×
KÜLTÜR
29.06.2021
Çeviri: UĞUR ALTUNTAŞ

ANALİZ

Avrupa’nın Kimlik Krizi: Kıta’nın Kültür Savaşları ve Müslümanlar

Kıtadaki kültür savaşlarının varlığı bir gerçek; ancak Müslüman toplulukların bu savaştaki rolü abartıldığı kadar büyük değil ve hatta çoğu zaman ikincil önemde değerlendirilebilir.
SON ZAMANLARDA İsviçre, Müslüman kadınların giydiği burka veya peçe de dahil olmak üzere, kamuya açık alanlarda yüz kapatmanın yasaklanması lehinde oy kullandı. İsviçre Halk Partisi (Swiss People’s Party) “Aşırılığı Durdurun” ve “İslami Radikalizmi Durdurun” gibi Avrupa kıtasında Müslümanların dini pratiklerini açık bir şekilde aşırıcılıkla ilişkilendiren sloganlarla parti lehinde kampanya yürüttü. Ancak bundan daha fazlası da vardı. Referandum komitesi başkanı ve İsviçre Halk Partisi Milletvekili Walter Wobmann’ın oylamadan önce söylediği şu söz duruma dikkat çekmesi açısından önemliydi: “İsviçre’de kişinin yüzünü göstermesi bizim geleneğimizdir. Bu temel özgürlüklerimizin bir işareti … [yüzünü örtmek] Avrupa’da giderek daha fazla öne çıkan ve İsviçre’de yeri olmayan siyasal İslam’ın aşırı bir simgesidir.” Burada görülen değerlendirme oldukça açıktır: “Avrupa saldırı altında, saldırının ana failleri Müslümanlar, savunma ise onlara karşı bir zorunluluk.”
Wobmann bu şekilde düşünen tek Avrupalı politikacı değildi. Fransa Eğitim Bakanı Frédérique Vidal 14 Şubat’ta “İslami-solculuğun bir bütün olarak toplumumuzu bitirmeye başladığını, üniversitelerin bu duruma duyarsız olmadığını ve bunun toplumumuzun bir parçası olduğunu düşünüyorum.” açıklamasında bulundu. Bakanın bu açıklamalarının sıcaklık ve samimiyet göstergesi olmadığı açıktı. Aksine Fransa’da uzun süredir yavaş yavaş oluşan sözde bir “kültür savaşı”nın nihai açıklamalarından biri olarak okunabilirdi. Ancak bu tehlikeli mesaj çok daha fazlasını içeriyordu ve bunun sonuçları Fransa’nın, hatta Batı’nın da ötesine geçmekteydi.

Bakanın mesajının açık hedefinin bir tarafında Fransa’daki siyasi sol yer alırken diğer tarafta Müslüman cemaatler hedef gösterilmekteydi. Nihayetinde bu hedef, spesifik olarak “İslami-solculuk” (Islamo-leftism) ittifakı olarak özel bir adlandırmayla anıldı. Ancak bu “ittifak”la ne Fransa’da ne de Batı’da ilk defa yüzleşiliyordu. Temel rahatsızlık, siyasi solun önemli bir kesiminin “radikal İslamcılar” arasında var olan -hem şiddet içeren hem de içermeyen- aşırılık meselesini naiflik, bilgi eksikliği ya da salt kültürel görecelik nedeniyle yeterince ciddiye almamasıydı. Bu tür tartışmalar kuşkusuz medya, akademi ve siyasetin gündeminde kalmaya devam edecek.

Ancak bakanın mesajında belirtilen hedef esasında bu değildi. Bu noktada bir sis perdesi mevcuttu. Fransız siyasi ana akımı gitgide popülizme doğru kaydı. Bu popülist mücadele, mevcut Başkan Emmanuel Macron ve onun en tehditkâr siyasi rakibi Marine Le Pen’i, birbirlerinden daha popülist olma yoluna itti. Macron’un hesabı, ulusal güvenlik tehditleri konusunda Le Pen’den çok daha ciddi olduğunu açık bir şekilde vurgulaması olarak görünüyor. Görünüşte belirli bir dini azınlık topluluğuna odaklanma halini alan bu vurgu, Fransız bağlamı dışında önemli bir problem teşkil etmiyordu. Öyle görünüyor ki Müslüman topluluk tüm siyasi yelpazenin sorunsallaştırmada herhangi bir sorun görmediği bir topluluktu. Aksine Müslüman toplumu sorunsallaştırmak, popülist desteğin artmasıyla sonuçlanacak gibi görünüyor.

Evet, Avrupa’da tarihsel paralellikler var ve bu paralellikler olumlu değil. Bar-ılan Üniversitesi’nden İsrailli siyaset bilimci Amikam Nachmani, “Avrupa’nın prototipik ‘öteki’si olan Yahudi’nin yerini büyük ölçüde Müslüman ‘öteki’ aldı. … Bir zamanlar Avrupalı Yahudilere yönelik önyargı ve ayrımcılık şimdi Avrupalı Müslümanları hedef alıyor.” Yapılması rahat bir karşılaştırma değil; ancak özellikle Avrupa kıtasındaki “bir daha asla” çağrıları yok sayıldığında bu durumu görmezlikten gelmek çılgınlık olurdu. Bunu Bosnalı Müslümanlara sorabiliriz.

Kıtadaki kültür savaşlarının varlığı bir gerçek; ancak Müslüman toplulukların bu savaştaki rolü abartıldığı kadar büyük değil ve çoğu zaman ikincil önemde değerlendirilebilir. Başka yerde tartıştığım gibi, Müslümanlar bu tartışmada gerçekten de o kadar önemli bir konumda değiller. Onlar sadece kullanışlı bir parça olarak görüldüler. Macron, Müslümanlar ve İslam hakkında o kadar da endişeli değil; o ve hükümeti asıl Le Pen için endişeleniyor. Kültür savaşları başlı başına Müslümanlarla ilgili olmaktan ziyade, Avrupalılar ve Batılılar olarak kim olduğumuza ve ne olduğumuza ilişkin kendi endişelerimize dairdir. Fransa’da bu 21. yüzyılda laikliğin ne anlama geldiği veya gelmediğine dair bir güvensizliğe dönüşüyor. Ancak aynı zamanda daha büyük kültür savaşlarına ek olarak, sömürgecilik mirasına ilişkin daha geniş sorunlara da yol açıyor. Bu durumun basit bir sol-sağ meselesi olmasının ötesinde, bir anlam arayışı halini almasının ardındaki sebepler burada aranmalıdır. Müslüman Fransız vatandaşlar diğer tüm topluluklar gibi bu arayışa ayrılmaz bir parça olarak dahil edilmek yerine, kendilerini tartışmanın dışında buluyorlar. Ne yaparlarsa yapsınlar.

Ancak bu sadece Fransa ile ilgili değil, aksine buna ilişkin kıtada ve daha geniş düzeyde Batı’da da başka örnekler mevcut. Bunu Norveç ve Yeni Zelanda’da meydana gelen terör saldırılarında görüyoruz. Amerika Birleşik Devletleri’ndeki gelgitleri durduramayacak gibi görünen Cumhuriyetçi Parti içindeki radikal sağın merkezileşmesi örneğinde, aynı zamanda Batı’daki çeşitli merkez sağ partilerinde de görüyoruz. Elbette bir çeşitlilik mevcut ancak bu çeşitlilik tek bir fenomen üzerinde ilerliyor. Bu yüzden Yeni Zelandalı katil, Donald Trump’ı övgüye değer bir sembol olarak görebiliyor.

Esasında bu durum Batı’nın bile ötesine geçiyor. Singapur’da yakın zamanda bir camiye yönelik saldırı girişimi aynı aşırı sağ söylemin bir destekçisi tarafından gerçekleştirildi ve bu destekçi açıkça Yeni Zelanda toplu katliamı gibi şeylerden ilham aldığını iddia etmişti. Bunun küçük bir sağ-muhafazakâr uç olarak görülmesinin -bundan çok daha yaygın- oldukça ötesine geçtik. Aynı zamanda coğrafi olarak Batı ile sınırlandırılmasının da ötesindeyiz. Bu durumun aldığı küresel hal bütünüyle farklıdır.

Elbette Fransız Eğitim Bakanı beyaz üstünlüğü savunucusu değil. Ancak onun bu tür konuşmalarını, kıtada yıllardır inşa edilen -Avrupa’yı ele geçirmek için Müslümanların gizli planı- “Avrabiya” (Eurarabia) söyleminden kolayca ayıramayız. Önümüzdeki yıllarda aşırı sağın ana akım haline gelmesini incelerken bunu bir aciliyet duygusuyla yapmamız gerekiyor. Çünkü tehdit yadsınamaz bir şekilde artmaya devam ediyor.


The Globe and Mail’de 27 Mart 2021 tarihinde “Europe’s identity crisis: Muslims are collateral damage in the continent’s culture wars” başlığıyla yayımlanan yazıyı Uğur Altuntaş’ın çevirisiyle sunuyoruz.