×
KÜLTÜR

ANALİZ

Popülist Mimari: "Hayranlık ve Gücün İhtişamı Adına!"

20. yüzyıldaki totaliter rejimler, vatandaşları doğrudan korkutup sindirmeyi amaçlıyordu. Korku aşılamaktan çok başarı öykülerine odaklanan günümüz popülist liderleri, hayranlık ve ulusal bir başarı duygusu yaratmaya çalışıyor. Mimari bunun için iyi bir araç!
GELENEKSEL GÖRÜŞÜN aksine, popülist liderler sadece seçkinleri eleştirmekle ya da düzene öfke duymakla karakterize edilmezler. Muhalefetteyken görevdeki hükümetlere ve diğer partilere saldırdıkları doğrudur. Bununla birlikte, başka bir şey daha yaparlar: Kendilerinin ve yalnızca kendilerinin, "gerçek halk"ı temsil ettiklerini iddia ederler. Bu, diğer tüm iktidar adaylarının halkı temsil etmediği anlamına gelir. Çünkü popülistlerin bıkıp usanmadan ima ettikleri gibi, diğer tüm politikacılar temelde yozlaşmıştır. Ve hakiki olarak halkı temsil etmezler.

“Halkı temsil etme tekeli” iddiası aynı zamanda, popülistlerin üstlendiği sembolik "halk" inşasını paylaşmayan (ya da basitçe “buna uymayan”) tüm yurttaşların halka dahil olmadığını da ima eder. Popülistler sadece güçlüleri eleştirmezler (bu, elbette bir demokraside çok sağlıklı olabilecek bir şeydir); bunun yerine, her zaman “ötekileri” dışlamaya çalışırlar. Bu açıkça parti siyaseti düzeyinde olur; daha kapalı ama daha da tehlikeli şekli ise savunmasız azınlıkların "gerçek halk"tan dışlandığı, sivil toplum düzeyinde gerçekleşir. 

Popülistlerin, savundukları “gerçek halk” anlayışını, toplumdaki mimari yapıda kalıcı kılmaya çalışmaları tesadüf değildir. Çin'in hızla büyük havalimanları inşa etmesinde olduğu gibi, devlet kapasitesini ve gücünü, yeni, ihtişamlı yapılarla görünür kılmaya çalışıyorlar. Popülist yöneticiyi eleştiren TV kanallarını veya gazeteleri satın alarak, iyiliğe karşılık verebilecek kendi taraftarlarına vergi mükelleflerinin parasını (veya Macaristan örneğinde AB sübvansiyonlarını) aktarmayı kolaylaştırıyorlar.

İktidar ve mimari

Yine de oyunda finansal güçten daha fazlası var: On yıllar önce, Amerikalı siyaset bilimci Harold Lasswell, mimari ve iktidar üzerine yazdığı o unutulmuş eserinde [The Signature of Power: Buildings, Communications and Policy], "huşu/itaat stratejileri"ni "hayranlık stratejileri"nden ayırmıştı. Çoğunlukla 20. yüzyıldaki totaliter rejimlerle ilişkilendirilen ilki, vatandaşları doğrudan sindirmeyi amaçlıyordu. Korku aşılamaktan çok başarı öyküleri geliştirmeye odaklanan günümüzün otoriterleri, hayranlık, ulusal bir başarı duygusu ve turizm yaratmaya çalışıyor. Adolf Hitler'in megaloman şehri Germania (hiç inşa edilmemiş) ve tepesinde Vladimir Lenin'in devasa bir heykeli bulunan (yine hiç inşa edilmemiş) bir gökdelen olan Stalin'in Sovyetler Sarayı, yabancı ziyaretçileri geride nakit bırakmaları için çekmeyi amaçlamıyordu. Günümüzün muhteşem binaları aynı anda hem bir “Bilbao etkisi” (adını, Frank Gehry'nin Guggenheim Müzesi aracılığıyla Bask şehrinin önemli bir turizm merkezine dönüştürülmesinden almıştır) hem de (yönetim kadrosunu temsilen) bir “sığınak etkisi” oluşturmayı hedefliyor.

Popülizm ve mimari

Popülizm öncelikle kentsel alanın sembolik fethi ile ilgili değildir; aksine “gerçek halk”ı temsil etme imajını pekiştirmek için stratejiler geliştirmekle ilgilidir. Orban'ın korkunç bir maliyetle adeta yeniden inşa ettiği Castle District, (Orban burayı, Ulusal Galeri gibi kültürel bir kurum olarak tasarlamak yerine hükümet merkezine dönüştürdü) 19. yüzyılın sonlarına ait bir burjuva “Altın Çağı”nı çağrıştırıyor. Yeni binalar, Habsburg dönemi orijinallerine “sadık” olma iddiası taşıyor. Yapı, genel olarak tarihi fotoğraflardan hareketle restore edilmiş ve aslında beton bir yapının üzerine işlenmiş tarihi süslemelerden oluşuyor. Bu haliyle geleneksel olduğunu iddia eden şey aslında postmodern bir pastiş. Polis tarafından yoğun bir şekilde gözetlenip korunan bu alanlar aynı zamanda turistler için de bol miktarda tüketim fırsatı sunuyor.

Popülistler için modernizm ve özellikle "Uluslararası Tarz" hem sömürgeci hem de sakıncalı bir şekilde kozmopolit olmakla alay ediliyor. Hollanda'nın aşırı sağcı siyasi girişimcisi Thierry Baudet'ten eski ABD Başkanı Donald Trump'a kadar bazı popülistlerse modern mimariyi basitçe "çirkin" olarak kınıyorlar. 6 Ocak 2021'de Washington DC'de yaşananların gölgesinde, Trump yönetiminin son günlerinde tüm yeni federal binaların klasik tarzda yeniden inşa edilmesine ilişkin bir yürütme emri çıkardığı büyük ölçüde unutuldu.

Bu arada Modi, memleketi Gujarat'ta dünyanın en büyük kriket stadyumunu yaptırdı. İlk başta, bağımsızlık kahramanı Sardar Patel'in adını taşıyan stadyum, yakın zamanda … Narendra Modi Stadyumu olarak değiştirildi.

Daha örtülü bir şekilde, kiliseler ve camiler gibi bu alanlar, kalabalığın kendilerini ortak bir projeye bağlıymış gibi deneyimlemelerine izin verir. Mekânların kullanımına ilişkin bu ders yeni değil: Jean-Jacques Rousseau, baş aktörün bir kral değil, halkın olduğu şenlikleri tavsiye etmişti. Fransız Devrimi'nden sonra, kalabalıklar gerçekten de büyük yürüyüşlere ve festivallere katılmak üzere askere alındı, bazen ellerinde Rousseau'nun kitaplarından cümleler bulunan pankartlar açıldı. Semboller bir şeydir; pasif olarak tüketilebilirler. Başka bir şey de insanların birlikte hareket ederek belirli bir kimliği sağlamlaştırabilecekleri alanların yaratılmasıdır. 2020'de Modi'nin kriket stadyumunda Trump'ı ağırlaması tesadüf değildi.

Lider, binalar ve "gerçek halk": "Fazla belli etme!"

Bugünün popülistlerinin “kişilik kültü” üretmekle ikircikli bir ilişkisi var. Modi, tüm Hindistan'ı kendisinin yer aldığı posterlerle donattı; Gandhi'nin öldürüldüğü bahçede, Gandhi'nin fakirlere bakma zorunluluğunu vurgulayan bir levhada, Modi'nin Bapu (Gandi)’ninkinden daha büyük bir resmi yer alıyor. Ancak bu tür liderler, siyasetin aşırı kişiselleştirilmesinin hem yerel hem de uluslararası izleyicilere 20. yüzyıl diktatörlüklerini hatırlatabileceğinin de farkındalar. Korkuyla yönetmek ile manipülasyon ile yönetmek arasındaki önemli karşıtlığa odaklanan Sergei Guriev ve Daniel Treisman'ın işaret ettiği gibi, popülist liderler, "gerçek halkın" iradesini uygulamakta çok iyi olan yetkin bir yönetici imajını yansıtmaya çalışırlar. Diktikleri anıtlar devlet terörüne dönüşmüyor ama yine de kimin o devlete/halka ait olup kimin olmadığına dair bir sinyal gönderiyorlar. 

"Fazla belli etme!" Yeni Delhi Central Vista'nın kapsamlı bir şekilde yeniden şekillendirilmesi konusunda da geçerlidir. Modi'nin en sevdiği mimar arkadaşı Gujarati Bimal Patel, İngiliz Raj'ın (Britanya Hindistan Kolonisi’nin) son on yıllarında Edwin Lutyens tarafından tasarlanan hükümet binalarının önündeki geniş alanları yeniden tasarladı. Bu kapsamda yeni yapılar, genellikle Lutyens'in tasarladığı yapıların yerine inşa edilmiyor, aksine yanlarına inşa ediliyor. Özellikle, eski dairesel binanın tam karşısına büyük bir üçgen parlamento binası dikilirken, ziyaretçilere genellikle Washington'daki National Mall'ı hatırlatan yerde yeni ofisler de oluşturuluyor. Değişikliklerin çoğu kesinlikle teknokratik bir dille gerekçelendiriliyor (daha iyi klima, alt geçitler, iyileştirilmiş aydınlatma, temiz ve bakımlı çimenler, otopark, daha fazla tuvalet). Bu durum, Modi'nin kendini iş ve teknolojinin destekçisi olarak tanıtmasıyla çok uyumlu. Diğer unsurlar daha yüklü: Eskiden Rajpath olarak bilinen yol, Kartavya Yolu (görev yolu) olarak yeniden adlandırıldı. Ve başka bir jest olarak, dünya savaşlarında şehit düşenlerin anısına Hindistan Kapısı'nın yanındaki gölgelik altına Subhas Chandra Bose'un devasa bir heykeli yerleştirildi. Bose, İngilizlere karşı bir direniş kahramanı olarak görülüyor; ancak adı, savaş sırasında Nazi Almanyası ve Japonya ile ittifak kurma girişimleriyle de lekelendi. En önemlisi, Bose, bir Hint milliyetçiliğini temsil ediyor. Ancak bu, Hindistan'ın bağımsızlığını sağlayan ve bugün Modi'nin ana siyasi hasmı olmaya devam eden Kongre partisiyle bağlantılı olmayan bir milliyetçilik.

Popülizm, kimlik, anıtlar ve uygun fiyatlı konutlar

Parlamento ve başbakan için yeni bir yapı hala yapım aşamasında. Ancak bunların hiçbiri, Modi'nin Hindutva'ya (Hindu olmayanları "gerçek halk" olarak görmeyen sağcı popülizminin özü) olan bağlılığını çok açık hale getirmeyecektir. Ne de olsa bu bağlılık, Hindu tapınaklarının inşasında (camilerin yıkılmasında) ve vatandaşların Hindu kimliklerini (örneğin bir işçi kimliğinin aksine) ön planda tutmalarını sağlayan alanların yaratılmasında çok daha makul bir şekilde gerçekleştirilir.

Binalar doğrudan ego anıtları olmasalar bile, onları yaratmanın yöntemleri genellikle otokratiktir: Yerel yönetimler geçersiz kılınır ve projelerin tamamlanması için acil durumlar ilan edilir. Ülkenin geri kalanı bir salgın nedeniyle felç olduğunda bile inşaat, (Budapeşte’de ve Yeni Delhi'de olduğu gibi) devam etmesi gereken "temel bir hizmet" olarak ilan ediliyor. En iyi ihtimalle, mimarlık özellikle demokratik bir girişim değildir. Popülistler, yaptıklarını açık tasarım süreçleri açısından meşrulaştırmaya bile çalışmıyorlar, bunun yerine kendi “halk” anlayışlarına başvuruyorlar.

Lasswell, "eylemler sözcüklerden daha yüksek sesle konuşuyorsa, genellikle eşyalar/yapılar her ikisinden de daha yüksek sesle konuşur" tespitinde bulunur. Sağcı popülistler iktidardan gittikten çok sonra bile pek çok şey kalacak. Popülist olmayan hükümetler, bir tür sembolik temizlik eylemiyle her şeyi ortadan kaldırmaya başlarlarsa açıkça hata yapıyor olurlar. Eğer bir şey varsa, bu, popülist liderler tarafından bilinçli olarak körüklenen, “her siyasi savaşın varoluşsal olduğu” ve “her seçimin bir iç savaşın başlangıcı olabileceği” duygusunu güçlendirecektir. Yine de tarihi bilinçli olarak tahrif eden veya dışlama mesajları gönderen ikonografi veya yazıtlar karşısında tam bir pasiflik de yanlış olacaktır. 

Kentsel peyzajdaki popülist unsurlar, karşı-anıtlar ve karşı-mimari ile yan yana getirilebilir (belki de yeniden tasavvur edilen modernizm biçimlerine geri dönülür?). Ancak en önemlisi, popülizmden kurtulan ülkeler, birçok popülist liderin bariz bir şekilde ihmal ettiği bir şeye yatırım yapmak isteyebilir: Popülistlerin hakiki olarak temsil ettiklerini iddia ettikleri sözde "gerçek halk" için uygun fiyatlı konut.


Bu yazı 20 Mayıs 2023’te Foreign Policy’de “Populist Architecture Is a Problem That Will Outlive Populists” başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak belli bölümleri çevirilen metinde editoryal düzenleme yapılmıştır.