×
ÇİN

ANALİZ

Çin’de Meclis Toplantıları ve Yoksulluk Ekseninde “Büyük Güç” Tartışması

Çin’in son on yılda korkularını büyüten ve güvenini zedeleyen kriz alanlarını besleyerek değil onları işbirliği kanalları ve diplomasi yoluyla yöneterek sorumlu bir “büyük güç” olarak davranması daha rasyonel ve gerçekçi durmaktadır.
ÇİN’DE GEÇTİĞİMİZ haftaların en önemli gündemi Çin Halk Kongresi ile Çin Halk Siyasi Danışma Konferansı’nın beraber yapıldığı meclis toplantıları oldu. Çin siyasi jargonunda “iki toplantı (Lianghui)” olarak bilinen ve olağanüstü bir durum olmadığında her yıl Mart ayında yapılan toplantılarda bu yıl da ekonomik, siyasi ve sosyal konular gündeme geldi. Bu yılki toplantılar 2021-2025 yılları arasındaki beş yıllık kalkınma planını ve ayrıca 2035 vizyonu ile ilgili ilk politika önerilerini de gündemine aldığı için önemliydi. 

Çin başbakanı Li Keqiang’ın yıllık çalışma raporunun sunumu ile başlayan toplantıda 2021 yılında muhtemel ekonomik büyüme, mali destekler, özellikle yerel yönetim borçlarının düşürülmesi, Koronavirüs ile mücadele sırasında oluşan ekonomik sorunlar gibi konular gündeme geldi. Ekonomik konularda en dikkat çeken konu ise çok da net bir şekilde ifade edilmeyen “%6’nın üstünde” bir büyüme hedefinin konması oldu. Bu da 2021 yılında Çin ekonomisindeki belirsizliklerin devam edeceğinin mesajı olarak algılandı.

Hong Kong seçim yasasının değiştirilmesi ve askeri bütçenin beklentilerin üstünde artması ise Çin’in özellikle dış politikada agresif tutumunun devam edeceği sinyalleri olarak algılanabilir. Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin uzun basın toplantısında dile getirdiği konular Çin dış politikasında mevcut agresif stratejinin sürdürüleceğinin göstergesi. Wang Yi, ABD dışişleri bakanı Antony Blinken ile Alaska’da yapılacak yüz yüze görüşmeler öncesinde ABD’ye Tayvan, Hong Kong ve Uygur sorununda iç işlerine müdahale etmemesine dair sert uyarılarını sürdürdü. Avrupa Birliği ile imzalanan yatırım anlaşmasına uyacaklarını ifade eden Wang Yi, aynı zamanda Rusya’ya da mesaj göndererek “renkli devrimlere” karşı ortak hareket etmek gerektiğini dile getirdi. Wang Yi’nin Afrika’dan Latin Amerika’ya kadar uzanan yatırımların etkin bir şekilde devam edeceğine dair vurgusu da önemliydi.
 
Çin’in “gerçek” güç aritmetiği yanılsaması

Meclis toplantılarını Çin Komünist Partisi’nin bir yandan iç siyasi ve ekonomik aktörlere verdiği mesajlar diğer yandan da dünyaya verilen mesajlar olarak ikiye ayırarak okumak mümkündür. İçeriye özellikle yoksullukla mücadele ve ekonomik kalkınma stratejileri ile verilen güçlü mesajlar dışarıya da sert ve agresif bir Çin mesajı veriyor. Çin’in reform yıllarının ılımlı stratejisi olan “tao-guang-yang-hui” stratejisinden açık bir geri dönüşü de ima eden agresif dış politika aslında gerçekçi bir güç aritmetiğine dayanmıyor. Çin ekonomik bir dev olabilir ancak siyasi nüfuz, jeopolitik etkinlik ve askeri kabiliyetler gibi konularda henüz başlangıç aşamasında. Dış politika sorunlarına baktığımızda da kayda değer bir başarıdan söz etmek mümkün değil. Örneğin Çin’in bundan yirmi yıl önce uğraştığı dış politika konuları ile bugünküler arasında belirgin bir konu farklılaşması ve çözüm de yok. ABD ile ilişkilerden Tayvan, Hong Kong ve Güney Çin Denizi’ne kadar uzanan dış politika sorunları hala masada ve çözüm bekliyor. Bu anlamda Çin dış politikası açısından ortada bir başarı görünmüyor. 

Ne var ki, geçtiğimiz on yıl boyunca mevcut sorunların farklı ambalaj ve söylem içerisinde farklı tonlarda dile getirildiğini görüyoruz. Ancak bu söylem ve tavırların altının çok dolu olduğunu söylemek mümkün değil. Bugün Çin ekonomik olarak ABD ile rekabet edecek büyüklükte bir ülke olmasına rağmen gerek iç siyasi ve ekonomik sorunları gerekse de dış politika sorunları Çin’i bu rekabette zorlamaya devam ediyor.
 
Bu yazının ilerleyen bölümlerinde de vurgulanacağı gibi aslında Çin söylem ve retoriği güçlü ancak şimdilik bu kadar güçlü bir söylem ve retoriğin altını dolduracak nitelikte politikalar, strateji ve taktikler uygulayabilecek bir ülke değil. Ekonomide sürdürülebilir kalkınmadan gelir adaleti ve yoksulluğa kadar sayabileceğimiz birçok sorun aslında Çin’de devletin siyasal meşruiyet problemini zorluyor. Aşağıda da vurgulanacağı gibi sadece Çin’de yoksulluk üzerine gündeme getirilen retorik bile Çin ekonomisinin ve sosyal düzeninin ne kadar hassas ve kritik bir seviyede olduğunu anlamamız için yeterli. 

Peki Çin mesele dış politika ve özellikle büyük güç rekabeti olunca neden büyük güçler ilişkisi talep ediyor ve agresif davranıyor? Çin’in dünyaya anlatmaya çalıştığı güçlü Çin algısı gerçekçi mi? Yâda gerçekçi bir aritmetiğe dayanıyor mu? Sonda söyleyeceğimizi başta söylersek, dayanmıyor. Aksine içerideki sorunların bir şekilde üstünü örtmek için dış politikada agresif bir strateji izleniyor ki bu uzun vadede Çin’e çok fayda sağlayacak bir strateji gibi görünmüyor. Zira Çin’in içerideki sorunları dışarıda bir büyük güç dış politikası uygulamasını engelliyor.

Çin’de yoksulluk tartışması: Propagandadan Gerçekliğe  

Bugün Çin’de sadece iç siyaseti değil dış politikayı da etkileyen önemli konulardan biri ekonomik kalkınmanın geleceği. Dolayısıyla toplantılardan bir hafta önce gündeme gelen yoksulluk tartışması Çin’in gelecek dönemde hem iç istikrarı hem de dış politikası için ilginç mesajlar barındırıyor.
 
Çin’de ekonomik kalkınma ve kalkınmanın sürekliliği her zaman dış politikanın da önceliği olmuştur. Çin’in kişi başına düşen milli geliri 1990-2000 yılları arasında 200 dolardan 1000 dolara yükselirken 2010 yılında bu rakam 5000 dolara yükselerek Çin’in orta gelirli ülkeler arasına soktu. 2010 yılından sonra ise Xi Jinping ile beraber ilginç bir şekilde bu gelir düzeyini daha yukarı çıkarabilmenin yolunu daha agresif bir ekonomik model ve bununla paralel bir dış politika stratejiden geçtiğine karar verdi. Bu karar verme sürecinin analizi ciddi bir akademik uğraş gerektirse de Çin dış politikası literatüründe ana akım söylem bu yıllarda Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi gibi iddialı stratejiler uygulamaya; ABD ile ilişkiler ve yakın bölgesinde de büyük güç davranışları sergilemeye başladığı konusunda hem fikir. Bu erken hamle hem Çin içinden hem de Çin dışından birçok uzman tarafından eleştiri konusu da oldu. Çin bu yıllarda neden bir söylem ve eylem değişikliğine ihtiyaç duydu?

Bu sorunun cevabı aslında dış ve iç politikanın ne kadar iç içe olduğunu gösteren örneklerle doldurulabilir. Biz bunlardan bir tanesine bakalım. Çin’de 1949 komünist devriminden bu yana ekonomik kalkınma, yoksullukla mücadele ve Çin’i emperyalizmin her türlü baskısından kurtaracak her türlü siyasi ve ekonomik söylem meşruiyet kazandı. Mao Zedong’dan Deng Xiaoping’e ve bugün Xi Jinping’e kadar siyasal iktidar ideolojik meşruiyet sorunu yaşadığında ekonomik kalkınma ve milliyetçilik her zaman kullanışlı iki retorik oldu.

Çin’de reformun kırkıncı yılı geçilirken reformların meşruiyet retoriğini zedeleyen en önemli konuların başında yoksullukla mücadele geliyordu. Bunun farkında olan Xi Jinping hükümeti yoksulluğu tamamen ortadan kaldıracak bir program açıkladı. Parti’nin kuruluşunun yüzüncü yılında Çin’de yoksul kalmayacaktı. Ancak bir tür devlet kapitalizmi olarak tanımlanan Çin ekonomik modelinin kapitalizmin asli problemlerinden biri olan gelir adaletsizliği ile mücadele etme telaşı bir tezat oluşturuyordu. Sonunda hükümet mevcut küresel ekonomik liberal düzenin kurumlarından biri olan Dünya Bankası’nın belirlediği yoksulluk standardını ölçü olarak kabul etti. Buna göre yıllık 2300 RMB olan yoksulluk sınırında yaşayan kişi sayısı 2018 yılının sonunda 16.6 milyon kişiydi. 2020 yılının Aralık ayında ise hükümet Çin’de bu sınırın altında yaşayan hiç kimsenin olmadığını ve dolayısıyla Çin’in mutlak yoksullukla mücadelesinin başarıya ulaştığı duyuruldu. Hâlbuki 2020 yılının Aralık ayı döviz kurlarına göre Çin’in belirlediği günlük sınır 1 doların da altında görünüyordu. Kısacası ortada rakamlarla oynanan bir oyun vardı.  

Bu rakamlar Çin’in yoksullukla mücadele etmediğini değil aslında bir meşruiyet arayışında olduğunu gösteriyor. Zira Çin, gerçekten de yoksullukla mücadele kapsamında ciddi politikalar uyguladı. Fakir bölgelerde eğitim, sağlık ve ulaşım yatırımlarını teşvik ederken aynı zamanda eşitsizlikleri ortadan kaldırmak için sadece ihracat merkezli değil iç tüketime ve dolayısıyla içeride istihdam ve üretimi artıracak politikalara ağırlık verdi. Yine aşırı fakir bölgelerden gelişmiş kentlere doğru bir göçü de teşvik etti. Böylece verimlilik sebebi ile yatırımların gidemediği coğrafyalarda yaşayanlar daha iyi imkânlara kavuşmuş oldu. 

Rakamlar her ne kadar tartışmalıysa da biraz önce bahsedilen standartlara göre hükümet Çin’de 700 milyonun üstünde kişinin yoksulluktan kurtarıldığını iddia ediyor. Tabi ki bu rakamlar çok fazla tartışılır ancak rakamların dışında Çin’in kendine has bazı özellikleri sebebiyle bu politikaların sürdürülmesi kolay değil. Yani bir bakıma Çin’de on milyonlarca insan günlük yaklaşık 1 doların üzerinde bir gelire sahip. Ve bu sınırdan daha aşağı düşmeleri de mümkün. Kısacası Çin’de hükümetin bu politikaları ciddi bir şekilde sürdürmesi için mevcut ekonomik büyümenin devam etmesi gerekiyor. 

İşte tam da burada yazının başında belirttiğimiz ve Çin’in son yıllarda dosta düşmana karşı gereğinden fazla vurguladığı “büyük güç” algısı tartışmaya açılıyor. Sadece yoksulluk meselesi değil, çevre sorunlarından sanayi üretimine ve teknolojik inovasyona kadar Çin’in önünde alması gereken ciddi bir yol var. Dolayısıyla Çin dış politikasında gözlenen agresif tutumun ekonomik kalkınma ve büyüme meselesi açısından rasyonel bir açıklaması yok. 

O halde Çin’in bu agresif dış politika söylemi ile büyük güç vurgusunun ardında yatan asıl sebebin bir meşruiyet ihtiyacı olduğu söylenebilir. Daha çok milliyetçi argümanlara dayanan bu meşruiyet çabası ne yazık ki devletleri gereksiz ve gerçek dışı suni bir gündeme hapsediyor. Dış politikada realizm iç siyasette ise milliyetçilik birbiri ile el ele giden iki ideolojidir. Bazen biri diğerini tetikler bazen de tam tersi olur. Ancak her ikisinin de gereksiz bir korku ve güvensizlikten kaynaklanan ve çatışmaları besleyen bir yönü olduğu unutulmamalıdır. Çin’in son on yılda korkularını büyüten ve güvenini zedeleyen kriz alanlarını besleyerek değil onları işbirliği kanalları ve diplomasi yoluyla yöneterek sorumlu bir “büyük güç” olarak davranması daha rasyonel ve gerçekçi durmaktadır.

KADİR TEMİZ

2006 yılında Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Siyaset Çalışmaları yüksek lisans programına başladı. 2010 yılında “Konfüçyanizm ve Alternatif Haklar Teorisi” başlıklı tezi ile yüksek lisans derecesi aldı. 2017 yılında Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde “The Rise of China and the Middle East: Chinese Foreign Policy Towards Iran, Israel and Turkey, 2001- 2011. [Çin’in Yükselişi ve Ortadoğu: Çin’in İran, İsrail ve Türkiye’ye Yönelik Dış Politikası, 2001-2011]” başlıklı tezi ile doktora derecesi aldı. Çin Hükümet Bursu kapsamında Çin Halk Cumhuriyeti Peking Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü ve Şanghay Yabancı Diller Üniversitesi'nin Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırmacı olarak bulundu. 2018 ve 2020 yıllları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalıştı. Boğaziçi Üniversitesi Asya Çalışmaları Merkezi’nde araştırmalarına devam etmektedir. Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Çin Dış Politikası ve Uluslararası İlişkileri, Doğu Asya Siyaseti ve Çin’in Ortadoğu ülkeleri ile ilişkileri gibi konularda ders vermektedir.