×
KÜLTÜR

ANALİZ

Batı ve Çin’in Ortak Kaderi: Tekno-Devlet ve Ehlileştirilmiş Birey

Modern toplumlar, kamudaki hakim anlatıya muhalif ve sorunlu gördükleri insanları bir düğmeye basarak yola getirmenin her geçen gün daha kolay olduğunu gördükçe, bu düğmeye daha sert ve sık basmaktan kendilerini alamayacaklar.
GÜNÜMÜZ DÜNYASINI açıklamak için kullanılan yaygın bir anlatı var. Bu anlatıya göre, ABD ve Çin arasında “demokrasi ve otokrasinin savaşını” ifade eden yeni bir Soğuk Savaş başlıyor. Küresel yönetişimin geleceği bu savaşın kazananı tarafından belirlenecek. Tıpkı bir zamanlar liberal demokrasinin faşizm karşısında yaptığı gibi. Elbette dehşetli bir sıcak savaş kazanan tarafı erkenden tayin etmezse.

Jeopolitik rekabet birçok bakımdan sıcak savaşa dönüşme potansiyeline sahip. Ancak yine de böyle bir anlatı yeterince açıklayıcı değil. Çünkü en temel siyasi meseleler söz konusu olduğunda Çin ve ABD ayrışmanın aksine birbirlerine daha çok benziyor. Diğer bir ifadeyle her iki süper güç de henüz tam olarak gerçekleşmemiş olan aynı teknokratik-yönetimci sistem üzerinde uzlaşıyor.

"Yönetimcilik"

James Burnham ve George Orwell tarafından “yönetimcilik” olarak tanımlanan bu sistem, yeni bir profesyonel yöneticiler sınıfının ürünü. Bu yeni sınıf, teknik ve kitlesel örgütlerin genişlemesi, yöneticilerin çoğalması ve toplumun yönetsel uzmanlığa teslim olmasına yönelik ortak çıkarlar etrafında şekilleniyor. Sistemin temelinde ise yeterince ilerlemiş bir bilimsel teknik sayesinde toplumun ve insanın karmaşıklığı da dahil olmak üzere her şeyin bir makine gibi anlaşılabileceği, yönetilebileceği ve kontrol edilebileceği fikri yatıyor.

Yönetimcilik, 20. yüzyılın ideolojik savaşlarının gerçek galibi olarak ortaya çıkmıştı. Orwell’in 1945’te öngördüğü üzere “Kapitalizm yok oluyor, fakat Sosyalizm onun yerini almıyor. Şimdi ortaya çıkan şey, yeni bir tür planlı, merkezi toplum. Bu yeni toplum ise ne kapitalist ne de kelimenin tam anlamıyla demokratik olacak.” Çin böyle bir totaliter geleceğe doğru ilerlerken Batı da hemen gerisinden onu takip ediyor.

Bu süregelen yakınlaşmanın sadece bir yönünü anlamak için, Çin’in Zhejiang eyaletinde bir zamanlar küçük bir pitoresk kasaba olan Fengqiao’ya (Maple Bridge) bakmalıyız. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve diğer yetkililer “Fengqiao deneyimi” ile ilgili memnuniyetlerini her fırsatta dile getirmekten zevk duyuyor olsa da korkarak belirtmeliyim ki bu bir turizm paketi değil. Aksine, 60’lı yıllarda Fengqiao, Mao Zedong’un gözünde örnek bir kasaba olarak ortaya çıkmıştı. Ülkenin başka yerlerinde Komünist Parti mensupları, etrafta dolaşarak “gerici unsurları” tespit edip toplamak zorunda kalırken, Fengqiao’da insanlar bu işi kendileri hallediyordu. Kasabadan gelen bir rapor Mao’yu şöyle bilgilendiriyordu: “Tek bir kişiyi bile toplamamız gerekmedi ama yine de düşmanların büyük çoğunluğunun icabına bakıldı.”

İşte böylece Mao’nun kurmak istediği “kitlelerin diktatörlüğünün” gerçek bir örneği ortaya çıkmış oluyordu. Mao partiyi Fengqiao deneyiminden bir şeyler öğrenmeye teşvik ederek Komünist Parti’nin tahayyülündeki sert topraklarda kök salacak bir tohum ekti. Bu tahayyül, bir gün pratikte Çin sosyalizmine uygun olarak kendi kendini yönetecek olan bir toplumu öngörüyordu.

Bugün Başkan Xi bu fikri dijital devrimin sağladığı yeni araçlarla yeniden canlandırarak modernize etti. Buna göre, “sosyal yönetişim” olarak da bilinen Fengqiao tarzı geleneksel kitle izleme ve kontrol yöntemleri, internetin sağladığı hareket imkânı ve geniş dijital gözetim aygıtıyla donatılmış oldu.

Bu girişimin deyim yerindeyse tacındaki mücevher olarak Çin’in yeni filizlenen “sosyal kredi” sistemi düşünülüyor. Sistem her bir kişiye, şirkete ya da kuruluşa bir “sosyal kredi” puanı vermeyi amaçlıyor. Bu, finansal kredi puanına benziyor. Gözlemlenen davranışlara ve diğer “risk faktörlerine” dayalı olarak, puan, bir birey veya işletmenin ne kadar “güvenilir” olduğunu gösterecek. Puanı yüksek olanlar, seyahat, kredi, konut, yüksek öğrenim ve hatta sağlık hizmetlerine öncelikli erişim gibi avantajlara sahip olacak. Puanı daha düşük olanlar ise finansal sisteme erişimlerinin engellenmesi, lüks mal veya gayrimenkul satın almalarının yasaklanması veya çocuklarının belirli okul ve üniversitelere kabul edilmemesi gibi cezalarla karşı karşıya kalacak.

Daha da önemlisi, sistem sosyal bir yapıya yönelik olarak tasarlanıyor. Düşük puanlılar kamuya açık bir şekilde internette veya reklam panolarında listelenerek ifşa ediliyor. Hatta bazı flört uygulamaları sistemlerine sosyal kredi puanını dahil etmeyi planlıyor. En önemlisi, düşük puanlı kişilerle çok fazla ilişki kurmak kişinin kendi sıralamasını düşürme riski taşıdığından, insanlar sistemin “güvenilmez” dediği kişilerle ilişki kurmaktan kaçınacaktır. Böylece, bu kişilerin toplumdan tecrit süreci hızlanmış oluyor. İnsan zihninin bu şekilde oyunlaştırılmasının amacı ise yönetsel makineye uygun bir “yeni insan” yaratmak. Bu da her zaman ve her yerde yönetimciliğin kontrol takıntısının kaçınılmaz sonucu olarak ortaya çıkıyor.

Bu tür bir toplum mühendisliği her zaman etkili olmuştur. Örneğin, 2000’lerin sonlarında ya da 2010’ların ortalarında Çin’i ziyaret ettiğimde, herkesin kırmızı ışık yanarken karşıdan karşıya geçtiğine şahit olmuştum. Bu durum hayatın basit bir gerçeğini ifade ediyordu. Daha geniş bir ifadeyle bu, Çin köylüsünün kim bilir kaç yüzyıllık pragmatizmi tarafından kökleştirilmiş kültürel bir sabiteydi. Bugün kimse, en azından şehirlerde, kırmızı ışıkta geçmiyor. Çünkü geçerlerse bir yüz tanıma sistemi kimliklerini tespit ediyor. Daha sonra hem bu kişilere para cezası kesiliyor hem de isim ve kimlik numaralarıyla birlikte fotoğrafları kavşağın yanındaki utanç panosuna asılıyor. Bu sayede, tüm o yüzyıllar boyunca gelişmiş kültürel tutumlar, makine tarafından sadece birkaç yıllık şartlandırmayla başarılı bir şekilde ortadan kaldırılmış oluyor.

Batı yakasında durum ne?

Bu durum, Batılı liberal demokrasilerde yaşananlardan çok da farklı değil. Haziran ayında İngiliz bankası Coutts, hiçbir açıklama yapmadan Nigel Farage’ın hesabını kapattı. Ardından 10 banka daha Farage’a hizmet vermeyi reddetti. Daha sonra Farage tarafından elde edilen “itibar riski” belgeleri, Coutts’un Farage’ın hesabını kapatma gerekçesini ortaya koydu. Bu belgeler, Farage’ın “kapsayıcı bir kuruluş olan Coutts’un pozisyonuyla çelişen kamuoyuna açık görüşleri nedeniyle artık kurumla uyumlu olmadığı” yönünde ifadeler içeriyordu. Farage’ın sabıka kaydında yer alan korkunç günahlar arasında Donald Trump ve aşı yaptırmayan tenis şampiyonu Novak Djokovic ile arkadaş olmak, Brexit için kampanya yürütmek, “Net Zero karşıtı” olmak, “yabancı düşmanı ve ırkçı olarak görülmek” ve bazı söylentilere göre okul çağındayken “faşist” olmak yer alıyordu.

Bu olayda, banka, saygın bir siyasetçinin hesabını siyasi nedenlerle kapatırken suçüstü yakalanmıştı. Bunun üzerine banka özür açıklamasında bulunurken bankanın üst düzey yetkilileri istifa etmek zorunda kaldı. Ancak, böyle bir sonuç bir istisna niteliğinde. Nitekim, son yıllarda banka hesaplarının kapatılması Batıda giderek daha rutin bir uygulama haline geliyor. ABD’de JP Morgan Chase, Farage skandalından sadece birkaç gün sonra aşı karşıtı Dr. Joseph Mercola’nın hem kendisinin hem de şirketinin üst düzey yöneticilerinin, ayrıca onların eş ve çocuklarının hesaplarını kapattı. Farage, sadece İngiltere’de binlerce benzer olayın yaşandığını söyleyerek buna yönelik “çok geniş bir veri tabanı” oluşturmaya başladığını açıkladı.

Bu tür hesap kapatma işlemlerinin çoğu siyasi nedenlerle yapılıyor. Bunun en bariz örneği ise Kanada’da yaşandı. Başbakan Justin Trudeau, aşı zorunluluğu konusunda hükümeti protesto eden kamyoncuların banka hesaplarını dondurmak ve mal varlıklarına el koymak için acil durum yetkilerine başvurdu. Ancak bu sürece sadece bankalar değil online ödeme platformları da dahil oldu. GoFundMe, kendi platformu üzerinden kamyonculara bağışlanan paraya el koydu. PayPal ise bu tür hesap kapatma süreçlerindeki üretkenliğiyle öne çıkmakta.  Platform, “hoşgörüsüzlüğü” teşvik ettiği gerekçesiyle Free Speech Union’ın hesabını kapattı. PayPal ayrıca kullanıcı sözleşmesine, “yanlış bilgi” yayma, “zararlı” davranışta bulunma ya da “sakıncalı” açıklama yapmaları durumunda kullanıcılardan 2.500 dolar kesinti yapmasına izin veren bir madde koymayı planlıyor. Dahası bu maddenin hangi şartlarda işleme alınacağı tamamen PayPal tarafından belirlenecek.

Peki, bu olanların nedeni nedir? Özel bankalar ve diğer işletmeler neden ödeme yapan müşterileri bu şekilde zorlar? Cevap, varlıklarını sürdürmek için bunu yapmak zorundalar. Üstelik bundan başka pek fazla seçenekleri de bulunmuyor. Çünkü bu bankalar gerçekte tam anlamıyla “özel kurum” niteliğinde değiller; hepsi, her ortamda, aslında kurulu sistemin bir parçası. Diğer taraftan, bu tür özel kurumlar, bir parti devletinde, yönetimci ekonominin bir parçasıdırlar. Bu durum, Çin’deki oligarşik bir elit sınıfın egemenliğini korumak üzerine kurulu sisteme benziyor. Burada en önemli nokta ise bir parti devletinde tarafsız kurumların olamayacağı gerçeği. Parti devletinin düşmanları kurumun da düşmanları durumundadır. Aksi takdirde kurum, parti devletinin düşmanı durumunda kalır ki bu, içinde bulunulması pek de kârlı olmayan bir pozisyondur. Bu bakımdan “itibar riski” partinin çizgisinin yanlış tarafında görünmeyi ifade etmektedir.

Dijitalleşmiş bir toplumda, dijital işlemler üzerindeki kontrol, neredeyse her şeyin gözetlenerek kontrol altına alınması anlamına geliyor. Dolayısıyla banka hesabı kapatılan ve ardından kaçınılmaz olarak diğer bankalar tarafından kara listeye alınan kişiler modern yaşamın neredeyse tüm alanlarından dışlanmış olur. Örneğin, çalıştıkları iş yerlerinden maaşlarını daha zor bir yolla alacak, mülk satın alamayacak ve hatta kiralama yapamayacaklardır. Üstelik, neredeyse hiçbir dijital hizmetten yararlanamayacak ve ilerleyen süreçte günlük ihtiyaçlarını karşılayamadıkları bir noktaya gelecekler. Nakit paraya karşı yürütülen savaş kazanıldığında ise bu kişiler gerçek anlamda zor durumda kalacaklar. Bu nedenle hesap kapatma, hedeflenen bir kişi ya da grubu susturmak ve toplumdan izole etmek için son derece etkili bir araç konumunda. Çünkü hedef alınan kişiler bir zamanlar toplum içinde sahip oldukları her türlü varlığı ve itibarı hızla kaybederler. İşte bu, tartışmanın en kritik yanını oluşturuyor.

Kamusal ve özel alan arasındaki mesafenin kapanışı

Görünen o ki Batı, Çin hükümetinin muhaliflerle başa çıkma yönteminden çok şey öğrenmiş durumda. Batının yönetimci elitleri artık Çin tarzı bir sosyal kredi sistemini uygulamak için gerekli araçlara ve serbestliğe sahip oldukları sonucuna varmış görünüyorlar. Henüz o kadar kapsamlı olmasa da bu yeni sistem Çin’dekiyle aynı temel özelliklere sahip. Bu sistemin temel amacı ise kamusal - özel sektörü koordine ederek ve “sosyal yönetişimi” kullanarak kamusal - özel yaşam arasındaki her türlü ayrımı ortadan kaldırmak. Böylece sistem, kamusal uyumsuzluk ve hakim anlatıya muhalefet etmeyi daha riskli bir hale getirmektedir. Böyle bir ütopya ne yazık ki fazla uzak görünmüyor.

Öte yandan, ESG (çevresel, sosyal ve yönetişim) puanı gibi yeniliklerin yaygın olarak kullanılmasıyla sosyal kredi benzeri bir sistemin inşasına yönelik somut adımlar atıldığını görebiliriz. Büyük finans kuruluşları, sermayeye erişim için gerekli olan belirli sosyal ve ideolojik uygulamalara uymak için bunları kullanıyor. Kurumsal Eşitlik Endeksi (Corporate Equality Index) ve İngiltere merkezli Çeşitlilik Destekçileri (Diversity Champions) programı gibi STK temelli benzer puanlama sistemleri de uyum sağlamayan işletmeleri “itibar riski” şantajı ve platformdan çıkarma ile tehdit etmektedir.

Bu durumda sorulması gereken soru şu: Tüm bunlar ne kadar ileri gidebilir? Günümüzde odak noktası finansal akışlar üzerinde yoğunlaşmış olsa da sistemin eninde sonunda ekonomik ve toplumsal diğer tüm sektörleri kapsayacağını düşünmemek için hiçbir neden görünmüyor. Bir gün ev kiralamak için ideolojik ahlak maddeleri şart koşulursa, havayolu şirketleri yanlış inançlara sahip yolcuların seyahat etmesini yasaklarsa ya da insanlar internetteki uygunsuz konuşmaları nedeniyle sigorta poliçelerinden çıkarılırsa şaşırmamalıyız. Çünkü bu, hayatın tüm detayları üzerinde mekanik bir kontrol yoluyla istikrar sağlamak isteyen yönetimci anlayışın kaçınılmaz sonucudur.

Kamusal uyumsuzlukların giderilmesi

Diğer taraftan, bu tür kontrol sistemlerinin gelişiminde yapay zeka ve özellikle de merkez bankası dijital para birimleri gibi yeni teknolojiler önemli bir rol üstleniyor. Birkaç ay önce ABD’de bir kişi, dijital olarak kontrol edilen “akıllı evinin” Amazon tarafından tamamen kapatıldığını fark etti. Gerekçe ise bir kargo dağıtım elemanının evdeki kapı zilinin ırkçı bir şey söylediği yönündeki suçlamasıydı. Amazon bunu yapmaktan neden çekinsin ki? Çünkü bunu yapma hakkı var. Hatta yönetimci bir rejim altında bunu yapmak zorunda. Dahası yöneticiler, sorunlu gördükleri insanları bir düğmeye basarak yola getirmenin her geçen gün daha kolay olduğunu gördükçe, bu düğmeye daha sert ve sık basmaktan kendilerini alamayacaklardır.

İşte yönetimci anlayışın dünya görüşü (weltanschauung) böyle bir şey. Giderek daha güçlü teknolojiler eline geçtikçe, yönetimci makinenin pençesi daha da güçlenecek. Çünkü C.S. Lewis’in de dediği gibi “insan tarafından kazanılan her yeni güç, aynı zamanda insan üzerinde bir güçtür”.

Bugün, Orwell’in öngördüğü üzere, büyük süper devletler yeryüzünü ele geçirmek için mücadele ediyor.  Geçmişte 21. yüzyılın “medeniyetler çatışması” ile tanımlanacağı düşünülmüş olsa da şu anda emperyal üstünlük için yarışan birçok yüze sahip tek bir modern medeniyet biçimi var. Bu modern medeniyet boğucu niteliğiyle dünyanın dört bir yanına yayılmış durumda. Batıda ilerici yönetimcilik, demokrasiyi bir asırlık manipülasyonla içini boşaltarak usulca öldürdü ve şu an “demokrasi” kılığında karşımızda duruyor. Doğuda ise ithal komünist yönetimcilik virüsü bir zamanların büyük medeniyetini kan gölüne çevirdi ve ardından kristalleşerek bugün Çin topraklarını yöneten soğuk ve sert makineye dönüştü.

Sonuç olarak, Batı ve Çin’in, iddia ettikleri tüm farklılıklara rağmen, aynı yönetimci kibri paylaşmalarının, aynı büyüyen teknolojik güçlerin cazibesine kapılmalarının ve aynı elitist güvensizlikleri ve yanılsamaları barındırmalarının ardındaki gerçek budur. Dolayısıyla her ne kadar çatışsalar da aynı kaderde birleşiyorlar. Bu kader, benzer bir toplum mühendisliğiyle özgür, gerçek ve insani olan her şeyin teknokratik nihilizme ve her şeyi kapsayan bir makine-devletin sahte gerçekliğine yani tekno-devlete teslim edilmesini ifade ediyor.


Bu yazı, UnHerd web sitesinde 9 Ağustos 2023 tarihinde “The West and China share the same fate” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.