×
ÇİN

ANALİZ

İmparatorluk Siyaseti: Çin’de Devlet Toplum İlişkilerini Nasıl Şekillendiriyor?

Deng Xiaoping'in izlediği kalkınma siyasetini terk ederek bir tür imparatorluk siyasetine yönelen Xi Jinping'in, Çin'i ekonomik, askeri ve siyasi güç kapasitesinin uç sınırlarına taşıdığı ve ülkeyi bir "emperyal aşırı gerilimle" baş başa bıraktığı söylenebilir.
DENG XIAOPING bugün hayatta olsaydı her halde ne sevinir ne de şaşırırdı. Çin'i küresel bir güç haline getiren piyasa yanlısı reformlar, Xi Jinping döneminde, siyasi gücü yoğunlaştırmak adına büyümeyi kontrol ederek, muhalefeti denetlemek ve demokratik taleplerin son kalıntılarına müdahale etmek adına çok fazla siyasi sermaye harcayarak ve Çin'i Hint-Pasifik’te askeri anlamda aşırı genişleterek başka bir yöne evrildi.

Deng'in kritik reformları iki temel inanca dayanıyordu: Birincisi, Çin'deki komünizmin canlı bir ekonomi yaratılarak ve insanların hayatları iyileştirilerek kurtarılabileceğiydi. İkincisi ise Çin Komünist Partisi (ÇKP) iktidarı olmadan Çin'in kaosa sürükleneceğiydi. Dönemin önde gelen muhaliflerinden ve insan hakları savunucularından Wei Jingsheng 1979'da karşı-devrimcilik suçlamasıyla yargılandığında, ülkedeki ekonomik ve politik reformlar ile demokrasi ve “Beşinci Modernizasyon” ihtiyacı arasındaki boşluğun kapanmayacağının ilk işareti belirmişti.

Bu boşluk, Xi'nin liderliği altında bir uçuruma dönüştü. Çin siyaseti için Xi’nin 2013'te başkan olarak seçilmesi tarihi bir dönüm noktasını oluşturdu. Mao Zedong’un ulusu birleştirip Deng’in ise zenginleştirdiği bir noktada, Xi keskinleşmiş bir merkezi otorite eşliğinde güçlü bir gözetim devleti yarattı. İddialı, çatışmacı ve eleştiriye karşı aşırı duyarlı olan “kurt savaşçı diplomasisi”, Çin diplomasisinin ayırt edici özelliği haline geldi.  Bugün Çin, insanlık tarihinin en iddialı ve pahalı inşaat projesini kullanarak gücünü küresel anlamda görünür hale getiriyor ve yaygınlaştırıyor. Xi'nin politikaları, merkezde Pekin’in olduğu yeni bir dünya düzeni öngörüyor. Bu, tuhaf bir şekilde, devletler arasındaki eşitsizliği ritüelleştiren, Çin'in moral üstünlüğünü veri olarak alan, itaate dayalı modern öncesi hiyerarşilere kötü bir geri dönüşü anlatıyor.

Ancak Çin'deki gibi merkezi otoriteye dayalı yönetimlerde genellikle ölümcül bir kusur vardır. Çinli liderler, fikir çeşitliliğine karşı çıkarak ve hata yaptıklarında bunu asla kabul etmeyerek kendilerini köşeye sıkıştırıyorlar. Bu noktada en güncel örnek, Şangay'daki son Covid-19 karantina uygulaması. Çin yönetimi, virüsün yayılmasını kontrol altında tutmak üzere 25 milyonluk şehri karantina altına aldı. Ancak yönetim bu uygulama ile şehir sakinlerinin geçim koşullarına ve psikososyal refahlarına zarar verirken aynı zamanda kendi ekonomisine de ağır zararlar verdi. Sonuçta Çin yönetiminin güce dayalı aşırı emperyal siyaseti, nadir görülen bir muhalefet patlamasına yol açtı.

Başkan Xi, ÇKP liderliğinin ve “sosyalist sistemin avantajlarının” Çin’de tüm sorunların temel çözümü olduğunu vurguluyor, ancak zorluklar artarak büyümeye devam ediyor. Çin ekonomisi yavaşlıyor, yerel borçlar artıyor. Ülkede şirketler büyük borç yükü altında. Artan sosyal ve ekonomik sorunlar için ÇKP'nin tek çözüm adresi olarak gösterilmesi, rejim- toplum ilişkileri açısından hayli tehlikeli bir eğilime yol açıyor. Zira bu yaklaşım, aşırı vaatte bulunma ama buna karşılık yetersiz icraat sergileme riskini beraberinde getiriyor. 1980'lerde Deng'in reformlarına yönelik ağır eleştiriler vardı. O zamanlar, muhalif seslerin olmayışı sadece üniversite öğrencilerini değil işçileri de rahatsız etti. Toplumsal seslere kulak vermeyen ÇKP liderliğinin yükselen eleştirileri duyamaması Tiananmen hareketine yol açtı.

Bugün Çin'de emperyal aşırı gerilim, katı bir liderlik kombinasyonu, hataları kabul etmede isteksizlik ve eleştiriye tahammülsüzlük hala çok canlı ve güçlü bir tutum.

Çin, ekonomi alanında on yıllardır hissetmediği bir acı yaşıyor. Covid-19'a sıfır tolerans politikasının yanı sıra teknoloji ve emlak sektörü üzerindeki düzenleyici baskı, Çin'in işgücü piyasasını istikrarsız bir noktaya sürüklemiş durumda. Pekin, %5'ten fazla bir kentsel istihdam rakamı bildirdi, ancak şeytan ayrıntıda gizli. Kırsal alanlardan gelen göçmenler, karantina uygulaması vs. gibi işgücü piyasasında değişen koşullar nedeniyle kentsel alanlarda çalışmıyor. Örneğin, büyük metropollerde çalışan kırsal işçi sayısı 2020'de Covid-19 kısıtlamaları nedeniyle %1,8 yani 5,2 milyon kişi azaldı. Geri döneceklerine dair çok az kanıt var ve bu da ekonomiye büyük zararlar verme riski taşıyor. Daha önce göçmenlerin çalıştığı bazı iş kollarına, üretimdeki düşüşler ve artan otomasyon nedeniyle artık bu işçiler geri dönmüyor. Çin şu anda işgücü sıkıntısı ile mücadele ederken bazı kritik üretim zorluklarını aşmak için otomasyona yöneliyor.

Ancak Çin Komünist Partisi şu anda izlediği politik yoldan çıkabilecek durumda değil. Özel teşebbüs üzerindeki düzenleyici baskı, kritik öneme sahip teknoloji sektöründe on binlerce insanı işsiz bıraktı. Özel teşebbüsü daha sıkı düzenleme ve tekelleşmeyi ortadan kaldırma girişimi, hakkında çok az izahat olan bir yaklaşım. Ayrıca bu yaklaşım, geçmişten bir kopuşu ifade ediyor. Zira geçmişteki yaklaşım, e-ticaret devi Alibaba, Huawei ve Tencent başarısının kanıtladığı gibi serbest piyasa ve deregülasyon politikasının büyümede artışa katkı sağladığını gösteriyor. Çin'in emperyal aşırı güç gerilimi, ekonomi motorunu 1,5 trilyon dolar düzeylerinde tuttu ve milyarder Jack Ma'nın susturulmasıyla somut bir görünüm kazandı. Ma, 2020'de bir konferansta Çin devlet bankalarının eylemlerine karşı konuştuğunda, düzenleyiciler tarafından takibe alındı ve Alibaba'nın yan kuruluşu Ant Group'un halka arzı durduruldu. O dönemden bu tarafa, eğitim, kripto para birimleri ve finans ile ilgili sektörler üzerinde özel sektöre yönelik devlet baskısı yaygınlaştı.

Xi Jinping'in ekonomi üzerindeki düzenleyici baskılarının arkasında yatan temel motivasyon, bu yıl sonunda yapılması planlanan 20. Parti Kongresi öncesinde siyasi gücü pekiştirme arzusuna işaret ediyor. Anlatı olarak Çin'in en zengin çevresi ile en zayıf kitleleri arasındaki gelir uçurumunu kapatmak üzerine tasarlanan "ortak refah" retoriği, kurumsallaşmış eşitsizlikleri ve yolsuzlukları ele almak için çok az şey yapabilecek, ikincil bir çaba gibi görünüyor.

Diğer yandan Hong Kong, Xi yönetiminin emperyal güç gerilimini ve bunalımını somutlaştıran bir başka başlık. Bir demokrasi ve insan hakları aktivisti olan doksan yaşındaki Kardinal Joseph Zen'in yakın zamanda tutuklanması, bu noktada kritik göstergeler sunuyor. Dışarıdan bakanlar için, yaşlı bir adamın tutuklanması, Çin'in 2020 ulusal güvenlik yasasının ne kadar sert bir şekilde uygulandığının bir kanıtı. Zira bu noktada “yaşlı ve emekli bir Katolik din adamının Çin için nasıl bir ulusal güvenlik tehdidi oluşturduğu” sorusu, kritik bir mesele halini alıyor. Bölgede, demokrasi yanlısı aktivistlerin, muhalefet milletvekillerinin tutuklanması ve siyasi ifadeye yönelik baskılar acımasız bir görünüm taşıyor. Şimdi ise din özgürlüğü üzerindeki baskı potansiyeli, Çin yönetimini haddinden fazla adım atmaya [ve dolayısıyla emperyal bir aşırı güç gerilimine] götürüyor. Zen'in tutuklanması, Xi'nin demokratik olanlar da dahil olmak üzere farklı fikirlerin yaşayabileceği çoğulculuğa karşı tolerans tanımayışının bir göstergesi.

Hong Kong'un Batı'dan etkilenen siyasi, kültürel normları ve değerleri, ulusal güvenlik yasasının yürürlüğe girmesinden bu yana neredeyse tamamen parçalandı. Bölgede “sıfır Covid” politikası, şehir tarihindeki en büyük beyin göçüne katkıda bulunurken, Hong Kongluların yaşadığı büyük göç dalgasında acımasız güvenlik yasasının önemli bir payı var. Yasa, sayıları yüz binleri bulan Hong Kong diasporasının büyümesini de hızlandırdı. Ancak, okyanuslar veya uluslararası sınırlar ötesinde güvende olsalar da Pekin hala, konuşan ve Hong Kong'da aileleri veya finansal varlıkları kalanlar üzerinde potansiyel bir baskı gücüne sahip.

Çin'in bir dünya gücü olarak yükselişi kendi başına destansı bir olaydı. Uluslararası sistemin ayrılmaz bir parçası olma vaadi, o zamanlar küresel düzeyde övüldü ve teşvik edildi. Ancak şimdi Xi Jinping ve ÇKP'nin aşırı güç geriliminin tehlikelerini anlayıp anlamadığı sorusu, paylaşılan refahın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini belirleyecek. Ve bu noktada Çin için gerçek deha, “ne zaman ve nerede duracağını bilmek” olacak.

Bu yazı 03 Haziran 2022 tarihinde, Nationalinterest’te “Imperial Overstretch: Has Xi Jinping’s China Gone Too Far?” başlığıyla yayınlandı. Kısaltılarak yapılan çeviride editoryal düzenlemeye gidilmiştir.