×
RUSYA

ANALİZ

Tarihsel Paradoks: Putin'in İmparatorluk Hayali ve Ukrayna Ulusu

Bu dönemin tarihi yazıldığında Putin, yok etmeyi çok istediği Ukrayna ulusunu farkında olmadan yeniden yaratan isim olarak öne çıkacak. Zira Putin'in imparatorluk hayali uzun vadede Ukrayna milliyetçiliğini daha da güçlendirecektir.
21 ŞUBAT'TA Putin, milliyetçi mitler ve emperyal nostaljilerden beslenen, bağımsız bir Ukrayna'yı bitirmeyi hedefleyen ve saatlerce süren bir konuşma yaptı. Üç gün sonra, şafaktan önce tam donanımlı bir işgal başlattı.

Mit ve Gerçek

21 Şubat konuşması, Putin'in Ukrayna'nın Rusya'dan bağımsız bir devlet olarak var olma hakkını ilk sorgulayışı değildi.

Putin Doğu Slav dünyasına Hıristiyanlığın gelişini, Prens Valdemar’ın 989 baharında Hersonesos şehrinde vaftiz edilişine kadar geri götürüyor. Hersonesos bugün kalıntıları Kırım Sivastopol eteklerinde yer alan bir şehir. Putin’in Ukrayna konusunda bu tarihsel olaya referansı bugün eldeki meselenin ne kadar karmaşık olduğunu gösteriyor aslında.

Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin muhtemel sonuçları hafife alınmamalı. Dünya şu anda, mevcut politika araçlarıyla kontrol altına almakta zorlandığı, derin ekonomik ve finansal sonuçları olan bir jeopolitik rejim değişikliği yaşıyor.

Putin’in bahsettiği ve Rusların “Vladimir”, Ukraynalılarınsa “Volodymyr” dedikleri Prens Valdemar, Baltık - Karadeniz arasındaki kıyı ticaret yolu boyunca Novgorod ve Kiev şehirlerini hakimiyeti altında tutan bir İskandinav Viking klanında doğmuştu. O tarihe gelene kadar, yaklaşık bin yıl boyunca, Hersonesos bir Antik Yunan şehriydi.

Kiev Rus devletinin kurulmasından yüzyıllar sonra, Moskova'nın merkezinde olduğu Moskova devleti ortaya çıkmaya başladı. Zaman içinde Rusya’ya dönüşecek olan bölge, yüzyıllar boyunca Moğolların vesayeti altındaydı; Ukrayna haline gelecek olan bölge ise büyük ölçüde Polonya ve Litvanya'nın egemenliğindeydi. Güneydeki açık bozkırlar, gezici Tatarlar ve Kazakların alanıydı.

Kuşkusuz, sonraki yüzyıllarda bu topraklar İmparatorluk Rusya’sı tarafından fethedildi ve onun topraklarına dahil edildi. Ancak bu her zaman uyumlu bir dönem değildi. Çünkü o zamana kadar bölgenin eşsiz tarihsel geçmişini yansıtan bir Ukrayna ulusal bilinci gelişmeye başlamıştı. Ivan Mazepa, 18. yüzyılın başlarında Büyük Petro tarafından yenilgiye uğratılsa da hatırası bir Ukrayna ulusal kahramanı olarak yaşadı.

Uluslar Hapishanesi

Putin'in hararetli rüyalarında parlak bir yer tutan İmparatorluk Rusya’sı, genellikle “ulusların hapishanesi” olarak biliniyordu. Çar tarafından yönetilen ve Rusların egemenliğinde olan bu ülke, gizlice veya açıktan kendi geleceklerini şekillendirmek isteyen sayısız milleti içeriyordu. [1917’de] İmparatorluk çöküp de Rusya acımasız bir iç savaşa sürüklendiğinde, Ukrayna dahil olmak üzere İmparatorluk altındaki çoğu ulus, bağımsızlıklarını ilan etti.

Ancak Bolşevikler sonunda muzaffer oldular ve çeşitli derecelerde özerkliğe sahip ulusal cumhuriyetler birliği kurgusuna dayanarak kendi Sovyet devletlerini yeniden kurdular. Bu süreçte Rus olmayan bazı milletler daha önce ilan ettikleri bağımsızlıklarını korumayı başarırlarken bazılarıysa başaramadı. Ukrayna ikinci kategorideydi.

Putin bugün eski Sovyet yapısını artık büyük bir günah olarak görüyor. Ona göre Bolşevikler Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ni kurarak, Ukrayna ulusunun varlığını fiilen tanımış oldular. Putin böylece Vladimir Lenin'i Ukrayna idari birimini kurarken büyük bir hata yapmakla suçluyor. Putin'e göre, en doğru yaklaşım, Çar’ın tüm siyasi gücün kaynağı olarak tanımlanmasıydı. [Yani iktidarın merkezi bir şekilde kurulmasıydı.] Bu, Stalin’in “dağıtılmış iktidar yanılsamasını” acımasızca ortadan kaldırmasıyla yeniden canlanacak olan gelenekti.

Yetmiş yıl sonra Sovyet devleti çöktüğünde, Sovyet hakimiyet altındaki tüm ulusların bir kez daha bağımsızlık ilan etmesiyle tarih bir kez daha tekerrür etti. 1 Aralık 1991'de yapılan referandumda Ukraynalıların %90'ı – ve ülkenin her bölgesinde çoğunluk – bağımsızlık için oy kullandı. Desteğin en düşük olduğu Kırım'da bile, toplumun yüzde 57'si bağımsız bir Ukrayna için oy kullandı. Birkaç hafta sonra da Sovyetler Birliği kendini feshetti.

Felaketler ve başarısızlıklar

Sovyetler Birliği'nin çöküşünü “yirminci yüzyılın en büyük jeopolitik felaketi” olarak nitelendiren Putin, Ukrayna ve diğer uluslara bağımsızlık izni verilmesini doğru bulmuyor. Zira bu bağımsızlık hareketlerinin sadece Rus devletinin zayıflığını yansıttığını düşünüyor.

Ukrayna'nın bağımsızlığı kesinlikle zor konuları ön plana çıkardı. Rusya'daki milliyetçiler Kırım'ın kontrolünü istiyorlardı. Çözülmesi gereken çok sayıda endüstriyel entegrasyon sorunu vardı. Ve yine ortada eski Sovyet nükleer cephaneliğinin üçte birinin Ukrayna topraklarında bulunduğu gerçeği vardı. Bu sorunların çoğu, Ukrayna'nın elindeki tüm nükleer cephaneliklerden vazgeçmesi karşılığında Rusya'nın Ukrayna toprak bütünlüğüne saygı gösterme sözü verdiği 1994 Budapeşte Muhtırası ile çözüldü. Sonuçta bir taraf sözünü tuttu; diğer taraf tutmadı.

Dramanın ikinci sahnesi, 2004'te Ukraynalıların belirgin bir şekilde Batı yanlısı bir cumhurbaşkanı seçmesiyle açıldı. O tarihte Moskova'nın desteklediği aday Viktor Yanukoviç’in başlangıçta seçimi kazandığı açıklandı ve Putin tarafından tebrik edildi. Ancak seçimlere hile karıştığına ilişkin kanıtların ortaya çıkmasından sonra, büyük halk protestoları patlak verdi. Seçimlerin yenilenmesinin ardından kazanan Viktor Yuşçenko oldu. Sonrasında Putin, Ukrayna'yı yanlış değerlendirdi; izlediği siyaset birçok Ukraynalıyı Rusya’ya yabancılaştırdı ve böylece kendi nüfuzunun azalmasına yol açtı.

Aynı senaryo, on yıl sonra bu kez daha büyük bir ölçekle tekrarlandı. O tarihe gelinirken 2010’da Yanukoviç özgür ve adil bir seçimle cumhurbaşkanı seçilmişti. Ukrayna hevesle Avrupa Birliği'nin kapısını çalıyordu. 2014 yılında AB ve Ukrayna, Derin ve Kapsamlı Serbest Ticaret Bölgesi de dahil olmak üzere bir Ortaklık Anlaşması imzaladı. Bu Putin'in hoşuna gitmedi. Ukrayna'yı, kurmayı amaçladığı “yarı-emperyalist” Avrasya Birliği'ne dahil etme kararlılığıyla, Yanukoviç'e anlaşmayı imzalamaması için yoğun bir baskı siyaseti izledi. Yanukoviç, Putin’in isteği doğrultusunda söz konusu anlaşmayı reddetti ve onaylamadı. Sonrasında yine büyük halk protestoları patlak verdi.

Rejim bu ayaklanmaya aşırı şiddetle karşılık verdi ve Kiev sokaklarında yüz kişinin ölümüne neden oldu. 21 Şubat 2014'te Almanya, Polonya ve Fransa Dışişleri Bakanlarının ve Rusya cumhurbaşkanlığı temsilcisinin müzakereleri sonucunda krizi sona erdirmek üzere bir anlaşmaya varıldı. Anlaşmaya göre bir sonraki cumhurbaşkanlığı seçimi öne çekilecek; anayasada parlamenter sistemin tonu artırılacak; yeni bir koalisyon hükümeti kurulacak ve cinayetlerin sorumlularından hesap sorulacaktı.

Kriz bitmiş gibiydi. Ancak Yanukoviç, anlaşmayı uygulamak üzere kalmak yerine aniden Kiev'den ayrıldı ve daha sonra Rusya'ya kaçırıldı. Cumhurbaşkanının yokluğunda, Ukrayna parlamentosu anlaşmayı harfiyen uygulamaya başladı. Yanukoviç'in kendi partisinin çoğunluğu bile düzenlemelerin tamamlanması yönünde oy kullandı. Yeni koalisyon hükümeti kuruldu ve yeni bir cumhurbaşkanlığı seçimi yapıldı.

Daha sonra Kremlin bu olayları sürekli bir şekilde darbe olarak tanımlayacaktı. Günlerce süren kitlesel protestolar ve yetkililerin sorumlu olduğu acımasız cinayetlerden sonra, Kiev sokaklarına sükûnet geri döndü.

Sonuçta Kiev'de bir darbe olmasa da Kremlin'de bir kriz olduğu açıktı. Daha sonran kabul ettiği gibi, Putin, Kırım'ı işgal etme kararını o zaman aldı. Bir hafta sonra, bir Rus özel kuvvetler birimi Simferopol'deki bölgesel parlamentoya el koydu ve bir önceki seçimde hayli sınırlı bir destek alan yerel bir ismi görevli olarak atadı. Ardından bunu, Rusya’nın yarımadayı ilhakı izledi.

Bu toprakların ele geçirilmesiyle yetinmeyen Putin, Novorossiya adlı bir siyasi yapı kurarak güney Ukrayna'nın çoğunu istikrarsızlaştırma ve nihayetinde devralma girişimini sürdürdü. Ama bir kez daha Ukrayna'yı yanlış değerlendirdi. Ukrayna ordusu ve polisi karmakarışıktı, ancak yine de Rusya'nın “küçük yeşil adamlarını” (askeri amblemi olmayan askerler) püskürtmeyi başardı. Sonuçta Putin'in, durumu kurtarabilmek için bölgeye düzenli Rus ordu taburlarını göndermekten başka seçeneği kalmadı. Bu arada Ukrayna, uluslararası gözlemcilerin özgür ve adil bulduğu bir seçimde yeni cumhurbaşkanını seçmişti.

Ukrayna'nın doğusundaki Donbas bölgesinde ayrılıkçı Donetsk ve Luhansk "halk cumhuriyetleri", bu erken Rus işgalinin yanında kuruldu. Siyasi yönetimleri, Moskova'daki hizip kavgalarının bir yansıması olarak atanan, rütbesi düşürülen (veya basitçe öldürülen) liderlerle aşırı derecede karanlık ve opaktı. “Halk”a gelince, trajik bir şekilde, çoğunluğu Ukrayna topraklarına kaçarak orayı boşaltmış durumda.

Putin, 2014’te Kırım'ı ilhak etmesine ve bir çift “vasal devletçik” kurmasına rağmen, esasen başarısız oldu. Ukrayna'nın demokrasisi hayatta kaldı. AB Ortaklık Anlaşması ile yol aldı ve ekonomisini canlandırmaya başladı. Ukraynalıların Rusya'ya karşı düşmanlığı, doğudaki ayrılıkçı cumhuriyetleriyle küçük çaplı savaşa sürüklenmesi ve yaklaşık 14.000 can kaybıyla daha da derinleşti.

Aynı zamanda, NATO ülkeleri savunma harcamalarını artırmaya başlamaları gerektiğini kabul etti ve ittifak ilk kez doğudaki üye ülkelere ulusal olmayan güçler konuşlandırdı. Daha önce orada NATO askeri varlığı yoktu. Çünkü ittifakın dikkati başka yerlere, Afganistan gibi uzak ülkelere çevrilmişti. Hatta 2013’te ABD son tankını da Avrupa'dan çekmişti.

Putin, saldırgan davranışlarıyla neredeyse tek başına NATO'yu tekrar canlandırdı. Tarihçiler, Kremlin ile Ukrayna arasındaki dramdaki bu dördüncü ve son derece trajik eylemi Putin’in neden başlattığını tartışacaklar. Kim bilir, belki de ABD'nin Afganistan'dan pek de görkemli olmayan geri çekilişi, onda ABD'nin zayıflamakta olduğu ve artık Ukrayna'ya da diğer gönülsüz Avrupalılara da bazı tavizler vermeye zorlanabileceği izlenimini uyandırdı. (Putin'in güvenlik danışmanı Nikolay Petruşev, Kabil fiyaskosunun ardından yaptığı açıklamalarda bu kadarını ima etmişti.)

Her halükârda Putin, büyük bir askeri seferberlik tehdidi arasında sahaya sürdüğü bir dizi aşırı taleple Batı'ya meydan okudu. 1960'ların başında görevde olan kararsız Nikita Kruşçev’den beri hiç bir Kremlin lideri bu şekilde davranmadı. Başından beri Putin'in ya önemli ölçüde geri adım atması ya da askeri güç kullanarak amaçlarına ulaşması gerektiği açıktı.

Son günler

Putin'in Ukrayna'daki hedefi hiçbir zaman Donbas'la hatta NATO üyeliğini engellemekle sınırlı değildi. Aksine, onun için mesele her zaman Ukrayna'nın egemen bir ülke olarak varlığı olmuştur. Putin, stratejik niyetini, geçen Temmuz ayında yayınlanan dikkate değer bir makalede açıkça ortaya koydu. [Putin orada, Sovyetler Birliği'nden ziyade on dokuzuncu yüzyıl çarlık yönetimine dayanan bir Büyük Slav İmparatorluğu vizyonunu dile getirdi.] 2004 ve 2014'teki politika fiyaskolarının ardından, muhtemelen Ukrayna'nın Batı'ya dönmeye devam edeceğini, demokrasisini güçlendireceğini ve Kremlin'in erişiminden daha da uzaklaşacağını fark etti.

Böylece, kendini her şeyi tersine çevirmek için bir fırsat yakaladığına ikna etti. Sonuçta Batı teslim olmayı reddederken, diplomatik bir çözüm olamazdı.

Putin şimdi Ukrayna'yı fethetmeye ve hükümeti devirmeye, mevcut liderlerini her ne şekilde olursa olsun ortadan kaldırmaya ve bir kukla rejim kurmaya çalışıyor. Böylece, Putin'in başından beri istediği gibi Ukrayna'nın bağımsızlığı sona erecek.

Ancak [bu noktadan sonra] Putin’in Ukrayna ulusunu söndürmesi zor görünüyor. İster sürgünde ister kendi topraklarında, Ukrayna ulusunun uzun vadede daha da güçlenmesi muhtemel. Ve bu dönemin tarihi yazıldığında Putin, yok etmeyi çok istediği Ukrayna ulusunu farkında olmadan yeniden yaratan isim olarak görülecektir. Zira Ukraynalıları temsil ettiği Rusya'ya karşı nefretle birleştirdi.

Tarih sona ermedi. Kremlin'deki mevcut rejimin geleceğinin de güvende hissetmeyeceği yeni ve tehlikeli bir aşamaya girdi.


Bu yazı, Project Syndicate’te, 25 Şubat 2022 tarihinde “Putin's Imperial Delirium” başlığıyla yayınlandı. Bölümler halinde yapılan çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.

CARL BILDT

1991-1994 arasında İsveç Başbakanı; 2006-2014 arasında İsveç Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı. Halen Avrupa Dış İlişkiler Konseyi Eş Başkanıdır.