×
KÜLTÜR
12.10.2021

ANALİZ

Otoriter Rejimlerin İngiliz Futboluna İlgisi

Newcastle United'ın Suudi Arabistan'ın hakim olduğu bir sermaye fonu tarafından satın alınması zor soruları gündeme getiriyor.
NEWCASTLE UNITED, İngiliz futbol taraftarlarının zihninde trajik-komik bir yer tutuyor. Kulüp [hafızalarda, her an] her şeyi berbat edebilecek bir görüntüye sahip. Geniş ve tutkulu bir taraftar kitlesine rağmen, neredeyse bir asırdır birinci ligde zafere ulaşamadı. En son 1996'da şampiyonluğa yaklaştığında, 12 puan öndeydi ve menajeri Kevin Keegan’dı. Alex Ferguson’lu Manchester United'un sezon sonunda şampiyonluğu almasının ardından kamuoyunda [komik duruma düştü ve] derin bir düşüş yaşadı. 

Talihsiz geçmişine rağmen, Suudi Arabistan’ın yönettiği bir sermaye fonuna dayalı ve başkanlığını veliaht prens Muhammed bin Selman'ın yaptığı bir konsorsiyum, 7 Ekim'de, kulübü 305 milyon sterlin (415 milyon dolar) karşılığında satın aldığını duyurdu. Bu satın alma, büyük nakit rezervler kullanarak [uzun zamandır] özlem duyulan bir zaferi getirmeyi vaat ediyor. Sonuçta Newcastle, sahipleri otokratik bir hükümete bağlı olan en son Premier Lig takımı olarak Chelsea ve Manchester City'ye katıldı. (Arsenal ve Ruanda arasında olduğu gibi, şiddet eğilimli devletlerle kazançlı sponsorluk anlaşmaları yapan diğer takımlardan bahsetmiyoruz bile). Otoriter rejimler neden İngiliz futbol kulüplerine ilgi duyuyor?

Bunun bir nedeni, yumuşak gücü projelendirmektir. Catherine Belton, “Putin'in Halkı” adlı kitabında, Rusya cumhurbaşkanının, himayesi altında zenginleşen bir oligark olan Roman Abramovich'i orta derecede başarılı bir Batı Londra takımı olan Chelsea'yi satın alması için yönlendirdiğini iddia ediyor. (Bay Abramovich bunu reddediyor.) Bayan Belton, Kremlin'in İngiliz toplumunda kabul görmenin yolunun ülkenin en büyük aşkı olan futboldan geçtiğine karar verdiğini öne sürüyor. “Başından beri bu satın alma, İngiltere'de Rus etkisi için bir çıkış noktası oluşturmayı amaçlıyordu” diye yazıyor. 

Yüksek profilli bir Avrupa kulübüne sahip olmak, rejimlere küresel oyunun yönetim organı olan FIFA içinde daha fazla nüfuz sağlıyor. Bu, Rusya 2018 Dünya Kupası için başarılı bir teklif verdiğinde faydalı olmuş olabilir. Aynı şey, 2011'de Fransa'nın en yüksek profilli takımı Paris St Germain'i satın alan ve gelecek yıl Dünya Kupası’na ev sahipliği yapacak olan Katar için de geçerli. (…)

Uluslararası Af Örgütü, Newcastle anlaşmasını “Suudi yetkililerin, korkunç insan hakları sicillerini birinci sınıf bir futbol ihtişamıyla temizlemek için açık bir girişim” olarak nitelendiriyor. Af Örgütü, ülkenin eleştirmenleri tutuklama ve taciz etme eğilimine, kadınlara uyguladığı baskıya ve 2018'de gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın devlet destekli acımasız cinayetine atıfta bulunuyor. Bunların hepsi doğru olabilir. Ama yine de burada geliştirilebilecek bir iş alanı var. İngiltere, dünyanın en çok izlenen ve en zengin yerli futbol ligine ev sahipliği yapıyor. 

Premier Lig'in yayıncılarla son anlaşması - kulüplerin en büyük gelir kaynağı - bir sezonda tahmini 3,2 milyar sterlin (4,4 milyar dolar) değerinde. İspanya'da La Liga’nın getirdiği 2,1 milyar avronun (2,4 milyar dolar) neredeyse iki katı. Maç biletleri, forma satışları ve benzerlerini ekleyin, bir futbol takımı kazançlı bir girişim olabilir. 2008'de Abu Dabi kraliyet ailesinin bir üyesi olan Şeyh Mansour'un Manchester City için yaklaşık 150 milyon sterlin ödediğine inanılıyor. O zamandan beri birinci sınıf oyunculara, antrenörlere ve tesislere harcadığı tahmin edilen 2 milyar sterlin, kulübe beş Premier Lig kupası getirdi. Mansour, 2019'da bir özel sermaye fonuna, kulübün değerini 3.7 milyar sterline taşıyan ufak bir hisse sattı.

Süper zengin İngiliz kulüpleri listesine Newcastle eklenirken oyuncu satın alma imkanı zorlaşacak. Kulüpler artık “finansal fair play” kurallarıyla sınırlandırılmış durumda. Bu da genel olarak kazandıklarından daha fazlasını harcayamayacakları anlamına gelir. (Her ne kadar bazı zengin sahipler bu konuda şimdiye kadar yaratıcı, yasal yollar bulmuş olsa da). Premier Lig aynı zamanda devletlerin kendi futbol kulüpleri üzerinde aşırı derecede etkili olmasını da engelliyor. Suudilerin Newcastle için 2020’de yaptıkları teklifin önünü kesen bu endişeydi. Bu kez Suudiler, krallığın kulübün işleyişine müdahale etmeyeceğine dair “yasal olarak bağlayıcı” güvenceler vererek Premier Lig yönetimini ikna etti. Spor ve siyasetin karışmaması gerektiğini kim söyleyebilir ki?


Bu yazı The Economist’te 08 Ekim 2021 tarihinde “Why do authoritarian regimes like to buy English football clubs?” başlığıyla yayımlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.