×
RUSYA

ANALİZ

Gorbaçov’un Mirası

Rusya iktidarı için, Rusya’nın zayıflamasının asıl sorumlusu Gorbaçov değildi.
2 MART'TA SOVYETLER Birliği’nin ilk ve son Cumhurbaşkanı Mihail Gorbaçov 90 yaşını doldurdu. 11 Mart 1985’te Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak göreve başlayan Gorbaçov, büyük değişimlerle yola çıkmıştı. Fakat 5 sene geçtikten sonra 20. yüzyılın ikinci yarısında iki süper güçten biri olan Sovyetler Birliği’nin sonunu getirmişti. Gorbaçov’un kararları dünyayı değiştirmiş, eski Sovyetler Birliği toplumlarına da yeni bir hayat biçimi sunmuştu.

Gorbaçov’un başlatmış olduğu reformlar ve bu reformların sonuçları uluslararası politikada olduğu gibi bireysel anlamda da büyük değişimlere yol açmıştı. Bazıları bunu büyük başarı olarak görürken, bazıları için trajediyle sonuçlanmıştır. Bu bağlamda Gorbaçov’un doğum günü dünyada ve Rusya’da bazı tartışmaları tekrar gündeme getirdi.

Gorbaçov’u doğum günüyle kutlayan Amerikan Başkanı Joe Biden, “Gorbaçov’un özgürlüğe olan bağlılığı ve cesareti sayesinde dünya daha güvenli bir yer oldu” yorumunda bulundu. Almanya Başbakanı Angela Merkel, Soğuk Savaşın sona erdirilmesinde ve Almanya’nın birleşmesindeki şahsi katkılarından ötürü teşekkür etti. Britanya Başbakanı Boris Johnson, “Onun Sovyet toplumunu dış dünyaya açma yönündeki çabası herkes için bir örnektir” ifadeleriyle tebrik mesajını gönderdi.

Rusya’da Gorbaçov’u tebrik eden ve onun kararlarıyla ilgili yorum yapanlar arasında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de vardı. Putin, Gorbaçov’un ana vatanın ve dünya tarihinin gidişatına önemli derecede yön vermiş, zamanının parlak, olağanüstü ve en seçkin devlet adamlarından biri olduğunu söyledi. Rusya Başbakanı Mihail Mişustin’e göre ise zamanının en saygın devlet adamlarından biri olan Gorbaçov, SSCB’nin uluslararası prestijini artırmış, ulusal çıkarlarını savunmuş ve ülke ekonomisinin yeniden yapılanmasında büyük katkıları olmuştur.  

Rusya’da iktidar, her ne kadar Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına, Moskova’nın dünyadaki etkisinin de aynı zamanda yok derecede azalmasına yol açtığını biliyor olsa da Sovyet imparatorluğunun yıkılma sorumluluğunu sadece Gorbaçov’a mâl etmekten de kaçınıyor. Rusya iktidarı için, Rusya’nın zayıflamasının asıl sorumlusu Gorbaçov değildi. Sorumlu, Gorbaçov’a ülke içinde ciddi bir muhalefet yürüten; ardından da Gorbaçov’un ülke içindeki güveninin azalmasına, iktidarının zayıflamasına sebep olan; en sonunda da Gorbaçov’un istifa etmesine yol açan ve 1990’lar boyunca Rusya’nın karşılaştığı sorunların müsebbibi Boris Yeltsin idi.

Gorbaçov’la ilgili farklı düşünceye sahip olan kesimler de az değil. Aşırı sağcı, Liberal Demokratik Partisi lideri Jirinovskiy’e göre, Sovyetler Birliği’nin yıkılmasının en büyük sorumlusu tek partili rejim idi. Sorumluluk sadece Gorbaçov’a mâl edilmemeli, onun etrafındaki siyasetçiler de hesaba katılmalıydı. 

Önde gelen Rus tarihçi Angrey Fursov’a göre ise Gorbaçov “bir haindi”. Fakat Sovyetler Birliği’ni Gorbaçov tek başına yıkmamıştı. Gorbaçov’un arkasında onu o makama getirenler vardı. Gorbaçov’un arkasındaki grup Batı kapitalizmine dahil olmak istiyordu ve Batılı kapitalistlerle de bağlantıları vardı. Özellikle Anglo-Sakson kökenli küresel elitlerle. Bazı Rus siyaset bilimcilere göre ise Gorbaçov, üstlenmiş olduğu sorumluluğun üstesinden gelebilecek niteliklerden ve entelektüel birikimden yoksun bir şahsiyetti.  

Yeniden yapılanma kaçınılmazdı diyen Mihail Gorbaçov’un kendisi ise “Reformlardan ötürü bana hakaret ediyorlar, fakat o olmadan ülkede hiçbir şey değişmezdi. Biz ülke içinde özgürlüğümüze kavuştuk; totaliter sistemi sona erdirerek insanlara hürriyet kazandırdık.” değerlendirmesinde bulundu.
 
Rusya tarihinde ülkeyi radikal reformlarla dönüştürmek isteyen tek isim Gorbaçov değildi. Gorbaçov, Sovyetler Birliği döneminde değişimden yana kararlar alan liderlerden ilki de değildi.  Gorbaçov, Sovyet sisteminin içinde onu dönüştürmek isteyenlerden sadece biriydi. 

1917 Devrimini yapan ve akabinde Sovyetler Birliği’ni kuran Vladimir Lenin bile devrim teorisinde, Karl Marks’tan farklı bir Komünizm teorisini öne sürmüş, onu Rusya’nın şartlarına uyarlamıştı. Lenin’in yerine geçen Josef Stalin ise “tek ülkede sosyalizm” konseptini öne sürerek dünya devriminden vazgeçmiş ve ülke kaynaklarını Sovyetler Birliği’nin kalkınmasına harcamıştı. Stalin savaş sonrası harap olmuş ülkeyi milyonlarca insanın emeği ve canı pahasına süper güce dönüştürmüştü. Stalin’in ardılı olan Kruşçev, Stalin politikalarından vazgeçerek dış dünyayla “barış içinde bir arada yaşama” konseptini öne sürmüştü. Batı’yla gerginliği azaltarak ülke içi sorunlara odaklanmaya karar vermişti. Ekonomik kalkınmayı sağlamak için farklı yöntem izlemişti. Stalin’in baskıcı yönteminden vazgeçmiş, hapisteki ve sürgündeki insanlara ve halklara genel af tanımış, devlet ile halk arasındaki uçurumu azaltmaya çalışmıştı. İnsanları ekonomik kalkınmaya önceki döneme göre nispî de olsa özgürce dahil etmeyi amaçlamıştı.  Krusçev döneminde önemli bir teknolojik ve kültürel atılım gerçekleştiren Sovyetler Birliği 1980’lerde tekrar ekonomik durgunlukla karşı karşıya kalmıştı. 

Gorbaçov ülkenin karşılaştığı sorunları çözmeyi ve ekonomik atılımı gerçekleştirmeyi amaçlıyordu. Önceden birikmiş olan sorunlar Gorbaçov döneminde daha da derinleşmeye başladı. Çoğu Sovyet tarihçi ve siyaset bilimcinin de kabul ettiği gibi Gorbaçov ne Sovyetler Birliği’ni yıkmak istedi ne de Komünizmden vazgeçmek. Fakat Sovyetler Birliği’nin yıkılmasına da engel olamadı. Gorbaçov’un amacı 1970’lerde teknolojik atılım gerçekleştiren ve ekonomik esnekliği sağlayabilen Batı karşısında bu alanlarda gerilemekte olan Sovyetler Birliği’nin ekonomik atılımını gerçekleştirerek uzun vadede üst ligde kalmasını sağlamaktı. Gorbaçov, “siyasette şeffaflık” ilkesiyle siyasileri hesap verebilir kılmayı amaçlarken, “ekonominin yeniden yapılanması” ilkesiyle toplumun özgürleştirilmesini ve ekonomik hayata zorunlu değil gönüllü olarak dahil edilmesini istiyordu. Halkı ideolojik sınırlamalardan kurtarmanın, toplumun gelişmesine, dolayısıyla da ekonomide atılım yaşanmasına katkıda bulunması bekleniyordu. Diğer bir deyişle Gorbaçov, Sovyet insanını iktidarın nesnesinden iktidarı ve ekonomik kalkınmayı belirlemekte yetkisi olan özneye dönüştürmek istedi. Fakat bunu başaramadı.

Sonuç olarak Rusya hükümeti Gorbaçov’la ilgili iyimser görüşe sahip olduklarını açıklasalar da Rusya tarihinde ve toplumunda Gorbaçov “başarısız bir lider” olarak kabul edilmektedir. Rusya hükümetine yakın bir medya kuruluşunun yapmış olduğu bir ankete göre, Rusya toplumunun %70’ine yakını Mihail Gorbaçov’a yönelik olumsuz fikre sahiptir.  Sadece %2’si Gorbaçov’la ilgili iyimser düşünmektedir. Daha önce kötümser düşünüp de sonradan fikrini değiştirenler ise %27 civarındadır. Rusya toplumunun önemli bir kısmının Gorbaçov dönemini yaşamamış olsalar da Sovyetler Birliği’nin gücüne olan özlemleri canlılığını korumaktadır.  

SABİR ASKEROĞLU

Lisans öğrenimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamladı. Aynı üniversitenin Uluslararası İlişkiler bölümünde yüksek lisans yaptı. İstanbul Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünden doktora derecesini aldı. Çeşitli düşünce kuruluşlarında görev yaptı. Askeroğlu’nun araştırma alanları, Rus dış politikası, Avrasya ve Ortadoğu'dur. Askeroğlu, Rusya'nın Büyük Güç Olma Stratejisi kitabının yazarıdır.