×
EKONOMİ

ANALİZ

Merkez Bankası Bağımsızlığını Yeniden Tartışmak!

Merkez Bankası bağımsızlığı büyük oranda, Merkez Bankaları'nın enflasyonla mücadelede seçecekleri politika araçlarını özgürce seçebilmeleri ile eşdeğer görülür.
E KONOMİ, TEORİK GELİŞMELERİN yanında deneyimlerle de ilerleyen bir bilim dalı. Politika tasarımlarının hatalı olması, toplumları maliyeti çok yüksek olan ekonomik ve/veya finansal krizlerle karşı karşıya bırakıyor. Ancak bu krizler yol açtıkları yüksek maliyetlerin yanında ilgili ülkelere öğretici deneyimler de kazandırıyor. Türkiye’nin yaşadığı 2001 krizi bu bağlamda yerinde bir örnek teşkil ediyor. 

2001 krizine neden olan unsurların neler olduğu, üzerinde tartışmaya gerek kalmayacak şekilde ekonomi literatüründe tespit edilmiş durumda. Bu yazının konusu da zaten 2001 krizinin sebeplerini ele almak değil, krizden çıkış için devreye sokulan uygulamalardan Merkez Bankası bağımsızlığının nereye oturduğunu tartışmaya çalışmak. Bu noktayı mercek altına almak krizden çıkış için devreye sokulan uygulamaların aslında yoklukları durumunda krizin sebebini de teşkil ettiklerine dair bir önermeye dayanıyor. Bu bağlamda, 2001 krizine yol açan diğer tüm unsurların yanında o dönemde Merkez Bankası bağımsızlığının henüz devreye sokulmamış olmasının da krizin sebepleri arasında önemli bir yer tuttuğu ileri sürülebilir.

2001 krizine kadar Hazine’nin ihraç ettiği borçlanma senetlerinin Merkez Bankası tarafından birincil piyasalarda doğrudan satın alınabiliyor olması bir karşılıksız para basma yöntemi olarak söz konusu süreçte enflasyonu besleyen en temel saiklerden olmuştur. Bu uygulamanın bizzat kendisinin enflasyonist bir etki doğuruyor olması, tüm dünyada birincil vazifesi fiyat istikrarını sağlamak olan Merkez Bankaları açısından oldukça büyük bir paradoks oluşturmaktadır. Buna yol açan unsur ise para politikasını yönetmek ve bu doğrultuda öncelikli olarak fiyat istikrarını ve finansal istikrarı sağlamakla sorumlu Merkez Bankası’nın o dönemde politik alanla çevrelenmiş olmasıdır. 

2001 krizinden çıkmak için devreye sokulan uygulamalar arasında Merkez Bankası’nın aynı yıl çıkarılan bir kanunla bağımsızlaştırılmasının yer alması dünya normlarının izlenmeye başlanacağına dair bir zihniyet dönüşümünü gösteriyor. Başka bir ifadeyle Merkez Bankası’na bağımsızlık hüviyetinin kazandırılması enflasyonla mücadelede yapısal bir karar almak anlamına geliyor. Bu düzenlemenin ne denli başarılı sonuçlar verdiğini görmek için Türkiye’nin 2002’den sonra kaydettiği enflasyon performansına bakmak yeterli olacaktır. Kaldı ki bu deneyim sadece Türkiye için de doğrulanmıyor. Pek çok akademik çalışmada, bağımsız Merkez Bankası’na sahip ülkelerde düşük enflasyon oranlarının kaydedildiği ampirik olarak tespit ediliyor.

Merkez Bankası’nın bağımsızlıktan yoksun olması iki kanal üzerinden fiyat istikrarını bozuyor. İlk etki, yukarda da ifade edildiği gibi kamu açıklarının Merkez Bankaları’nca finanse edilmesiyle gerçekleşiyor. Bu yola başvurulduğunda bir bakıma banka kendi varlık sebebinin aksine çalışıyor; siyasetin etkisi altında olması, banka yönetiminin rasyonel doğrultuda aksiyon almasına imkan vermemiş oluyor. Bankanın bağımsızlıktan uzak olmasının enflasyona neden olduğu bir diğer kanal ise zaman tutarsızlığı olgusu. Özellikle seçim dönemlerinde hükümetlerin seçmen kitlelerini cezbedebilmek için, büyümeyi ve istihdamı artırabilmek adına, önceden ilan ettikleri politika rotasından sapmaları olarak özetleyebiliriz zaman tutarsızlığını. Ancak rasyonel beklentilere sahip tüketicilerin bu sapmayı hesaba kattıklarını biliyoruz. Böylece, hükümetin banka üzerindeki etkisiyle değişecek olan para politikası duruşu, istihdam ve büyüme sağlayıcı sonuçlar vermediği gibi enflasyonist bir etki de doğurmuş oluyor. Merkez Bankası bağımsızlığının sağlandığı ülkelerde ise bu kanalların işlemediği görülür. Bankanın bağımsız olması daha en başından bu mekanizmaların önünün tıkanmasını sağlar. 

Bankanın bağımsızlık özelliğine hükümet yaklaşımları doğrultusunda dönemsel değil de sürekli sahip olabilmesinin yolu bu niteliğin kanunla sağlanmış olmasına dayalıdır. Elbette ki bu yasal güvence dahi fiili durumun daha farklı cereyan etmesine bütünüyle engel olamayabilir. Bu noktada toplumsal bilinç ve sorumluluğun bir nebze de olsa işe yaradığını söyleyebiliriz. Merkez Bankası bağımsızlığı büyük oranda, Merkez Bankaları'nın enflasyonla mücadelede seçecekleri politika araçlarını özgürce seçebilmeleri ile eşdeğer görülür. Bu nedenle Merkez Bankası bağımsızlığı denildiğinde büyük oranda araç bağımsızlığı kastedilmektedir. Enflasyonla mücadelede Merkez Bankaları’nın en etkili aracının politika faizi olması, bu kapsamda faiz oranlarının belirlenmesinde para politikası kurullarının herhangi bir baskı hissetmemeleri anlamına gelir. 

Faiz oranları, fiyat istikrarını sağlamada hem üretim kesimi hem de tüketim kesimi üzerinden sonuç doğurur. Ekonominin fazla ısındığı dönemlerde faiz oranları yükseltilerek, krediler daha maliyetli hale getirilir. Böylece talep kesiminde bir daralma oluşturulur. Diğer taraftan faiz oranlarının yükselmesi sermaye girişini hızlandırarak kurun düşmesine yol açar. Özellikle Türkiye gibi ithal ara malı kullanımı yoğun olan ekonomilerde bu üretim maliyetlerinin azalması anlamına gelir. Bunun fiyatlar üzerinde baskılayıcı bir etki oluşturması ise işten bile değildir. 

Faiz oranlarının enflasyonu baskılayıcı bu kapasitesi göz önüne alındığında fotoğrafın bütünü aslında oldukça nettir. Özellikle de politika faizinin belirlenmesinde siyasi bir baskı hissedilmemesiyle özdeşleşen Merkez Bankası bağımsızlığı fiyat istikrarını sağlamada en etkili yöntemdir. 1980’lerden beri gelişmiş ekonomilerin istikrarlı bir şekilde bağlı kaldığı Merkez Bankası bağımsızlığı olgusu aynı ülkelerde düşük ve stabil bir enflasyon trendine sebebiyet veriyorsa, bu göz ardı edilmemesi gereken bir tecrübeye işaret ediyor demektir. Aynı zaman da modern iktisadın hafife alınmaması gerektiğine dair bir çıkarıma da…

Tam da bu noktada ülkeyi yönetme sorumluğunu üstlenmiş hükümetin, para politikasına müdahale etmemeyi kabul etmesi ne kadar adildir sorusunu sormak gerekebilir. Başka bir ifadeyle topluma hesap verme sorumluğu kendi üzerinde olan hükümetlerin ekonominin gidişatında önemli bir rolü olan bir politika aygıtını, para politikasını, serbest bırakması hükümetlerden nasıl beklenir? Elbette ki tartışmaya değer bu sorunun Türkiye özelindeki cevabı, 2001 öncesine benzeyen girişimlerin, sonuçlarının da 2001 öncesine benzemesidir. Türkiye’de enflasyonun son üç yıldır yeniden problem haline gelmiş olmasını bu kertede bir daha düşünmek gerekir. 19 Kasım tarihinde Para Politikası Kurulu’nun aldığı kararın tarihsel tecrübeyi doğruladığını da…

AHMET EKREM KAYA

1987 yılında Ankara’da doğdu. Lisan ve yüksek lisans eğitimlerini Marmara Üniversitesi İktisat bölümünde tamamladı. Doktora çalışmasını uzun süre araştırma görevlisi olarak bulunduğu Gebze Teknik Üniversitesi’nde tamamladı. Makro iktisat ve parasal iktisat konularıyla ilgilenen Kaya, halen İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Uluslararası Ticaret ve Finans bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.