerekecek. 


Bu yazı, Politico’da “The world is changing — and not in Europe’s favor” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.