×
ABD

ANALİZ

Bir Amerikan Seçimleri Hikayesi: Trump’ın Amerika’sı vs Trump’sız Amerika

Bir başkandan ziyade “Hangi Amerika?” sorusuna yanıt aranan ve 160 milyona yakın oyla ülke tarihinde katılım rekoru kırılan bir başkanlık seçimi hikayesi. Biden ve ekibinin asıl savaşı belki de şimdi başlıyor.
A BD’DE 3 KASIM Salı günü yapılan 59. Başkanlık seçimleri kuşkusuz ülke tarihinin en sıra dışı, en ilginç, en tartışmalı ve en kaotik seçimlerinden biri olarak kayıtlara geçti. Bir yanda 4 yıldır başkanlık koltuğunda oturan ve tartışmaların hep odağında yer alan Cumhuriyetçi Donald Trump, öte yanda ülkedeki siyasi/toplumsal ayrışmayı sona erdirme vaadiyle seçime giren Demokrat Joe Biden kozlarını paylaştı. Kovid-19 salgınının gölgesinde yapılan, 65 milyondan fazla posta oyunun kullanıldığı ve ciddi bir toplumsal ayrışma döneminde gerçekleştirilen seçimler, resmi olmayan sonuçlara göre Biden’ın zaferiyle sonuçlandı. Görevi devraldığında 78 yaşında olacak olan Biden, ülke tarihinin açık ara en yaşlı başkanı olacak. Son 4 yılda adeta “Trump’a destek verenler” ile “Trump’a karşı olanlar” şeklinde ikiye bölünen ABD, sürreal bir başkanlık seçim süreci yaşadı. Kimilerinin “Amerika Bölünmüş Devletleri” olarak nitelediği bir sosyolojik kırılma döneminde yapılan seçimler, siyaset üstü bir anlam kazandı. Sonuçta ortaya, bir başkandan ziyade “Hangi Amerika?” sorusuna yanıt aranan ve 160 milyona yakın oyla ülke tarihinde seçime katılım rekoru kırılan bir başkanlık seçimi hikayesi çıktı.

Seçimlerde ne oldu?

3 Kasım seçimlerinin sonuçlarını iyi anlayabilmek için öncelikle seçimlerden önce ve seçim sürecinde ne olduğunu anlamak gerekiyor. Türkiye’den ve Avrupa ülkelerinden farklı olarak ABD’de başkanlar tek bir ulusal seçimle değil, aslında 50 eyalet ve özel statüdeki başkent Washington DC’de yapılan 51 yerel seçimle belirleniyor. Seçmenler doğrudan başkan adaylarına değil, onları seçecek toplam 538 delegeye oy veriyor. Bu delegelerin yarıdan 1 fazlasına (270 delegeye) ulaşan isim başkanlık seçimlerini de kazanmış oluyor. Bu yıl, asırda bir kez yaşanan bir pandeminin gölgesinde yapılan başkanlık seçimlerine posta oyları damga vurdu. Güncel rakamlara göre 65 milyondan fazla kişi sandık başında değil, posta yoluyla oylarını kullandı. Seçimleri kritik eyaletlerde küçük farklarla kazanan Biden, zaferini neredeyse tamamen bu posta oylarına borçlu, çünkü araştırmalar posta oylarının yaklaşık yüzde 70’inin Biden’a gittiğini gösteriyor.

Normalde seçim gecesi ABD’nin yeni başkanını öğrenmeye alışmış olan Amerikalılar kadar dünya da bu sefer yeni başkanın kim olduğunu öğrenmek için 4 gün beklemek zorunda kaldı. Milyonlarca posta oyunun elle sayılıyor ve listelere aktarılıyor olması sebebiyle uzayan sonuçlar, 3 Kasım gecesi önde gözüken Trump başta olmak üzere birçok kişiyi yanılttı. Ancak seçim sonuçlarını veren Amerikan medyası, 7 Kasım Cumartesi günü Biden’ın kritik Pennsylvania eyaletini kazanarak 270 delegeyi aştığı ve başkanlık yarışını kazandığını ilan etti. ABD’de ülke genelinde yapılan başkanlık seçim sonuçlarını tek elden hemen veren federal bir yapının olmaması, bunun yerine her bir eyaletin aslında kendi seçimlerini yapıyor olması, “neden seçim sonuçlarını önce medya veriyor?” sorusunun da yanıtı. Her ne kadar Trump seçimlerde hile olduğunu ve hukuki yollara başvuracağını söylese de şu ana kadar kamuoyunu ikna edecek güçlü deliller ortaya koyabilmiş değil.

Mevcut tabloda 306 delegeye ulaşan Biden, 232 delegede kalan rakibini önemli bir farkla geride bırakmış oldu. Joe Biden 78 milyon oya ulaşarak tüm zamanların en fazla oy elde eden başkan adayı rekorunu kırarken, seçimleri kaybeden Trump ise 73 milyona yakın oyuyla tüm zamanların en fazla oy alan 2. adayı ve görevde en fazla oy alan başkan oldu. 14 Aralık’ta tüm eyaletlerdeki delegelerin oylarını kullanmasıyla birlikte artık seçim sonuçları kesinleşmiş ve bir anlamda Biden döneminin ilk resmi adımı atılmış olacak. Anayasa’ya göre 20 Ocak 2021’de yemin edecek olan Joe Biden ülkenin 2. Katolik, Başkan Yardımcısı Kamala Harris de ilk siyahi ve Asya kökenli başkan yardımcısı olarak tarihe geçecek.

Trump kazanırken kaybetti, Biden oy rekoru kırdı

3 Kasım seçimlerinde oy kullanan ve rekor kıran 160 milyon seçmen, Amerika’daki ciddi siyasi/toplumsal kutuplaşmanın sandığa doğal bir yansımasıdır. ABD’de uzun yıllardır ince buz tabakasıyla üstü örtülen belli toplumsal kesimler, Trump’ın söylemlerinde kendilerine güçlü bir yaşam alanı buldu ve 2016’da siyaseten sürpriz, toplumsal olarak aslında doğal bir şekilde Trump’ı Beyaz Saray’a taşıdı. 2016 yılında seçimleri kazanan Trump, 3 Kasım'daki seçimleri kendi seçmen kitlesinin desteği azaldığı için değil, Demokratlar 2016'dan daha yüksek bir destek oranına ulaşabildiği için kaybetti. Esasen seçmenler iki adaya değil de, “Trump’ın Amerikası” ile “Trump’sız Amerika” seçeneklerine göre oylarını kullandılar ve ikinci kesim baskın çıktı.

3 Kasım seçimlerinin sandık çıkış anketlerine göre 2016 yılında Cumhuriyetçi seçmen tabanının yüzde 88'inin oyunu alan Trump, bu seçimlerde bu oranı yüzde 94'e çıkarmayı başardı. Bununla birlikte Trump'ın kritik eyaletlerden Florida'da Cumhuriyetçilerin yüzde 93'ünün (+4 puan), Pensilvanya'da yüzde 91'inin (+2 puan), Michigan'da yüzde 93'ünün (+3 puan), Nevada'da yüzde 93'ünün (+5 puan) ve Arizona'da yüzde 90'ının (+2 puan) oyunu alabilmiş olması kayda değer bir veridir. Bu tablo, Trump seçimleri kazanamamış olsa da ona 2016’da oy veren geniş kitlelerin halen benzer sosyolojik/ekonomik/siyasi nedenlerle Trump’a ya da Trump’lara oy vermeye hazır olduğunu gösteriyor.

Benzer şekilde Trump'ın "beyaz olmayan" seçmenler arasındaki desteğini de 2016 yılına kıyasla ortalama 5 puan artırmış olması da önemlidir. Her ne kadar Biden bu kategorilerde (doğal olarak) açık ara önde olsa da 2016'ya kıyasla Trump'ın bu seçimlerde siyahiler arasında 4 puan, Latin Amerika kökenliler arasında 4 puan, Asya kökenliler arasında da 7 puan artırdığı görülüyor. Dini kategoride Trump'ın 4 yıl öncesine kıyasla Protestan seçmenler arasındaki desteğini 4 puan artırırken, Evanjelikler arasındaki desteğini kısmi düşüşe rağmen yüzde 75'ler seviyesinde koruduğu gözüküyor. Elbette Biden'ın özellikle "bağımsızların" oylarını güçlü şekilde toplamasıyla seçimleri kazanması dikkate değerdir, ancak seçim öncesi anketlerin tamamının aksine yarışın kritik tüm eyaletlerde kafa kafaya geçmesi, Trump'ın hemen her kategoride oylarını artırması ve nihayetinde az farkla kaybetmesi, üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.

Öte yandan 78 milyon oyla bugüne kadar en fazla oy alan başkan adayı rekorunu kıran Biden’ın 2016’da Hillary Clinton’a kıyasla ılımlı Demokratlarda +12 ve bağımsızlarda +11 puanı hanesine yazdırması dikkate değerdir. Benzer şekilde Biden’ın giderek büyüyen 18-25 yaş arası gençlerde Clinton’a kıyasla +5 puan kazanması da önemlidir. Bu yönüyle ABD’deki demografik değişimin şu anda Demokratlara daha fazla yaradığını söylemek mümkün. Benzer şekilde beyaz olmayan (siyahiler, Latin ve Asya kökenli) seçmenlerin toplam nüfus içindeki paylarının giderek artması da aynı demografik değişimin bir diğer önemli unsurudur ve orada da Demokratlar avantajlıdır.

Trump seçimleri kaybetti, Trumpizm ne olacak?

Öncelikle şu gerçeğin altını çizmekte fayda var: Trump, birçok kişinin Trumpizm dediği olguyu inşa eden sebep değildir; bilakis Trump aslında Amerikan toplumunun önemli kesimlerinde mevcut olan siyasi, ekonomik ve sosyolojik itirazların bir sonucudur. Doğru zamanda doğru dalgayı yakalamayı başarmış bir realist olarak Trump, temelde iki basit talebe cevap verme vaadiyle seçimleri kazandı ve başkanlık yaptı: İçeride orta sınıfın ekonomik gerilemesine çare olabilecek daha milliyetçi ve içe kapanmacı ekonomi politikaları; dışarıda ise “dünya jandarmalığından” vazgeçen, izolasyonist ve ulus devletçi bir dış politika. “Önce Amerika” ve “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapalım” söylemleriyle somutlaşan bu yaklaşımlar, 2008 ekonomik krizi sonrasında bir daha o günlere hiç dönemeyen mavi yakalı orta sınıf beyaz Amerikalıları can damarından yakaladı. Toplam seçmen içindeki payı yüzde 70 olan beyaz Amerikalıların yüzde 60’ı, Obama dönemindeki liberal ve çoğulcu politikalara itirazlarını 2016’da Trump’a oy vererek göstermişti. Söz konusu gerekçelerin halen önemli ölçüde geçerli olduğunu ve (Trump’a oy veren Cumhuriyetçi tabanın daha da yüksek bir oranda bu seçimde oy verdiğini de hatırlayarak) Trumpizme neden olan toplumsal nedenlerin halen mevcut olduğunu vurgulamak lazım. 1996’da yüzde 85 olan beyaz Amerikalı seçmen oranının 2019’da yüzde 69’a gerilediği gerçeği de aslında değişen Amerika’nın resmidir ve “kendini asıl Amerikalı” olarak gören diğer tarafın Trump’ın etrafında neden kenetlendiğinin sosyolojik gerekçelerinden biridir.

Bu bakımdan 20 Ocak tarihine kadar ABD’yi nasıl bir sürecin beklediği sorusundan ve Trump’ın görevi ne şekilde devredeceğinden bağımsız olarak şu soru halen geçerliliğini korumaktadır: Trump’a, daha doğrusu Trump’ın vaat ettiği politikalara oy veren 73 milyon seçmene ne olacak? Evet Trumpizm olgusunu Trump yaratmadı, ancak Trump’sız bir Trumpizm ne kadar sürdürülebilir olacaktır? Şimdiden Washington kulislerinde Trump’ın 2024 için yeniden yarışmayı düşündüğü yönünde dedikodular konuşuluyor. Eğer Trump siyaseten yoluna devam edecek olursa son 4 yıldır ve bugün olduğu gibi bu toplumsal dalgayı taşıyabilir. Son bir yılda (özellikle Kovid-19 salgınına ilişkin) yaptığı bariz hataları tekrarlamayacak olan bir Trump’ın 2024 başkanlık seçimleri için önemli bir şansı olacaktır. Ancak Trump siyaseten yoluna devam etmeme yönünde karar alırsa o zaman söz konusu kitle yeni bir Trump arayacaktır. Böyle bir senaryoda Cumhuriyetçi Parti’nin Trump’tan daha az hata yapan, siyaseti daha iyi bilen, ancak Trump kadar coşkulu bir ismi çıkarıp çıkaramayacağını ise zaman gösterecek.

Sonuç yerine: Hangi Amerika kazandı?

Esasen seçimleri Demokrat Biden kazanmış ve Cumhuriyetçi Trump kaybetmiş olsa da Trump kendi seçmen tabanındaki desteğini artırarak korudu; ayrıca Senato’daki çoğunluğunu kuvvetle muhtemel koruyacak olan Cumhuriyetçiler, Temsilciler Meclisi’nde ise sandalyelerini artırdılar. Bu bakımdan Kongre’de Cumhuriyetçilerin daha güçlü olduğu bu dönemde Biden’ın işi çok da kolay olmayacaktır. Eğer 2022 Kongre ara seçimlerinde Cumhuriyetçiler Senato’yu koruyup Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu ele geçirirse o zaman Biden-Harris ikilisinin son iki yılı tek kelimeyle zehir olacaktır. Trump’a oy veren beyaz Amerikalılar, mavi yakalılar, muhafazakâr değerlere sahip insanlar, kırsal kesimde yaşayan milyonlarca kişi halen ülkelerinin daha milliyetçi ekonomi politikalarıyla yönetilmesini, gelirlerinin artmasını, ülkeye daha az göçmen ve mülteci gelmesini, ABD’nin dünyanın herhangi bir yerindeki olaydan önce kendi içiyle ilgilenmesini istiyor. Bu toplumsal kesimler, Obama dönemine benzeyeceği tahmin edilen bir Biden döneminde 2016 öncesindeki siyasi ve toplumsal motivasyonlarını aynen taşıyor olacaklardır.

Öte yandan Trump’ın ırkçı, kutuplaştırıcı, içe kapanmacı, milliyetçi ve popülist söylemlerinden ürken “diğer Amerika”, 4 yıllık 2. Trump dönemini adeta bir “distopya” olarak görüp var gücüyle sandığa asıldı. Biden’ın başarısında, tüm Demokratların bir araya gelmesi kadar, toplam seçmen içinde kendisini bağımsız olarak tanımlayan 3’te 1’lik kesimin önemli desteğini de yadsımamak lazım. Bu yönüyle 3 Kasım’da ılımlı Demokratlar, bağımsızlar ve sola kayan tüm kesimler Trump karşıtlığında bir araya geldi. Elbette bu kesimlerin hepsinin “hangi Amerika?” sorusuna verdikleri yanıtlar aynı değildir. Bu bakımdan “Trump’tan kurtulmak” şeklinde iki kelimede özetlenebilecek ilk görev başarıyla tamamlanmış olsa da, Biden ve ekibinin asıl savaşı belki de şimdi başlıyor: Bir yandan ülkeyi yeniden birleştirme misyonu çerçevesinde (imkansız görev gibi görülen) Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasındaki ayrışmayı azaltabilmek, öte yandan Demokratlar arasındaki ılımlılar ile sola kayan ilerlemeci (progressive) kanat arasındaki dengeyi sağlamak.

Farklı Amerika rüyası gören bu iki ana ekseni yan yana koyduğunuzda hangisi kazandı sorusunun aslında bugün için net bir cevabı yok: Seçimleri kazanmış olmak bu sosyolojik/siyasal realiteyi hiçbir şekilde değiştirmiyor. ABD’nin yaşadığı siyasal bölünme ve artık üstü örtülemeyen toplumsal ayrışma muhtemelen yeni kimlik siyasetleri üretmeye devam edecek. Kaldı ki Biden yönetiminde Amerika’nın yeni bir “toplum sözleşmesi” yapmak imkân ve ihtimali de oldukça düşüktür; böyle bir toplum sözleşmesi yapılamadığı sürece ülkenin bir yarısı Trump’lar aramaya devam edecektir…

HAKAN ÇOPUR

1981 yılında İstanbul’da doğdu. Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Halkla İlişkiler bölümlerinden mezun oldu. Marmara Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler yüksek lisansını yaptı. Bazı düşünce kuruluşlarında Türk dış politikası üzerine çalıştıktan sonra 5 yıl kamuda görev yaptı. 2015 yılından girdiği Anadolu Ajansı'nda 2018’den bu yana AA Amerika Haberleri Editörü olarak görevine devam ediyor. Evli ve 3 çocuk babasıdır.