×
AVRUPA
11.08.2021
UĞUR ALTUNTAŞ

ANALİZ

Avrupa’nın Güç Dengesi: Küçük Devletlerin İmtiyaz Dönemi Sona Eriyor

AB adeta jeopolitik bir büyüteç görevi görerek, blok içerisindeki küçük devletleri olduğundan daha büyük göstermektedir. Ancak güç büyük devletlere doğru kayıyor.
“BİR KİŞİ, BİR OY” temel bir ilkedir. Ancak Avrupa Birliği’nde bu oran biraz karmaşık: “Bir Lüksemburglu veya dokuz Alman, bir oy.” Almanya’da her 860.000 vatandaş için bir Avrupa Parlamentosu Üyesi (MEP) var. Buna karşılık yaklaşık Düsseldorf büyüklüğünde bir ülke olan Lüksemburg’da ise 100.000 vatandaşa bir üye düşüyor.

Orantısız bir parlamenter ağırlık, AB’nin küçük devletler grubunun sahip olduğu pek çok avantajdan yalnızca birisi. Blok nüfusunun dörtte üçü sadece yedi ülkede yaşamaktadır, kalanlarsa 20 ülke arasında dağılım gösterir ve onlar için bu üyelik verimli bir anlaşma olarak değerlendirilebilir. Bu ülkelerin politikacıları genellikle uzlaşmacı adaylar olarak üst düzey işlerde istediklerini elde edebilirler. Ortak para birimi, daha küçük Avrupa ekonomilerine, Euro’dan önceki örneklerin aksine parasal konularda daha fazla söz hakkı veriyor. Vergi, dış politika veya AB anlaşmalarının değiştirilmesi gibi konularda da veto hakkına sahipler. Bu, Malta’nın (nüfus: 500.000) 450 milyonluk bir birlik şekillendirilirken İtalya (nüfus: 60 milyon) kadar söz sahibi olması anlamına geliyor. AB adeta jeopolitik bir büyüteç görevi görerek, küçük ülkeleri olduğundan daha büyük göstermektedir.

AB’nin küçük devletleri, bir defaya mahsus tarihin kurbanı olmak yerine onu şekillendirebilme fırsatına sahipler. Kriz zamanlarında liderler, görünüşte de olsa Angela Merkel ve Emmanuel Macron ile aynı masada ve eşit temsille, orta halli bir S&P 500 şirketinin cirosuna eşdeğer bir GSYİH'ye sahip bir ülkeyi yönetmeye alışkınlar. Bazı liderlerin bu tür ilk toplantılarda, Cristiano Ronaldo ile karşılaşan bir futbolcu gibi baş döndürücü tavırlara sahip olmaları şaşırtıcı değil. Büyük ülkeler için AB, eski nüfuzlarının kalıntılarına bağlı kalmakla ilişkiliyken, küçük olanlar içinse onları hayal edemeyecekleri kadar güçlü kılan bir durumla bağlantılıdır.

Ne yazık ki AB’nin küçük balıkları için, küçük ancak güçlü olan devlet altın çağı sona ermektedir. Vergi alma, küçük ülkelerin uzun zamandır kendi yüksek ayrıcalıklarına sahip oldukları bir alandı. Sermayenin serbest olarak akabildiği bir toplulukta yakın komşulara daha az vergi uygulama politikası kazançlı bir numara gibi görünür. İrlanda ve Lüksemburg, komşuları olan daha büyük devletlerin vergilerini azaltarak kendilerini sırasıyla çiftçi ve çelik üreticisi bir ulustan dünyadaki en zengin ülkelerden ikisine dönüştürdüler. Sermaye ise diğer ülkelerin tüm şikayetlerine rağmen yan kapıdan içeri doğru akın etmeye başladı. AB ise vergi konusunda sadece oybirliği esasına dayanarak yasa çıkarabildiğinden çok fazla bir şey yapamadı. Bu durumu değiştirme talebinde bulunmaları ise olumsuz bir cevapla karşılaştı.

Ancak zaman değişiyor. ABD Başkanı Joe Biden düşük vergili yetki alanlarında kârlarından beklenmeyen paylar alan şirketlere cezai vergiler uygulama sözü vererek bir sıkı önlem politikası başlattı. Öyle ki %12,5 kurumlar vergisi oranına sahip İrlanda zorlanıyor. Amerika öncülük yaparken diğer büyük devletler de bu plana dahil olmaya hazırlanıyor. İrlanda ve arkadaşlarının ise bu planı durdurmak için yapabilecekleri pek fazla bir şey yok. Bu arada komisyon da hâlâ bir ülkenin vergi konusunda veto yetkisinin üstesinden gelmenin yenilikçi yollarını arıyor ve bu hususta AB anlaşmalarındaki hükümleri ustaca ancak yasal olarak tartışmalı şekilde kullanıyor. Bununla birlikte küçük ülke grubunun avantajları da ortadan kalkmaya başlıyor.

Vatandaşlık da vergi gibi devletlerin bir diğer temel hakkı. Kimin Maltalı olduğuna Malta hükümetinden başka kim karar vermelidir? Malta ve Kıbrıs bu gücü kolay para kazanmak için kullandılar, devlet tahvillerine veya Akdeniz’e bakan pahalı bir daireye birkaç milyon avro harcamak isteyen herkese AB’de yaşama ve çalışma hakkını sağladılar. Ancak ulusal bir pasaport aynı zamanda AB vatandaşlığı da getirdiğinde bazılarına göre bu durum her AB üyesini ilgilendiren bir hal almaktadır. Komisyon bu uygulamayı ortadan kaldırmak için adımlar atıyor. Başka bir küçük ülke ayrıcalığı -pasaportları uygun gördükleri şekilde dağıtma- da böylece ortadan kalkıyor. 

Küçük bir ülkeden pasaport almak bir vakitler AB’deki yüksek makamlara giden en kestirme yoldu. Avrupa siyasetinin üst düzey yönetimindeki görev ölçeği, ülkelerin kendi büyüklüğüyle ters orantılıydı. İnsanlar, Fransalı ya da Almanyalı biri yerine, bir Portekizli ya da Lüksemburglu tarafından yönetilmekten daha fazla memnundu (Lüksemburg, Fransa ve Almanya’nın toplamından çok daha fazla komisyon başkanı çıkardı). Ancak şimdi bu değişiyor. Özellikle Almanya, blok içerisindeki üst düzey makamlar için daha rahat hak iddia ediyor. Ursula von der Leyen 1960’lardan bu yana Avrupa Komisyonu’na liderlik eden ilk Alman oldu. Euro’yu bir arada tutmak için en çok çaba sarf eden kurum olan Avrupa Merkez Bankası, kurulduğu günden bu yana hep büyük ülkeler tarafından yönetiliyor. Büyük ülkeler de kendi insanlarını üst düzey görevlerde görmek istiyor.

Küçük ülkelerin büyük gücünü simgeleyen bir şey varsa, o da veto hakkı. Bazı konularda tek bir “hayır”, planları uygulanamaz hale getirebilir. Ancak bu düzenlemeye dayanma gücü de zayıflıyor. Özellikle Macaristan, Brüksel’e karşı sadece abartılı değil aynı zamanda engelleyici de bir yaklaşım sergiliyor. Öyle ki ülke, AB’ye sessizce veryansın etmek yerine, Çin’de insan hakları gibi konularda dış politika hamlelerini engellemeyi bir erdem haline getirdi. Buna rağmen, ne vakit Viktor Orban gibi bir egemenlikçi, veto hakkını kullansa, AB’nin federalistleri kendilerinin çıkarlarını savunduğunu ileri sürerek Orban’ı destekliyor. Böylelikle nitelikli çoğunluk oylamasına daha fazla güvenen bir AB oluşmaya devam ediyor.

Küçük ülke açmazı

AB’nin daha demokratik hale gelmesinin konuşulmayan sonucu, küçük devletlerin daha az güçlü hale gelmesidir. AB’de hâlâ ulusal hükümetler hüküm sürerken, bu durum beraberinde bir dengesizlik de yaratıyor. AB büyük Avrupa ülkelerinin aşırılıklarını dizginlemek için kuruldu, onları daha küçük grup üyelerinin aşırılıklarıyla (kuşkusuz da az kanlı) değiştirmek için değil. Bazı vatandaşların diğerlerinden daha fazla söz hakkına sahip olduğu bir topluluk sağlıklı değildir. Kıta büyüklüğündeki ABD gibi diğer devletlerin de benzer sorunlarla mücadele ettiği doğru. Amerika’da da Güney Dakota, Kaliforniya ile aynı sayıda senatöre sahip. Ancak bu, onların hatalarını aynı şekilde tekrarlamak için bir bahane olamaz. Avrupa’nın küçük ülkeleri nüfuzunu kaybetmekten korkmamalı. Şimdiye kadar zayıf bir bütünün parçası olarak bireysel güçlerini muhafaza edebildiler. Gelecekte ise daha güçlü bir toplulukta daha küçük bir rol oynayacaklar. Bu yeni rol onlar için farklı ancak yine de verimli bir anlaşma gibi görünüyor.


The Economist’te 3 Haziran 2021 tarihinde “The era of small-state privilege in Europe is coming to an end” başlığıyla yayımlanan yazıyı Uğur Altuntaş’ın çevirisiyle sunuyoruz.