×
AVRUPA

ANALİZ

Avrupa'nın Pekin’le İdeolojik Mücadelesi

Avrupa’nın Çin politikasında kendi değerlerinden hareket etmesi, diğer şeylerin yanı sıra AB’nin hem Çin’le ticaret açığını kapatmanın ekonomik zorluklarıyla yüzleşmesi hem de gelişmekte olan dünya ile daha adil bir ilişki geliştirmesi anlamına gelecektir.
AVRUPA, Çin hükümetiyle ideolojik ve normatif mücadelede geriliyor. Pekin kendi normlarını ve değerlerini uluslararası arenada teşvik ederken, Avrupalı politikacılar - Lizbon Antlaşması'nda belirtilen zorunluluğa rağmen - AB değerlerini savunma ve teşvik etme konusunda başarısızlığa sürükleniyor. 

AB, mücadeleden geri çekilmek yerine, ilerici değerlere ve insan haklarına öncelik veren bir Çin politikası geliştirmek durumunda. Bu, bir idealizm meselesi olmaktan öte, uluslararası sistemin temellerine meydan okuyan yükselen bir süper güçle başa çıkmanın en gerçekçi yolu.  

Eski Almanya Şansölyesi Angela Merkel, yıllarca Çin’le ilgili insan hakları endişelerini hafife aldı. Çin'in Uygur azınlığına yönelik uygulamaları veya Hong Kong'da demokrasiye yönelik baskıları karşısında Merkel’in benimsediği stratejik sessizlik, bir bütün olarak AB'nin yönünü belirledi. 

Merkel hükümeti, sonuna kadar, Çin ile ekonomik ilişkileri sürdürmenin orada liberal ve ilerici değişikliklere yol açacağı fikrine bağlı kaldı. Ne var ki, bunun tam tersi olduğu kanıtlandı: Çin'e artan ekonomik bağımlılık, Avrupa'nın kendi değerleri için ayağa kalkmasını giderek daha zor hale getirdi. 

Avrupa Dış Eylem Servisi (EEAS) ve AB'nin Pekin delegasyonu tarafından hazırlanan yayınlarda Çin'i rahatsız etmemek için uygulanan otosansür, bloğun Pekin’le diplomaside AB değerlerine yaptığı yapısal vurgunun azalmana ilişkin en görünür örneklerdir.  

Avrupalı politikacıların bu sorumluluktan kaçınmasının Çin'de insan haklarının çok ötesinde yankıları var. Pekin'in artan küresel etkisinin, uluslararası arenada insani değerleri baltalayacağı; demokratik ve özgür toplumlar üzerinde artan bir baskı oluşturacağı aşikar.

Çin'in otoriter yayılmacılığının Batı tarafından tasarlanan uluslararası kurumlar içinde bir şekilde kontrol altına alınabileceğini varsaymak güç zehirlenmesinden öte bir şey değil. Çin hükümeti, uluslararası düzenin nasıl olması gerektiğine dair kendi vizyonuna sahip. Bu bağlamda Çin yönetimi, liberal uluslararası düzenin temellerine katılmamakla kalmıyor; aynı zamanda bu düzenin değerlerini, nötralize edilmesi gereken varoluşsal bir tehlike olarak görüyor. 

Çin için bunu yapmanın yolu, uluslararası kurumlar içindeki gücünü artırmak ve bu kurumlar içinde sahip olduğu ekonomik etkiyi, liberal düzenin insani değerlerini yerinden etmek için kullanmaktır. Bu bağlamda Çin, BM İnsan Hakları Konseyi'ndeki uluslararası insan hakları standartlarını baltalamak için karmaşık bir strateji uyguluyor. Kendi çıkarlarını ve normlarını teşvik ettiği BM’nin çeşitli uzman kuruluşları üzerinde var olan kontrolünü artırıyor.

Tüm bu eylemlerin kökleri, Küresel Güney merkezli yeni bir etki alanına dayanıyor. Ki bu etki alanı da, aynı zamanda Çin'in yeni ekonomik düzen vizyonunun merkezindeki Kuşak - Yol Girişimi'nin üyeleri olan gelişmekte olan ülkelerdir. Küresel yönetişim sistemini değiştirmeye çalışırken, Çin'in ideolojik odak noktası burasıdır.  

Bu nedenle AB'nin Çin politikası, Avrupa’nın gelişmekte olan dünya ile ilişkisini yeniden düşünmeyi de gerektiriyor. Uzun bir süredir Batı, insani ideallerinin fiilen değil sözlü olarak propagandasını yaptı ve Küresel Güney ile devam eden sömürücü ilişkisini gözden geçirmeyi başaramadı. Avrupa olarak bu konudaki ikiyüzlülüğümüz, Çin etkisinin yalnızca Orta Doğu ve Afrika'da değil, aynı zamanda Avrupa'nın kendi içerisinde de yayılması için verimli bir zemin oluşturdu. 

Uluslararası kurumlarda ve gelişmekte olan ülkelerde artan Çin etkisine ancak kendi ilkelerimize göre hareket ederek karşı koyabiliriz. Bu, diğer şeylerin yanı sıra Avrupa’nın hem Çin’le ticaret açığını kapatmanın ekonomik zorluklarıyla yüzleşmesi hem de gelişmekte olan dünya ile daha adil bir ilişki geliştirmesi anlamına gelecektir. Bu şekilde, Avrupa olarak değerlerimizi sağlam bir temele oturtabilir ve Çin'e karşı durmak için daha iyi bir konumda olabiliriz. 

AB Küresel Geçit projesi veya yeni Alman hükümetinin “değer temelli” dış politika vurgusu, Avrupa değerlerinin AB - Çin politikasının bir parçası olması gerektiğine dair artan bir farkındalık oluştuğunu gösteriyor. Yine de Almanya'nın yeni Şansölyesi Olaf Scholz'un Çin'e karşı tutumunu selefi Merkel gibi sulandırması, bu değişimin yapısal olup olmayacağı konusundaki tereddütleri canlı tutuyor.

İlerici değerleri, hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmaya, teşvik etmeye odaklanan bir AB-Çin politikası, değerlerin gelecekteki uluslararası düzeni şekillendireceği ideolojik bir rekabet için en doğru yanıttır. Aynı zamanda, kendi ideallerimize dayalı bir düzende kök salmış olan çıkarlarımızla da doğrudan uyumludur.


Bu yazı 23 Aralık 2021 tarihinde POLITICO’da “Europe’s ideological tug-of-war with Beijing” başlığıyla yayınlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.

CASPER WITS

Leiden Üniversitesi, Doğu Asya Çalışmaları