×
KÜLTÜR
28.09.2022
Çeviri: UĞUR ALTUNTAŞ

ANALİZ

Güçlü Lider Siyasetinin Tuhaf Cazibesi -II

Liberal demokrasi, uzun yıllar kendi güçlü yanları konusunda fazlasıyla dokunulmaz olduğunu düşünen ve bu anlamda hayatta kalma tehdidi hissetmeyen bir inancı temsil etti. Bu da siyasette yeni eğilimlerin güçlenmesi için uygun bir alan oluşturdu.
GÜÇLÜ LİDER SİYASETİNE yaslanan isimlerin tekrar tekrar gerçekleşen yükseliş hikâyeleri, aynı zamanda beceriksizlik, kendilerini yenilgiye uğratan gösteriş ve vaat ettikleri ulusal dirilişleri sağlamada bariz başarısızlık hikâyesidir de. İsrailli Binyamin Netanyahu, müttefik seçimindeki pervasızlığı ve ikiyüzlülüğü ile dikkat çekiyor. Netanyahu, Yahudi karşıtı kinayeler kullanma konusundaki siciline rağmen, Orbán’la yakın ilişki kurarak ülkesinin uluslararası itibarına zarar vermekten çekinmedi. Yine Muhammed bin Salman yönetiminin gazeteci Cemal Kaçıkçı’nın vahşice öldürülmesi ve Yemen’deki kanlı savaşın sorumluluğu gibi kendi kendini sabote eden eylemleri de benzer örnekler olarak karşımıza çıkıyor.

Birleşik Krallık’ta Johnson ve yol arkadaşları, Brexit davası üzerine inşa ettikleri idealleri gerçeklikle uzlaştırma noktasında defalarca başarısızlığa uğradılar. Berlusconi, kendi kendini yetiştirmiş iş insanı yaklaşımının tüm olumlu etkisine rağmen İtalyan ekonomik durgunluğunu ve düşüşünü derinleştirdi. Trump’ın duvarı inşa edilmedi ve Amerika ise hala “yeniden büyük ve harika” olmaktan çok uzak.

Günümüz dünyasının en güçlü iki adamı (Xi ve Putin) hem liderlik tarzlarından kaynaklanan zayıflığın hem de kurumsal kontrol ve denge mekanizmalarının denetlenemeyen merkezi kontrol lehine bastırılması sonucu ödenen bedelle yüzleşiyorlar. Uzmanlar, “koronavirüsün ilk etapta uygulanan sansür nedeniyle küresel bir kriz haline geldiğini” bizlere hatırlatıyor. Çin hükümetinin Aralık 2019’da bu bilinmeyen hastalık hakkında alarm vermeye çalışan Dr. Li Wenliang ve onun Wuhan’daki meslektaşlarını susturma hamleleri, salgının en kritik erken döneminde kontrol altına alınabilme ihtimalini ortadan kaldırmıştı. Bugün Xi Jinping’in Çin’indeki çatlaklar artık daha görünür: Emlak sektöründeki krizden ülkenin “sıfır Covid” stratejisinin Şanghay’daki düzeni bozmasına dek uzanan derin çatlaklar.

Putin’e gelecek olursak, duymak istediği şeyi çok uzun süredir tekrarlayan ve kendini buna ikna eden bir liderin yarattığı tehlikeyi, Ukrayna’nın başarısız işgal çabasından daha iyi anlatan bir örnek olabilir mi? Rusya’nın askeri planlaması birkaç gün içinde Kiev’in alınması üzerine kuruluydu. Ancak birlikleri arasındaki zayıf lojistik, donanım, moral ve disiplin durumu Ukrayna’nın güçlü kararlılığıyla birleşince, Putin’in askerleri asıl hedef olan başkent bölgesinden çok daha uzak olan güney ve doğu bölgelerindeki sınırlı hedeflere çekilmek zorunda kaldı.

Öyleyse liberal demokrasiyi, çoğulcu kurumları ve hukukun üstünlüğünü destekleyenler, neden gidişatı değiştirmek için mücadele ediyorlar? Ukrayna fiyaskosu neden Putin ve Putin destekçilerinin çağını sona erdirmesin? Le Pen 1930’lardan bu yana bir Avrupa seçimlerinde aşırı sağcı bir adayın aldığı en yüksek oya ulaşmadı mı? Trump’ın geri dönmesi olası değil mi?

Burada Rachman ve Naím’in kitapları ilgi çekici bir ikinci işlevi yerine getiriyor: Kendilerinin yeni otoriteler ve eğilimler tarafından altüst edilmelerine izin vermiş toplumların ve siyasi kurumların (ulusal ve uluslararası) tersten portresi. Güçlü liderlerin nasıl yükseldiğinin hikâyesi, aynı zamanda liberal demokratik bir düzenin onların üçlü yöntemine -popülizm, kutuplaşma ve post-truth siyaset- karşı nasıl bu kadar savunmasız hale geldiğinin de hikâyesi. Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından Batı’nın kendini beğenmişliği ve kibri; Putin gibi liderlerin Batı’yı ikiyüzlülük ve çifte standartla suçlamasını sağlayan Irak Savaşı gibi fiyaskolar; köklü demokrasilerin yerleşik kurumlarındaki başarısızlık ve yolsuzlukların neden olduğu güven azalması; ekonomik ve kültürel seçkinler ile diğerleri arasındaki büyüyen uçurum madalyonun diğer yüzünü gözler önüne seriyor.

Güçlü liderler, kültür savaşlarıyla uğraşabilir, ancak ekonomik bölünmeler de bu hikâyelerde önemli rol oynar. Rachman orta yaşlı, üniversite eğitimi almamış beyaz Amerikalılar arasındaki ölüm oranlarının 1999 ile 2014 yılları arasında yüzde 22 arttığını ve üniversite eğitimi almamış Amerikalıların gerçek gelirlerinin aynı dönemde yüzde 19 düştüğünü belirtiyor. Birleşik Krallık’ta ayrılma taraftarı bir seçmenin söylediği gibi: “Benim için daha kötüsü olamaz. Bir şeylerin değişmesi gerekiyor. Belki bu (Brexit), o olabilir.” Siyasi ana akımın bu ve benzeri olaylara tepkisi ise, kendilerine bu altüst olma hissine neyin sebep olduğunu sormaktansa, bu tür düşüncelere sahip seçmenleri inançlarından dolayı küçümsemek olmuştur.

Liberal demokrasi kendi güçlü yanları konusunda fazlasıyla dokunulmaz olduğunu düşünen ve bu anlamda hayatta kalma tehdidi hissetmeyen bir inancı temsil ediyor. Yeni otoritelerin çoğu bu nedenle başlangıçta zararsız olarak değerlendirilmiş ya da en azından “bizden biri” olma yolunda oldukları için rahat bir alan bulabilmişlerdi. 2000 yılının haziran ayında Putin’in İkinci Çeçen Savaşı sırasında korkunç suistimaller ve savaş suçlarına neden olan yönetiminden kısa süre sonra, Bill Clinton onu “özgürlüğü, çoğulculuğu ve hukukun üstünlüğünü korurken, güçlü bir Rusya inşa etme yeteneğine sahip” olduğu için övmüştü. 2013’te The New York Times köşe yazarı Nick Kristof, Xi’nin “ekonomik reformun yeniden canlanmasını ve muhtemelen bir miktar siyasi gevşemeyi teşvik edeceğini” yazdı. Köşe yazarı Thomas Friedman ise Muhammed bin Salman’ı “Suudi Arabistan’ın yönetilme şeklini değiştirme görevinde” olduğu için övmekten geri durmamıştı. 2016’da başkanın ağzından çıkan ve o dönem güven verici bir nakarat olan “Trump’ı ciddiye alın, ama kelimenin tam manasıyla değil” sözü bugün bakıldığında başkanın ağzından çıkan sözlerin (saçma da olsa) kelimesi kelimesine dikkate alınması gerektiğini gösteriyor.

İşte bu tarz dikkatsizliklerden yeni otoritelere kendi çizdikleri yolda yardımcı olan kayıtsız politikalar doğdu. Bu nedenle “birileri size kim olduğunu söylediğinde, onlara inanın” sözü, çağımız için iyi ve yerinde bir slogan olarak kabul edilmeli. Önlenebilir hataların, dünyayı kaosa ve bölünmeye sürükleyen uluslararası siyasi güçlere katkıda bulunması gerçekten iç karartıcı. 

Yine de Rachman ve Naím’in geçtiğimiz on yıllardaki değişimler karşısında duyduğu dehşeti paylaşan bizler için bir umut ışığı varsa, o da gelecek yıllarda liberal demokratların önceki tecrübelere göre daha anlayışlı, gerçekçi ve farkındalık sahibi bir şekilde ilerlemelerinin beklenebilir olması. İhtiyaç duyulan şey: Alçakgönüllülük, dikkat, hassasiyet ve dengeli bir üstünlük duygusu; hepsinden önemlisi, iddialarla değil olgularla, tek kutuplulukla değil çoğulculukla ve bir kişinin sözde sonsuz bilgeliğiyle değil denetim-dengeyle tanımlanan bir sistem. Trump ve Putin, Le Pen ve Xi gibi güçlü liderler demokratik olarak yenilebilir olmalıdırlar. Aksi takdirde liberal demokrasi için yolun sonundan bahsetmeye başlayabiliriz.


The New Statesman sitesinde 27 Nisan 2022 tarihinde “The strange allure of the strongman leader” başlığıyla yayımlanan yazının ikinci kısmını Uğur Altuntaş’ın çevirisiyle sunuyoruz. Yazı bölümler halinde çevrilmiş ve belirli kısımlarda editoryal düzenleme yapılmıştır.