×
AVRUPA

ANALİZ

Avrupa'da Popülizm: Aşırı Sağ, Avrupa'nın Ana Akımı Olma Yolunda!

Avrupa'da aşırı sağ, ulusal seçimlerde ve önümüzdeki yaz yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde önemli kazanımlar elde etmeye devam ederse, uzun zamandır Avrupa projesinin merkezi olarak kabul edilen değerleri ve yasal taahhütleri tahrip edebilir.
GEERT WILDERS söz konusu olduğunda başarı uzun zamandır beklenti dahilindeydi. Hollandalı siyasetçiyle 2004 yılında kendi siyasi partisini kurmaya hazırlanırken tanıştım. Wilders'in İslam'a ve göçmenlere yönelik suçlamaları onu çoktan hedef haline getirmişti. Güvenli evlerde yaşayan ve korumalarla çevrili bir hayata alışmaya başlamıştı. Bana "Kendimi bir filmde kapana kısılmış gibi hissediyorum" demişti.

Şimdi, neredeyse yirmi yıl sonra, Wilders artık figüran değil başrol oyuncusu. Özgürlük Partisi geçen haftalardaki Hollanda seçimlerinde birinci parti çıktı. Wilders hâlâ bir koalisyon hükümeti kurmak ve başbakan olmak için mücadele ediyor olsa da eşi benzeri görülmemiş bir atılım yaptı.

Onun başarısı Avrupa genelindeki modelin bir parçası. Bir zamanlar aşırı sağcı partiler olarak görülen siyasi gruplar popülerlik ve güç kazanıyor. Macaristan'dan Viktor Orbán şu anda en uzun süre görev yapan AB lideri. Giorgia Meloni İtalya'nın başbakanı olarak ilk yılını henüz tamamladı. Aşırı sağ temalarla uğraşan popülist Robert Fico, Slovakya'nın başbakanı olarak geri döndü. İsveç Demokratları parlamentodaki en büyük ikinci parti ve mevcut koalisyonu destekliyor.

Aşırı sağ Almanya ve Fransa'da da zemin kazanıyor. Almanya için Alternatif (AfD), anketlerde düzenli olarak yüzde 20'nin üzerinde destek alarak en popüler ikinci parti haline geldi. Fransa'nın eski Cumhurbaşkanı François Hollande, kısa süre önce Londra'ya yaptığı bir ziyarette ülkesinde "aşırı sağın geleneksel sağı ortadan kaldırdığını" söyledi. Anketler Marine Le Pen'in nihayet 2027'de Fransa cumhurbaşkanlığını kazanabileceğini gösteriyor.

Tüm bunlar kaçınılmaz olarak iki savaş arası dönemde aşırı sağın Avrupa demokrasisini nasıl tahrip ettiğine dair anıları ve korkuları akla getiriyor. Ancak şu ana kadar ortaya çıkan tablo, Avrupa aşırı sağının demokrasileri yok etmeden, onun içinde çalışabildiğini gösteriyor.

Avusturya ve İtalya'da aşırı sağcı partiler iktidardaki koalisyonların bir parçası olarak göreve gelmiş, ancak seçimler ya da skandallar sonrasında iktidarı devretmişlerdir. Polonya'da da iktidardaki Hukuk ve Adalet Partisi iktidarı kaybetti.

Ancak Orbán'ın kariyeri, aşırı sağ konusunda rehavete kapılmanın tehlikeli olduğunu gösteriyor. Macaristan'da 2010 yılında iktidara gelen ve halen başbakan olan Orbán, yargının ve medyanın bağımsızlığının altını oydu. ABD başkanlık seçimleri de Avrupa aşırı sağını, seçim sonuçlarını sorgulamak, sokak şiddetini teşvik etmek ve göçmenlerin kitlesel olarak sınır dışı edilmesini savunmak gibi söylem ve yöntemlerini taklit etmeye teşvik edebilir.

Ancak Trump-Orbán modelini takip etmek Wilders, Meloni ve Le Pen gibiler için zor olacak. Macar lider, sistemi kendi lehine çeviren anayasal değişiklikleri kabul ettirecek büyük bir parlamento çoğunluğuna sahipti. Meloni ise bir koalisyon hükümetinin parçası. Wilders de aynı engellerle karşılaşacaktır. Bir Fransız cumhurbaşkanı bile uysal bir ulusal meclis olmadan işlerini halletmekte zorlanabiliyor.

Ancak Avrupalı aşırı sağcı partiler demokrasiyi alaşağı etmeseler bile siyasi tartışmaları kendi alanlarına çekebilirler. Bunların ortak özelliği başta Müslümanlar olmak üzere göçe karşı güçlü bir düşmanlık ve daha önce uygulanamaz, tahammül edilemez veya yasadışı olarak reddedilen önlemleri düşünmeye istekli olmaları.

Avrupa'ya yönelik yasal ve yasadışı göçteki mevcut artış, aşırı sağ partilere verilen desteğin büyük bir bölümünü açıklamakta. Hollanda ve Fransa da dahil olmak üzere birçok ana akım siyasetçi göçün azaltılmasını istiyor. 

Meloni'nin deneyimi, bu tür bir söylemi hayata geçirmenin zorluğunu gösteriyor. O, İtalya'ya teknelerle gelen mülteci sayısındaki ciddi artışı durduramadı. Aynı zamanda İtalya'nın göçmen işgücüne ihtiyacı olduğunu kabul etmek zorunda kaldı ve AB dışından gelen işçiler için vize sayısını arttırdı.

Meloni, Avrupa aşırı sağı arasında güçlü bir şekilde Ukrayna yanlısı olmasıyla sıra dışı bir isim. Buna karşılık Orbán, Wilders, Fico, Le Pen, AfD ve Avusturya Özgürlük Partisi, Putin'in Rusya'sıyla uzlaşmak istiyor. Brüksel'de etkilerinin artması Kiev için kötü haber olacak.

Aşırı sağ aynı zamanda, elitist ve "küreselci" bir proje olarak nitelendirdiği, ulusal kimlik için tehdit olarak gördüğü ve kitlesel göçü destekleyen AB'ye karşı da değişmez bir düşmanlık besliyor.

Geçmişte Wilders ve Le Pen ülkelerinin AB'den ya da Avrupa ortak para biriminden çıkma ihtimalini dile getirmişlerdi. Ancak bu fikirler (muhtemelen Brexit sayesinde) artık pek rağbet görmüyor, bu yüzden de Nexit ya da Frexit'ten bahsetmiyorlar. Orbán'ın Brüksel'i kınamaya olan düşkünlüğü de hiçbir zaman AB'den ayrılmak için gerçek bir harekete dönüşmedi.

Aşırı sağcı partilerin AB'den ayrılmak yerine AB'yi içeriden değiştirmeye çalışmaları daha muhtemel. Şimdiden AB'nin insan hakları yasalarını ve mültecilerle ilgili BM sözleşmesine bağlılığını hedef almaya başladılar.

Aşırı sağ, ulusal seçimlerde (ve önümüzdeki yaz yapılacak Avrupa Parlamentosu seçimlerinde) önemli kazanımlar elde etmeye devam ederse, uzun zamandır Avrupa projesinin merkezi olarak kabul edilen değerleri ve yasal taahhütleri zedeleyebilir. Böylece, AB birkaç yıl içinde çok farklı bir görünüm kazanabilir.


Bu yazı, The Financial Times’da “The far right is moving into Europe’s mainstream” başlığıyla yayımlanmıştır. Çeviri yapılırken yazının belirli kısımlarında editoryal düzenleme yapılmıştır.

GIDEON RACHMAN

Financial Times'ın dışişleri baş yazarı