×
ALMANYA

ANALİZ

Almanya’nın ABD İlişkileri: Tarihsel Arka Plan ve Bugün Almanya Ne Kadar Özgür?

Almanya gerek Rusya gerekse ABD’nin tarihsel ve sosyolojik oluşumunda oldukça etkin bir role sahipken, kaderin bir cilvesi, dış ilişkilerinde kendisinin gücü ve iki ülkenin eylemleri arasında oluşan açı kadar bağımsız konumlanabiliyor.
ALMANYA, KENDİSİNİ eskiden beridir derin Avrupa’nın kaptanı gibi görürdü. Kutsal Roma Germen İmparatorluğu misyonu, ülkesinde Protestanlık mezhebinin doğmasını engellemedi ama İncil’in Almanca yazılım mücadelesi bile Martin Luther üzerinden bir Alman etkisiydi. Her ne kadar toprakları üzerindeki çok sayıda prenslik arasında Bismark öncesinde siyasi birlik yokken, söz konusu prenslikler arasında geliştirilen “Zollunion” (Gümrük Birliği), 1950 sonrası Avrupa Bütünleşmesi’ne giden yoldaki ışıklar arasında en etkili olanlardandı. Bismark sonrası birleşen ülke, 1900’lü yıllara dev sanayileşme hamleleri ile girdiğinde, İngiltere, Fransa, Rusya gibi kadim Avrupa’nın büyük güçleri arasındaki güç-paylaşım savaşlarını engelleyemeyecekti. Hatta Weimar sonrası ortaya çıkan Hitler siyaseti ile Almanya, Kutsal Roma Germen’deki dinsel-kültürel birleştirici misyondan çıkıp işgal-biyolojik üstünlük yaklaşımı ile Avrupa’yı kaosa sürükleyecekti. 16.yydan sonra Amerika Kıtası’nın hem kuzey hem de güney kısımlarına yapılan erken dönem göçler, I. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası özellikle ABD’ye gerçekleşen göçler, modern Almanya’nın sınırötesi sosyolojilerinden bir başkasını oluşturacaktı. Her ne kadar iki dünya savaşında da oyuna sonradan müdahil eden ABD, özellikle Almanların yenilmesine neden olsa da, II. Dünya Savaşı sonrasında Batı Almanya’yı diğer Avrupalı devletlerin dışlamalarından kurtarıp Avrupa’nın bütünleşmesine entegre edecekti. Bu süreçte Batı Almanya ile Batı Blokunda sosyalize olan Almanlar, Doğu Almanya ile sosyalist Rus dünyasında sosyalize oldular. Soğuk Savaş sonunda Almanya parçaları birleşti, yeniden ekonomik ve siyasi olarak Avrupa’nın en büyüğü olarak tezahür etti.
 
Fakat ABD tarafında “Yeniden bir Hitler ya da Alman imparatorlukları çıkıp, küresel hegemon ABD’nin liderliğine itiraz edebilir mi?” sorusu üzerinden bu ülke hep izlenecek, hatta dinlenecekti.

Bu makale öncelikle ABD’ye göç eden Alman toplulukları hatırlatarak, aslında İngiltere kadar olmasa bile Almanya ve ABD arasındaki özel ilişkiye dikkat çekecek. Ardından, günümüz küresel siyasetinde Almanya dış politikasına ABD ile etkileşimi açısından bakarak “Almanya ne kadar özgür?” sorusuna bir yanıt aramaya çalışacak.

*** 
ABD ve Almanlar Arasındaki Tarihsel Özel İlişki

ABD’deki Alman kökenliler konusu çok dikkate gelmez ama bilinmesi lazım gelir. Bana da Avrupa Parlamentosunda o zaman CDU’nun AB Milletvekili olan Kurt Lechner hatırlatmıştı. 

Ünlü tarihçi Detlef Junker’e göre 20. ve 21. yüzyıllarda dünyada hiçbir ülke Alman siyaseti, ekonomisi, kültürü ve toplumu üzerinde ABD kadar etkili olmamıştır. Yine, hiçbir ülke ABD’nin süper güç olarak yükselişine ve çıkarlarının küreselleşmesine Almanya kadar katkıda da bulunmamıştır. 

Resmi Alman-Amerikan ilişkilerinin başlangıcı, ABD’nin 1783 Paris Barışı ile bağımsızlığını kazanmasından iki yıl sonra, 1785 yılında ABD ile Prusya arasında imzalanan dostluk ve ticaret anlaşmasına dayanmaktadır. Yaklaşık 100 yıl boyunca Amerikalılar ve Almanlar arasındaki siyasi ilişki dostane bir anlayışla şekillenmiştir. ABD, 1823’te ilan edilen Monroe Doktrini uyarınca Avrupa’daki tüm anlaşmazlıkların dışında kalırken, Prusya da Avrupalı bir kara gücü olarak denizaşırı emeller peşinde koşmadı. Amerikan İç Savaşı’nda (1861-1865) Berlin, galip gelen Birlik’in (Kuzeyin) yanında yer aldı. ABD ise 1871’de Prusya liderliğinde Alman İmparatorluğu'nun kurulmasını memnuniyetle karşıladı. O zamanlar ABD Başkanı Ulysses S. Grant, Alman halkının Amerikan federal özyönetim modelini izlediğini ilan etti. Alman kültürü ve bilimi 19. yüzyılın ikinci yarısında ABD’de büyük saygı görüyordu.

Erciyes Üniversitesi’nden Almanya Uzmanı Dr. Ahmet Bülbül ABD’deki Almanlar hakkında tarafımıza özellikle bu bilgilerin altını çiziyor: 

“ABD-Almanya ya da Amerikalılar-Almanlar arasında ABD’ye göç eden Almanlar kayda değer bir rol oynar. Amerika’ya Alman göçü 17. yüzyılda başlamıştır. 1683 yılında Franz Daniel Pastorius, İngiliz Quaker William Penn ile birlikte Philadelphia yakınlarında “Ger-mantown”ı kurmuştur. Yine 1840’lardan itibaren kitlesel göçle birlikte Almanlar ABD’de demografik ve kültürel olarak önemli bir nüfus grubu haline geldiler. Yaklaşık 1850’de, Avrupa’daki 1848 devrimlerinin bir sonucu olarak binlerce siyasi mülteci de dahil olmak üzere yaklaşık 1 milyon Alman, ABD’ye geldi. Alman göçünün bu sonraki aşamasında, yeni gelenler daha önceki Alman yerleşimcilere katıldı. Bu “zincirleme göç” olgusu, hâlihazırda var olan Alman yerleşim alanlarını genişletti. Almanlar 19. yüzyılın sonlarına doğru, ABD’deki en güçlü göçmen grubunu oluşturdu. Bu yüzyılın sonunda Alman-Amerikalılar toplam nüfu-sun yaklaşık yüzde altısını oluşturarak, kendi gazeteleri, kilise cemaatleri, bira bahçeleri, eğitim kurumları, jimnastik ve şarkı kulüpleriyle canlı bir kültürel yaşam sürdürdüler. Her ne kadar Anglo-Protestan yerliler tarafından şüpheyle bakılsa da Alman-Amerikalılar yaygın olarak çalışkan, okur-yazar, yasalara saygılı ve vatansever olarak görüldüler. Bugün yaklaşık 58 milyon Amerikalı, kendisini Alman kökenli olarak tanımlamaktadır ve “Alman Kuşağı” olarak adlandırılan bölgede ikamet etmektedir.

19. yüzyılın sonundan itibaren Alman-Amerikan ilişkileri temelden değişmeye başladı. I. Dünya Savaşı’nın ABD’deki etnik Alman Amerikalılar üzerinde etkisi ise büyük oldu. Sava-şın ideolojikleştirilmesi, başlangıçta Amerikan tarafından geldi. Her ne kadar ABD Başkanı Wilson, ABD'nin dostane duygular beslemeye devam ettiği Alman halkına karşı değil, sadece militarizm ve otokrasiye karşı savaş açtığı konusunda halkı temin etse de Amerikan savaş propagandası, Alman kültürüne karşı eşi benzeri görülmemiş bir kampanya başlattı. Birçok eyalette Alman dili, devlet okulu müfredatından çıkarıldı. Alman müziği ya da operalarının artık sahnelenmesine izin verilmedi. Alman isimleri taşıyan caddeler, binalar ve hatta şehirler yeniden adlandırıldı. Bu kampanya bazen renkli şekillere büründü. Ünlü Alman lahana turşusu artık “özgürlük lahanası” olarak adlandırıldı ve hamburgerler “Salisbury bifteği” oldu. Düşmanın şeytanlaştırılması, her şeyden önce sadakatsizlikten şüphelenilen ve büyük baskılara maruz kalan Alman-Amerikalılar tarafından hissedildi.

Weimar Cumhuriyeti döneminde ABD ile Almanya arasındaki ilişkiler olumlu yönde gelişmeye devam etti. Her iki ülke 1921 yılında Berlin'de ayrı bir barış anlaşması ve 1923 yılında bir ticaret anlaşması imzaladı. Buna karşın 1921 yılında ABD’de yeni bir göç yasası (kota yasası) kabul edilmesi ile birlikte ABD’ye Alman göçü sınırlandırıldı.

Almanya’dan birçok kişi Hitler rejiminden kurtulmak için ABD’ye kaçtı. İkinci Dünya Sava-şı'nın sonunda ülkede 130.000 Alman ve Avusturyalı mülteci vardı. Kasım 1938'deki sözde Reichskristallnacht'tan sonra ABD, Almanya'daki büyükelçisini geri çekti. Ancak diplomatik ilişkiler devam etti. ABD içinde, Alman kökenli Amerikalılar arasında, örneğin Fritz Kuhn liderliğindeki Alman-Amerikan Bund gibi münferit Nazi hareketleri vardı. Ancak Alman kökenli Amerikalıların büyük çoğunluğu ABD’ye sadık kaldı.”

*** 
Günümüzde ABD-Almanya İlişkileri: Potansiyel ve Sınırlılıklar 

II. Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya kâbusu yaşadı. İkiye bölünen ülke, Batılı komşuları tarafından zoraki Avrupa Bütünleşmesi’ne alındı, ABD Almanya’yı Batı sisteminin kritik bir aktörü olarak gördü. Eğer Rusya varsa, Almanya Batı sisteminde olmalıydı kısaca. Avrupa’da sistem bu mantık üzerine kuruldu ve günümüze kadar bu fikir işledi. Almanya II. Dünya Savaşı’nda sadece can ve toprak kaybına uğramadı, aynı zamanda itibar ve güven kaybına da uğradı. Saldırgan ve güvenilmez bir ülke olmanın dışında, sürekli gözetim altında tutulması gereken agresif bir ülke imajinı da üzerinde taşımak durumunda kaldı. Bundan dolayı Almanya’ya başta ABD olmak üzere Avrupa ülkeleri, II. Dünya Savaşı’ndan sonra ordu kurmak için müsaade etmediler. Ancak 1954 yılında Sovyet tehditi artınca, yine başta ABD olmak üzere Almanya’ya tekrar ordu kurması icin müsaade edildi. Fakat Avrupa’nın en fazla nüfusuna sahip bir ülke olmasına rağmen, askeri gücünü Fransa ve İngiltere gibi diğer büyük Avrupa ülkeleri ile aynı seviyeye gelmemesi için özellikle dikkat etti. Bu aynı zamanda Batı ittifakının Almanya’dan beklentisine de uygun bir davranıştı. Bu konjonktürde Almanya, teknik olarak üretebilme kabiliyetine sahip olmasına rağmen, Fransa ve İngiltere gibi atom bombası yapma gayreti içine girmedi. Girseydi de, başta ABD olmak üzere diğer batı ülkelerinin böyle bir duruma karşı tepki vermemeleri mümkün değildi. 

Almanya’dan Siyaset Bilimci Bülent Güven, ABD-Almanya ilişkilerini anlattığımız bu noktadan itibaren şu şekilde değerlendiriyor: 

“Almanya, Soğuk Savaş döneminde, 1954 yılından itibaren ordusu olmasına rağmen, bu ordu kendisini Sovyet tehditine karşı koruyabilecek konumda değildi. Almanya ancak dış tehditlere karşı güvenliğini ABD liderliğindeki NATO’ya havale ederek kendini koruma altına almıştı. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Avrupa’da bulunan asker sayısının Almanya’nın asker sayısından daha fazla olması bu durumun en somut yansımalarından bir tanesidir. Almanya Soğuk Savaş bittikten sonra, Sovyet kontrolü altındaki Doğu Almanya ile birleşmesinin ardından asker sayısını ve askeri harcamalarını daha da aşağı çekti. Askeri anlamdaki bu küçülmenin bir nedeni artık sıcak bir tehditin olmaması ise de asıl neden tekrar birleşen bir Almanya’nın komşuları için bir tehdit oluşturmayacağı mesajının verilmek istenmesiydi. 

Süreç içinde ABD, Obama döneminden sonra ilgisini Avrupa’dan Pasifik’e doğru yöneltti. Avrupa’daki asker sayısını azalttı ve askeri anlamda Çin’e karşı pasifikte Kore ve Japonya merkezli yeni askeri üsler kurmaya başladı. Fakat 2014 yılında Rusya’nın Kırım’ın ilhakı ile sonuçlanan Ukrayna müdahalesi Avrupa’yı tekrar Rus tehdidine karşı teyakkuza geçirdi. Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’ya ikinci müdahalesinden sonra, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa’da alarm zilleri çalmaya basladı. Ukrayna müdahalesinin Avrupa ve tabiiki Almanya’ya gösterdiği ana gerçek, ABD’nin desteği olmadan Avrupa’nın kendisini Rusya gibi bir devlete karşı koruyamayacağıydı. Almanya bu sıcak gelişme karşısında ordusuna 100 milyar Euro’luk özel bir bütçe ayırdı ve kısa vadede askeri harcamalarını GSYH’nin yüzde 2’sine çıkaracağı duyurdu. Fakat askeri anlamda bütün bu artırılan bütçelere rağmen, temel gerçek Avrupa ve Almanya’nın ABD desteği olmadan kısa ve orta vadede Rus tehdidine karşı kendisini koruyamayacağı yönünde. Rus tehdidi gerceğine rağmen, Almanya askeri harcamalarını artırırken, tarihsel ipoteğini dikkate alarak komşularının kendisine karşı şüpheye kapılacakları bir askeri büyümeye de kapı aralayacak. Bu konu da ABD’nin gözleri dolaylı olarak her zaman Almanya’nın üstünde olacaktır.”

Marmara Üniversitesi Öğr. Üyesi Prof. Dr. Giray Saynur Derman ise özellikle şu görüşleri aktarıyor: 

“Kaos ve çatışma alanları yaratmak ve bu sayede hegemon devlet olarak dünya üzerinde güç kullanmak ve tek kutuplu sistemin tek hakimi olmak ABD stratejisinin bir gereğidir. Bu bağlamda ABD, Almanya ile Rusya yakınlaşmasının önüne geçmek için Federal Almanya’nın II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin nüfuzuna girerek Batı Bloku içinde yer almak istemesini bir fırsat olarak değerlendirmiştir. Çevreleme politikasıyla askeri güç olarak hâkim olduğu NATO içindeki en etkin konumlu ülke olmanın avantajını oldukça başarılı bir biçimde kullanmaktadır. Berlin Duvarı’nın yıkılması ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra Doğu Almanya üzerinde de hâkimiyet sağlayan ABD’nin Almanya siyaseti üzerindeki kamu diplomasisi (seçim manipülasyonları, partilere yapılan bağışlar), halen devam etmektedir. ABD’nin Ramstein dışında Almanya’da 87 üssü daha bulunmaktadır. Almanya’daki askeri üslerde toplam 9 bin 600 asker ailesi de yaşamaktadır. Almanya sanayi, teknoloji ve askeri alanda gelişmiş, kalkınmış, müreffeh bir ülke olsa da siyasi bakımdan ABD’nin etkisi altındadır. Bu anlamda “Almanya hukuken bağımsız olsa da tam bağımsız bir ülke veya özgür bir ülke midir?” sorusu akla gelebilir. ABD’de yaşayan Almanların sayısının 42 milyonu aşması da ABD’nin etkisini bir kez daha gözler önüne sermektedir. ABD, AB ve NATO içindeki en güçlü ülkelerden bir olan Almanya’yı Rusya’ya karşı kullanmaktadır. ABD, Avrupa'nın endüstriyel, teknolojik ve ekonomik olarak en güçlü oyuncularından biri olan Almanya'nın Batı'da Rusya'ya karşı tavır almasını sağlarsa, Rusya'nın Almanya'ya olan güveni sarsılacak ve NATO, ittifak düzeyinde Rusya'ya karşı tam iş birliğini güçlendiren bir blok haline gelecektir. Asıl hedef Çin’e karşı Rusya’yı güçsüzleştirmek için de olası bir Alman-Rus yakınlaşmasının önüne set çekilmektedir. Savaşın sürmesi, silahlanmanın artması ve barış ortamının sağlanmaması, diğer Avrupa ülkeleri gibi Almanya’nın güvenlik politikaları için de negatif, müphem bir etki yaratmaktadır.”

*** 
Sonuç

Avrupalı komşuları Almanya’ya – 1990’da birleşmeden itibaren, özellikle Merkel periyotlarında – bu ülkenin ekonomik ve politik potansiyellerinden ötürü Birlik içinde “lider” pozis-yonu biçtiler. Öyle ki, bu konjonktürde Merkel, gerektiğinde ABD’ye bile – Fransa gibi genelde içi kof itirazlanmalar yerine – Avrupalının hakkını savunabilecek bir beklenti üretti. Fakat bu ne kadar mümkündü? Almanya’nın belki de bunu gerçekleştirmek için planladığı, uzun emeklerle içini doldurduğu Doğu yönelimleri ucu açık kaldı; Rusya’nın Ukrayna İşgali burada mihenk taşlarından birini koydu. Daha önemlisi bu savaş üzerinden Almanya’ya ve Derin Avrupa’ya derin bir operasyon çekiliyor.

Son tahlilde, Almanya gerek Rusya’nın gerekse ABD’nin tarihsel ve sosyolojik oluşumunda bu kadar etkin iken, kaderin bir cilvesi; kendi dış ilişkilerinde kendisinin gücü ve iki ülkenin eylemleri doğrultusunda bu kadar özgür olabiliyor.

İSMAİL ERMAĞAN

Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler bölümünde öğretim üyesi olan Prof. Dr. İsmail Ermağan, lisansını Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde, yüksek lisansını Hamburg Üniversitesi Sosyoloji ve Siyaset Bilimi Bölümlerinde yaptı. Ermağan doktora derecesini Erfurt Üniversitesinin Max Weber Yüksek Araştırmalar Merkezi’nde aldı. Başlıca çalışma alanları şunlardır: Avrupa Birliği entegrasyonu, Türkiye-AB ilişkileri, Türkiye-Almanya İlişkileri, Almanya’daki Türkler, Afrika, Latin Amerika ve Asya-Pasifik okumaları, göç ve göç yönetimi. Yurt içinde ve yurt dışında 70 civarında makalesi/kitap bölümü olan yazarın şu kitapları yayımlanmıştır: Almanya Türkleri’nin Uyum ve Ayrılım Eğilimleri; Avrupa Birliği ve Türkiye’nin Üyeliği: Türk Partilerinin ve Avrupa Parlamentosundaki Partilerin Politikaları; Türkiye’nin Yönü Avrupa Birliği’ne mi: Türkiye’de AB Şüpheciliği; Türkiye’deki Sivil Toplum Örgütlerinin AB Üyeliğine İlişkin Davranışları; 21. Yüzyılda Uluslararası İlişkilerde Yeni Trendler: İnsanımız İlk 10 Yolunda mı?; Dünya Siyasetinde Almanya 1-2; Dünya Siyasetinde Latin Amerika 1-2; Dünya Siyasetinde Afrika 1-8; Dünya Siyasetinde Doğu Asya.