×
AVRUPA

ANALİZ

İtalya’nın Araf Siyaseti

Mario Draghi’nin başbakan olarak gelişi, ülkenin siyasi sorunlarını sadece daha da kötüleştirecektir.
MARIO DRAGHI, 2011-12 borç krizinin ardından, ünlü “ne pahasına olursa olsun” konuşmasıyla Euro’yu kurtararak yüksek bir krediye sahip oldu. Ve bugün, İtalya’yı kamu sağlığı, ekonomi ve siyaset krizlerinden kurtaracak sihirli bir el olarak görülüyor.

Fakat gerçekte Draghi’nin adaylığı İtalya’nın geleceği için kötüye işaret ediyor. Onun yeni keşfedilmiş gücü, İtalya’daki bütün siyasetçi sınıfının yenilgisini temsil etmektedir. Bunun bir tek önemli ve tehlikeli istisnası var.

Kaybedenler listesinin en başında İtalya parlamentosunun en büyük partisi Beş Yıldız Hareketi (Movimento 5 Stelle - M5S) var. Parti, Draghi’nin Avrupa Merkez Bankasında büyüsünü sürdürdüğü yıllarda, Başbakan Mario Monti liderliğindeki AB destekli teknokratik hükümete karşı sergilediği reaksiyonla ulusal bir üne kavuştu. Fakat şu anda, iktidarda geçirdiği 3 yılın ardından ülkeyi neredeyse aldığı yere, eski bir Goldman-Sachs çalışanı ve yine AB destekli bir teknokratın ellerine, bırakıyor.

Bu süreçte, Beş Yıldız Hareketi’nin İtalya’nın siyasi sistemini “bir ton balığı konservesi gibi” açarak kökten dönüştürme vaadi tüm inandırıcılığını yitirdi. Göreve getirilen tecrübesiz isimler daha tecrübeli uzmanlar tarafından sürekli olarak manipüle edildiler, sonunda Beş Yıldız Hareketi kadroları, değiştirmek istedikleri siyasetçilerden ayırt edilemez hale gelecek şekilde onlara benzediler. Parti şimdi parlamentodaki sandalyelerini korumak için çabalıyor. Ve Draghi’nin icraatçı yönetimini destekleyip desteklememe konusunda ikiye bölünmesi muhtemel, çünkü partinin ağır topları, sandığa gitmenin siyasi güçlerini zayıflatacağını iyi biliyor.

Ülkenin ana akım partileri de bu krizden mağlubiyetle çıktı. Çünkü küçük rekabetlerin ötesine gidemeyeceklerini gösterdiler ve İtalya’nın ciddi çıkmazlarına karşı, sıradan parlamento prosedürleri içinde kısa dönemli güç toplama manevralarıyla çözüm bulmaya çalıştılar.

Ana akım siyasetçilerden biri, Matteo Renzi, eskiden popüler bir merkez-sol başbakanıydı. Fakat şimdi anketlerde yaklaşık yüzde 3 destek alan küçük ama kararlı bir parlamento grubunu yönetiyor. Renzi, İtalya’daki krizi "'siyaset' olağanüstü zamanlarda bile askıya alınmamalı" yaklaşımıyla karşıladı – ki onun siyasetten anladığı şey, hükümet içinde söz sahibi olma imkanıydı. Renzi, tüm varoluş nedeni mevcut acil sorunların üstesinden gelmek için siyaseti bir kenara bırakmak olan bir hükümette daha da marjinal bir role mahkum durumda.

Bu süreç aslında, düzen ve istikrarın destekleyicisi olan İtalya Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella ve hatta Draghi'nin kendisini bile zayıflatmış olacak. Zira anayasaya göre Draghi hükümetinin parlamentoda çoğunluk desteği alması gerekiyor. Bu, mevcut krize yol açan küçük rekabet ve siyasi anlaşmazlıkların hiçbirinin ortadan kalkmayacağı anlamına geliyor. Bu nedenle Draghi, siyasi sermayesinin büyük bir kısmını, partilerin güçlü veto tehditlerinin insafı arasında, zayıf ve parçalı bir koalisyonu bir arada tutmak için harcamak zorunda kalacak. Bu, kurumsal istikrar ve iyi yönetim için zor bir reçete.

Draghi için İtalyan parlamentosunun siperleri, Avrupa Merkez Bankası'nın cilalı koridorlarında gezinmekten daha zor olabilir. Onun orta vadeli hedefinin, - bir yıl içinde yenilenmesi beklenen ve şimdiden önde gelen adaylardan biri olarak görüldüğü seçimlerde - İtalya cumhurbaşkanı olarak Mattarella'nın yerini almak olduğuna inanılıyor. Ancak Draghi ile bu hedef arasında aylarca sürecek ve yara almadan çıkması pek olası olmayan birçok zorlu siyasi angarya yer alıyor. 

Mevcut krizin tek gerçek kazananı, aşırı sağcı, düzen karşıtı Lig Partisi’nin lideri Matteo Salvini'dir. Şimdilik, gelecekte hayatta kalabilmek için Draghi’nin yeni yönetimine nitelikli bir destek veriyor. Ancak Salvini, bunu yalnızca mevcut krizin acil yönleriyle yüzleşmeyi amaçlayan geçici bir destek olarak gördüğünün ve ardından 2022'de beklenen seçimlere göz kırptığının işaretlerini verdi. Tüm anketler, eğer bu olursa, diğer siyasi güçlerin geçtiğimiz haftalarda ortaya koyduğu acıklı gösteri de göz önüne alındığında, partisinin çok iyi bir iş çıkaracağını gösteriyor. 

Bu nedenle şu anda en olası senaryo, çok sayıda partinin kabul edebileceği, dar sınırlar içinde kalmaya zorlanan zayıf ve kısa ömürlü bir hükümettir. Bundan sonrası, dümende Salvini'nin olduğu,  yanında Giorgia Meloni’nin neo-faşist hareketi İtalya’nın Kardeşleri ve Silvio Berlusconi’nin yeniden canlandırdığı Forza Italia’nın destek verdiği, tamamen aşırı sağcı bir koalisyon.

Bu, İtalya'nın 2008-2011 ekonomik krizinden bu yana Avrupa siyasetini sıkıştıran anlatının içinde hapsolduğunu gösteriyor. Bu anlatıya göre popülizm ve teknokrasi, çağdaş siyasi eylemin tek mümkün iki tarzı olarak öne çıkıyor. Popülizm ve teknokrasi, genellikle birbirlerine karşıt oldukları kabul edilse de, aslında birbirlerini beslediklerini ve aralarında sürekli bir salınım - ve hatta bazen bir karışım – olduğunu gösteren fazlasıyla kanıt var.  Bu kanıtlar sadece İtalya'da değil Yunanistan, İspanya, Fransa, Birleşik Krallık ve tartışmalı da olsa Amerika Birleşik Devletleri gibi gelişmiş batı demokrasilerinde de görüldü.

Popülizm, tamamen modern siyasal temsiliyetin derin krizini ifade eder.  Ve bütün bu tecrübeler ışığında, dünya bu krizin basit bir teknokratik düzeltme ile hallolacağı hayalini artık geride bırakmalıdır. Popülizm ve teknokrasi, aynı madalyonun iki yüzüdür. Ve İtalya’da onlarla ancak, görkemli bir şekilde başarısız olan demokratik temsil mekanizmalarının yeniden canlandırılmasıyla yüzleşilebilir. Bu nedenle Mario Draghi’nin teknokratik yönetimi, İtalya’nın siyasi sorunları için, lanse edildiği gibi geniş spektrumlu bir çözüm olmayacak. Aksine bu sorunları çözme konusunda devam eden yetersizliğin daha ileri bir semptomu olacak.

Foreign Policy dergisinde 4 Şubat 2021 tarihinde yayımlanan “Italy’s Politics of Purgatory Won’t End Well” başlığıyla yayımlanan makaleyi kısaltarak Tahir KAYA’nın çeviri ve düzenlemesiyle sunuyoruz.