×
AVRUPA

ANALİZ

“Batı, Gecikmiş Bir Hesaplaşmaya Hazırlanmalı!”

Beş temel eğilim, küresel düzeni değiştiriyor. Batı'nın artık bir zamanlar yaptığı gibi dünyaya kendi "liderliğini" empoze etmek yerine çok kutuplu bir dünyaya uyum sağlamak için adımlar atması gerekiyor.
BATI SONRASI, çok kutuplu küresel düzen devreye giriyor. Dünya, iktidardaki bu değişimin sonuçlarıyla boğuşurken, büyük bir hesaplaşmanın temelleri şekilleniyor. Bu hesaplaşma, Batı'nın son birkaç yüz yıldır dünya üzerinde kurduğu hakimiyeti sürdürmesine imkan veren inançlara ve yapılara meydan okuyacak. Aynı zamanda Batı'nın küresel hiyerarşiye liderlik etme kabiliyetinin temel dinamiklerini ve karakterini de ortaya koyacak. En sonunda ise bildiğimiz şekliyle uluslararası ilişkilerin, önemli ölçüde yeniden değerlendirileceği bir düzlem şekillenecek.

Bugün bu büyük hesaplaşma, beş ana eğilim tarafından yönlendiriliyor. Söz konusu beş ana eğilim, Batılı ulusları çok kutuplu bir dünyada gücü, dünyanın geri kalanıyla paylaşmak durumunda kalacakları bir gelecekle yüzleşmeye ve buna uyum sağlamaya zorluyor. Bu eğilimlerin dikkate alınmaması veya bunlara karşı güçlü bir direnç oluşturulması, yalnızca Batı'nın kendisi için değil, aynı zamanda küresel istikrar için de önemli riskler oluşturacaktır. Yine de bu değişim dönemi, yerleşik ayrıcalıkları tehdit eden bir kriz olarak değil de, daha adil bir dünya inşa etmek için bir fırsat olarak görülürse, o zaman gelecekteki çatışmalardan da kaçınılabilir.

Dikkate alınması gereken beş eğilim

Batı'yı hangi geleceğin beklediği (çok kutupluluğa doğru yumuşak bir geçiş mi yoksa istikrarsızlık ve potansiyel çatışma dönemi mi), büyük ölçüde politika yapıcıların aşağıdaki beş eğilime nasıl tepki vereceğine bağlı olacak.

Söz konusu beş eğilimden birincisi, modern dünyaya ilişkin şimdiye kadar anlatılan tarihin çözülmesidir. Batı, bütün sömürge tarihi boyunca, kendisini modern uygarlığın yaratıcısı ve yardımsever bir yol gösterici güç olarak göstermeyi seçerek, olayların seçici yorumunu/anlatımını benimsedi ve pekiştirdi. Bu durum artık değişiyor; İnternet ve sosyal medya gibi bilgi teknolojileri, bir zamanlar Batılı bekçilik kurumlarının (medya şirketleri, üniversiteler, kitap yayıncıları ve daha fazlasının) bilgi ve tarih üzerinde sahip oldukları tekeli kırdı. Sonuç olarak, dünyanın dört bir yanındaki insanlar, tarihin (iyilikseverlik projeksiyonu da dahil) artık Batı yorumuyla sınırlı olmadığının farkına varıyor. 

Bunun önemli bir bileşeni, Batı'nın kendi kusurlu geçmişini kabul etmekte sık sık başarısız olması oldu. Başkalarının eksik ve hatalarını büyütmesine rağmen, Batı, ilk Amerikan öncülerinin kıtadaki “yerli kültürleri” yok etmesi, Avrupa'nın Afrika kıtasını sömürmesi veya Avustralya'nın yerli halklara muamelesi gibi kendi tatsız tarihleri hakkında sessiz kaldı. Bu tarihsel olayları ele almak, bu olayların esas olarak mevcut Batı davranışını biçimlendirmiş olması dolayısıyla ayrı bir öneme sahip. 

Batılı olmayan uluslar artık kendi ülkelerinin ve topluluklarının keşfedilmesi, anlaşılması ve anlatılması gereken uzun bir geçmişe sahip olduğunu açıkça ortaya koyabilir. Batı, bu yeni eğilimi inkar ederek üstünü örtmeye çalışmak yerine bu eğilim ve sonuçlarını dikkate almalı. Hindistan hükümetinin İngiltere’yi Hindistan'dan çalınan hazineleri iade etmeye zorlamak için devam eden diplomatik çabalarını düşünün.

Küresel arenada yükselen ikinci eğilim, “kurallara dayalı” uluslararası düzenin yeniden değerlendirilmesidir. Washington'daki politika yapıcılar bunu duymaktan hoşlanmayabilir, ancak bu kavram, dünya genelinde büyük bir alay konusu. Zira kavram, dünya genelinde, Batı tarafından küresel meseleleri kontrol etmek ve hegemonyayı sürdürmek için kullanılan bir araç olarak görülüyor. Söz konusu kuralların Batı tarafından tekrar tekrar ihlal edilmesi nedeniyle dünya genelinde Batılı uluslara karşı büyüyen büyük bir kızgınlık var, bu da bütün olumlu yönlerine rağmen bu düzenin meşruiyetinin sorgulanması anlamına geliyor.

Gücün daha fazla ulusa dağıtılmasının mevcut dünya düzenini dönüştürdüğü ve eş zamanlı olarak yeni fırsatlar ve zorluklar yarattığı gerçeği, bu artan hayal kırıklığıyla aynı zamana denk geliyor. Bu noktada Çin, Batılı ulusların yapmak isteyip de yapamadığı bir hamleyle, “barış sağlamak” ve “iklim değişikliğine odaklanmak” gibi küresel bir söyleme yaslanmak suretiyle belirgin bir konum üstlendi. Benzer şekilde, BAE ve Endonezya gibi küçük ülkeler ve ayrıca Hindistan da bu güç dağılım denkleminde kendini göstermeye başlıyor.

Yirmi birinci yüzyılda daha fazla ülke kendi yörüngesini belirledikçe, Batı’nın uluslararası güç dengesindeki değişimi kabul etmesi gerekiyor. Kendi iradesini başkalarına empoze etmeye devam edemez. Çin'in ve diğer ulusların yükselişi bunun kanıtı. Batı, bu yeni gerçeklikle uzlaşmalı. Bu kapsamda Batı, ulusların kendilerini “bir tarafla” ya da diğeriyle aynı safta tutmaya zorlamak yerine kendi çıkarları doğrultusunda hareket ederek birlikte yaşamayı taahhüt ettikleri, yeni, daha pragmatik ve çok kutuplu bir yaklaşımı kabul etmeli.

Küresel düzeyde yükselen üçüncü eğilim, Batının sıkça başvurduğu “dünya üzerinde barışı koruma” maskesinin düşürülmesidir. Kendini küresel güvenliğin garantörü olarak tasvir etmesine rağmen, dünyanın çoğu artık ABD'yi ve Avrupa'yı gerçek barışı desteklemekle ilgilenmek yerine savaştan çıkar sağlayan ülkeler olarak görüyor. Batı askeri-endüstriyel kompleksi (özellikle ABD'ninki) o kadar güçlü ki, bu kompleksin, dünya genelinde savaştan çıkar sağlamak için çatışmaları sürdürdüğü ve bu bağlamda da dış politikaları yönlendirdiği artık iyi biliniyor.

Şu anda, ABD ve NATO müttefikleri, küresel askeri harcamaları artırma eğiliminde. Amerika, savunmaya sonraki on ülkenin toplamından daha fazla harcama yapıyor. Benzer şekilde, Pentagon bütçesinin neredeyse yarısının her yıl özel yüklenicilere gittiği ve askeri-endüstriyel kompleksin ABD Kongresi yarışlarına milyonlarca dolar bağışladığı biliniyor. Böylelikle, bu askeri-endüstriyel kompleks, devleti ele geçirmek suretiyle savunma bütçelerinde önemli artışlar için fırsat oluşturuyor.

Bugün Batı dışındaki ülkeler, küresel barış çabalarına liderlik etme konusunda tek başına Batı'ya güvenilemeyeceğini anlamış durumda. Özellikle de Batılı ekonomi düzeni, küresel çatışmalardan beslenmeye ayarlanmışken. Bu kapsamda, küresel ölçekte olumlu değişimler yaşanıyor. Çin, örneğin Suudi Arabistan ve İran arasında çığır açan barış anlaşmalarına aracılık ediyor. Endonezya'da Joko Widodo, Hindistan'da Narendra Modi ve Brezilya'da Lula da Silva gibi dünya liderleri, modern çatışmaların çözümü için barışçıl tavırlar sergiliyor.

Sürmekte olan dördüncü eğilim, egemen Batı finans sisteminin küresel düzeyde tahtının sallanmasıdır. Batı'nın sahip olduğu finansal gücü jeopolitik avantaj ve amaçlar için bolca kullandığı bir sır değil. Politika yapıcılar ve uzmanlar açıkça “finansın silaha dönüştürülmesinden” ve Batı'nın niyetlerine uymayan ülkelere yaptırım uygulanmasından bahsediyorlar. Aynı şekilde, ABD ve müttefiklerinin egemen devletlerin (Afganistan, Venezüella, Rusya vs.) rezervlerini dondurma ve hatta bunlara el koyma yeteneği, dünya çapında şok dalgaları oluşturuyor.

Bu ve Batı'nın -2007-2008 mali krizi gibi yıkıcı krizlere ve küresel yansımaları olan Silikon Vadisi Bankası'nın yakın zamanda çökmesine neden olan- mali açgözlülük ve uygunsuzluk konusundaki geçmişi nedeniyle, Batı'ya olan güvensizlik ve reddedilme finansal yapılar büyüyor.

Bugün dünya genelinde, ABD'ye yıllar öncesinde dolar üzerinden tanınan küresel imtiyazı ortadan kaldırmak üzere çalışmalar yapılıyor. ABD para biriminin küresel rezervler içindeki payı 2001'de yüzde 73'ken geçen yıl yüzde 47'ye düştü. Bu, küresel finans sisteminde yaşanan, büyük bir dolarsızlaştırma dalgasına işaret ediyor. Ek olarak, ülkeler SWIFT sistemine alternatifler arıyor. Zira SWIFT sistemi, Batı merkezli yaptırımlara yardımcı olmak için de kullanılıyor. Bu nedenle de küresel çoğunluk alarma geçirmiş durumda. İstikrarlı para birimlerine sahip ülkeler nüfuz kazandıkça, ortaya jeopolitik ittifakları, ekonomik diplomasiyi ve uluslararası kurumlar içindeki güç dengesini yeniden şekillendiren çok kutuplu bir ekonomik düzen çıkıyor. Bu değişiklik, gelişmekte olan ülkelere para birimlerini ve para politikalarını yönetmede daha fazla esneklik sağlayabilir ve Batı'nın tek taraflı yaptırım uygulama kapasitesini sınırlayabilir. Dahası, BRICS ülkeleri son zamanlarda G7'yi GSYİH açısından geride bırakması asılında küresel düzeyde ekonomik gücün yeniden dağılımına; ticaret, yatırım, altyapı ve kalkınma yardımı alanlarında yeni işbirliklerine dayalı bir geleceğe işaret ediyor.

Beşinci ve son olarak, dünya genelinde Batı basınının güvenilirliğiyle ilgili dikkate değer bir çöküş var. Son birkaç yılda tekrarlanan eksiklikler, Batı medyasının mevcut dünya düzeninin Batı merkezli yapısını (genellikle diğer ülkelerin zararına olacak şekilde) sürdürmedeki rolüne dair küresel farkındalığı artırıyor. Bu farkındalık, kritik bir dönemece geliyor.

Ukrayna ihtilafının ezici bir çoğunlukla tek taraflı olarak yayınlanması, uzun süredir devam eden Rusya-Ukrayna ilişkisindeki ulusal ve bölgesel jeopolitik karmaşıklıkları ve NATO'nun Avrupa'daki genişleme tarihini düzenli olarak gözden kaçırır. Dahası, Yemen, Myanmar ve Filistin'deki Batı dışı çatışmaların yetersiz ve önyargılı haberleştirilmesi, küresel düzeyde ihmal, önyargı ve hatta ırkçılık suçlamalarına yol açtı.

Duvardaki yazı

Bir inkâr yankısı içinde faaliyet gösteren Batılı hükümetler, dünyanın dört bir yanındaki dostlarına ulaşmalı ve kendileri dışında herkes için aşikar olan bir şeyi anlamalı: Dünya, Soğuk Savaş sonrası dönemdeki gibi değil. Eski usuller bitti ve Batı'nın bir zamanlar sahip olduğu uluslararası meşruiyet şöyle dursun, siyasi ve finansal gücü zayıfladı. Batılı ülkeler, işlerin her zamanki gibi devam etmesi konusunda inatla ısrar etmek yerine, bu değişen uluslararası ortama uyum sağlamalılar. Bunu yapmamak, dünyayı daha tehlikeli bir yer haline getirecek ve Batı'nın güvenilirliğini ve etkisini daha da aşındıracak.


Bu yazı 08 Haziran 2023 tarihinde, “The West Must Prepare for a Long Overdue Reckoning” başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak yapılan çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.

CHANDRAN NAIR

Hong Kong merkezli düşünce kuruluşu Global Institute For Tomorrow'un (GIFT) kurucusu ve CEO'su. Dismantling Global White Privilege: Equity for a Post-Western World kitabının yazarı.