×
ABD

ANALİZ

Bir 24 Nisan Hikayesi, Joe Biden ve Türk-Amerikan İlişkilerinin Geleceği

ABD Dışişleri Bakanlığı ile Pentagon’un soğuk baktığı bildirilen bu açıklamanın tamamen Beyaz Saray içinde pişirildiği ve Biden-Harris ikilisinin siyasi bir tercihi olduğunun altı çizilmelidir.
ABD BAŞKANI Joe Biden’ın 24 Nisan’da yaptığı sözde “soykırım” açıklamasının Türk-Amerikan ilişkilerine negatif etki edeceği kuşkusuz, fakat bu etkinin ilişkileri bir kopuşa götürmesinin düşük bir ihtimal olduğunu belirtmek gerekiyor. Mevcut sorunlara yeni bir eksi puan ekleyen Biden’ın bu talihsiz ve kabul edilemez açıklaması, tamamen siyasi ve popülist olmasının yanı sıra, hukuki bir sonuç doğurma ihtimali oldukça düşük olan bir beyandır. Biden’ın açıklamasının kendisi ve sonrasında hem ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın hem de Beyaz Saray ile Dışişleri Bakanlığının açıklamaları, 24 Nisan’daki ifadenin siyasi bir pozisyon beyanından ziyade 1915 olaylarına yönelik “Ermenilerin acısını anma” beyanı olduğunu gösteriyor. Washington yönetiminin bu yaklaşımında ne kadar samimi olduğunu elbette uygulamaları gösterecek, fakat mevcut durumda Biden’ın 24 Nisan garabeti ABD siyasi tarihi için bir utanç, ikili ilişkilere sınırlı zarar verecek bir yük ve belki de bir süre sonra unutulacaklar çöplüğüne atılacak popülist bir siyasi açıklama olarak not edilebilir.

Biden neden bu açıklamayı yaptı?

Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekiyor ki, Joe Biden ve yardımcısı Kamala Harris, seçim çalışmalarında 1915 olaylarına ilişkin “göreve gelirsek bunu tanırız” yönünde vaatlerde bulunmuş iki Demokrat siyasetçidir. Bu yönüyle 24 Nisan’daki sözde “soykırım” açıklamasının üzerinde düşünülmüş, Amerikan çıkarlarına uygun olup olmadığı tartışılmış ve sonrasında mutabık kalındığı için yapılmış bir “politika” açıklaması olmadığı aşikardır. Seçim vaatlerinden biri bu olan Biden&Harris ikilisi, göreve gelince ülkedeki Ermeni lobilerine ve seçmenlerine yıllardır verdikleri vaadi bu yıl yerine getirmiş oldular. Bu yönüyle 106 yıl önceki tarihi ve tartışmalı bir sürece ilişkin yapılan böylesine siyasi bir beyanın esasen bir kıymet-i harbiyesinin olmadığını görmek gerek. Elbette bu açıklama, ABD Başkanı Biden yaptığı için önemlidir, fakat günün sonunda hukuki değil siyasi, tarihi değil popülist bir yaklaşımdır. Bu noktada Harris’in uzun yıllara dayanan Kaliforniya senatörlüğünü ve bu eyaletteki Ermeni lobisinin ve seçmeninin etkinliğini de mutlaka bu denkleme eklemek gerekiyor. ABD Dışişleri Bakanlığı ile Pentagon’un soğuk baktığı bildirilen bu açıklamanın tamamen Beyaz Saray içinde pişirildiği ve Biden-Harris ikilisinin siyasi bir tercihi olduğunun altı çizilmelidir.

Biden’ın bu açıklamasının bir diğer nedeninin ise Türkiye’nin de desteğiyle Azerbaycan ordusunun Dağlık Karabağ’da işgal altındaki bölgeleri kurtarırken ABD’nin Ermenistan’a hiçbir şey vermemiş/verememiş olmasıdır. Donald Trump’ın başkan olduğu o süreçte Ermeni diasporasının yoğun tepkisini alan Washington, Biden’la birlikte bir anlamda Ermenilerin “gönlünü alacak” bir adım atma ihtiyacı hissetti. Dağlık Karabağ konusunda sahada veya masada doğrudan bir şey üretmeyen/üretemeyen ABD, 24 Nisan açıklamasıyla Ermeni diasporasına “yanınızdayım” mesajı vermeye çalıştı. Öte yandan bu mesajın bir açık çek olmadığını da beyan eden Biden yönetimi, 24 Nisan açıklamasından kısa süre önce Azerbaycan’a silah yardımına devam edeceği yönünde Kongre’ye bildirimde de bulundu. Bu yönüyle Kafkasya’da Rusya’nın Azerbaycan üzerindeki kontrolünü zayıflatmak isteyen ABD yönetimi, rasyonel bir kararlar askeri desteğini sürdüreceğini ortaya koydu. Fakat bu bölümün başına dönersek, Biden’ın 24 Nisan açıklamasının Dağlık Karabağ’da Ermenistan ordusunun büyük hezimetiyle de ilgili olduğunu söylemek mümkündür.

Açıklamanın dili ne anlatıyor? Hukuki sürecin önü açıldı mı?

Biden’ın 24 Nisan açıklamasıyla ilgili Türkiye’de en çok merak edilen hususlardan biri de kuşkusuz o gün yapılan açıklamanın hukuki bir sürece ya da sonuca dönüşüp dönüşmeyecek olması. Elbette açıklamayı yapan kişinin Başkan olması hasebiyle ABD içinde bu ifadenin siyasi bir karşılığı olacaktır. Bugüne kadar ABD’deki 50 eyaletin 49’unda ve Kongre’nin her iki kanadında sözde “soykırım” süreci tanınmış durumda. Bu noktada federal yönetimin de 1915 olaylarını “soykırım” olarak tanıdığını ifade etmesi, artık ABD’deki Ermeni diasporasının “bakın federal hükümet de bunu tanıyor” diyerek mahkemelere başvurup dava açmasının zemini olabilir. Muhtemel dava başvurularında ise mahkemelerin bu başvuruları kabul edip etmeyeceği, hakimlerin Biden’ın bu açıklamasını ne şekilde değerlendireceği ve ABD Dışişleri Bakanlığı ile Adalet Bakanlığı’nın bu hukuki süreçlerde nasıl hareket edecekleri gibi unsurlar belirleyici olacaktır.

Bu noktada Biden’ın 24 Nisan açıklamasında kullandığı dile dikkat çekmek ve metin üzerinden bir okuma da yapmak gerekiyor. Sözde “soykırım” ifadesini bir tanıma amacıyla ilk kez kullanan ABD Başkanı olan Biden, bu eylem için “Osmanlı döneminde yaşanan” diyerek doğrudan Osmanlı İmparatorluğu’na gönderme yapıyor. Siyaseten elbette “Osmanlı” demek ile “Türkiye” ifadesini kullanmak arasında bizim için bir fark yoktur; fakat pek çok hukukçuya göre bu ifade hukuken Ermeni davacıların elini zayıflatan önemli bir farka işaret ediyor. Bu yönüyle hukukçular, dava açılsa bile söz konusu eylemlerin Türkiye Cumhuriyeti’ne ait olmaması sebebiyle mahkemelerin buna göre adım atmak zorunda kalacağına dikkat çekiyor. Beyaz Saray’ın metin hazırlanırken bu husus üzerinde özellikle çalıştığı yönündeki bazı kaynaklar da bu farka işaret ediyor.

Buna ilaveten ABD Dışişleri’nin daha sonra yaptığı önemli bir açıklama da potansiyel davalarda Türkiye’nin yargılanmasının adeta önünü kapatıyor. ABD Dışişleri, Biden’ın söz konusu açıklamasının “tarihte yaşanan acıları anma” amacıyla yapıldığını ve bu açıklamanın “Türkiye’nin Amerikan mahkemeleri nezdindeki yargı dokunulmazlığı” statüsüne etki amacı taşımadığını vurguladı. Bu şu demek: Bu açıklama yapıldı diye yabancı bir devlet olarak Türkiye ABD mahkemelerinde yargılanamaz. Zira ABD’de var olan “Yabancı Devlet Dokunulmazlığı Yasası” (FSIA) gereğince devletler Amerikan mahkemelerinde yargılanmaktan muaf tutuluyor. ABD Dışişleri’nin bu açıklaması da dava başvuruları yapılsa bile sözde “soykırım” ifadesinden dolayı Ankara’nın ABD mahkemelerinde yargılanmasının pek mümkün olmadığına işaret ediyor. Bugüne kadarki ilgili uluslararası hukuk kararlarına bakıldığında ise (Örneğin, 2015’teki Perinçek-İsviçre davası) Ermenilerin 1915 iddialarından dolayı tazminat ve benzeri taleplerle hukuken elde edebilecekleri herhangi bir şey gözükmüyor.

Türk-Amerikan ilişkilerine etkileri sınırlı olabilir

Biden’ın açıklamasının zaten sorunlu olan ikili ilişkilerdeki yükü biraz daha artırdığı çok açıktır; özellikle Türk kamuoyunda ABD’ye karşı duyulan güvensizliğin zirve yaptığı net bir şekilde görülmektedir. Ancak siyasi pencereden bakıldığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Biden arasındaki telefon görüşmesinden sonra yapılan açıklamalara ve Haziran ayında NATO zirvesinde iki liderin yapacağı tarihi görüşmeye dikkat çekmek gerekiyor. Ankara, elbette Washington’a sert şekilde tepkisini ortaya koydu ve koymaya devam ediyor; ancak ikili ilişkilere etkisi ve Ankara’nın bu sürece yanıtını görmek için Erdoğan-Biden görüşmesini beklemek gerekiyor.

Biden, açıklamasının kesinlikle siyasi bir pozisyon olmadığı konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı (ve Türk kamuoyunu) ikna etmek zorundadır. Bu süreçte Erdoğan-Biden görüşmesine ilişkin esasen iki senaryo mümkün: Biden, açıklamasının siyasi pozisyon beyanı olmadığı, Türkiye’yi hedef almadığı, ilişkilerdeki sorunları yapıcı şekilde çözme niyetinde olduğu konusunda Erdoğan’ı ikna edebilir. Kulağa fazla iyimser gibi gelen bu ilk senaryonun mümkün olduğunun, mevcut sorunların büyüklüğüne rağmen iki ülkenin birçok bakımdan halen birbirine ihtiyaç duyduğunun altını çizmek lazım. Bunun hem Washington hem de Ankara gayet farkındadır. Dolayısıyla Haziran ayındaki görüşme yapıcı ve ilişkileri toparlamaya yönelik bir şekilde sonuçlanırsa (özellikle ABD’nin bu noktada samimi olduğunu göstermesi gerekiyor) o zaman mevcut sorunlardan daha çok pozitif ajandanın öne çıkarılacağı yeni bir sürece girebiliriz. İkinci senaryoda ise Biden bu konularda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ikna edemez ve olumsuz bir görüşme gerçekleşirse ikili ilişkiler en iyi ihtimalle mevcut sorunlu haliyle devam edecektir.

Böylesine hassas bir süreçte bir adım geriye çekilip Türk-Amerikan ilişkilerine bakılırsa, bölgesinde net söz sahibi olan bir Türkiye olmadan ABD’nin ne Ortadoğu’da, ne Kafkaslarda, ne de Balkanlarda etkili adımlar atmasının çok zor olduğu görülür. Türkiye zaten tüm bedellerini de ödeyerek son yıllarda kendi bölgesinde kendi ayakları üzerinde güçlü şekilde durabilen bir ülke olduğunu tüm dünyaya göstermiştir. Öte yandan orta vadeli hedeflerini Pekin ve Moskova hattına konuşlandıran Washington’ın bölgesel stratejik ve güvenlik politikalarını Ermeni diasporasına kurban etmesi pek akıl kârı değildir. Bu yönüyle ABD yönetiminin 24 Nisan açıklamasıyla yarattığı tahribatı toparlayacak adımlar atması ve 20 Ocak’tan bu yana her gün altını çizdiği “bölgesel müttefiklerle ilişkilerimizi toparlayacağız” söyleminin altını doldurması elzemdir. Günün sonunda tarihi gerçekler yabancı başkentlerdeki siyasi açıklamalarla değişmez, en fazla o siyasi açıklamaları yapanlar kendi adlarını tarihin utanç sayfasına yazdırmış olur. Fakat ikili ilişkilerin seyrini belirlerken ABD’nin daha akılcı davranması ve (örneğin) YPG/PKK konusundaki gibi gidip yanlış ata oynamaması gerekiyor.

HAKAN ÇOPUR

1981 yılında İstanbul’da doğdu. Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Halkla İlişkiler bölümlerinden mezun oldu. Marmara Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler yüksek lisansını yaptı. Bazı düşünce kuruluşlarında Türk dış politikası üzerine çalıştıktan sonra 5 yıl kamuda görev yaptı. 2015 yılından girdiği Anadolu Ajansı'nda 2018’den bu yana AA Amerika Haberleri Editörü olarak görevine devam ediyor. Evli ve 3 çocuk babasıdır.