×
AFRİKA
1.10.2021
Çeviri: HASAN YALVAÇ

ANALİZ

Afrika’da Avrupa Sömürgeciliği Hala Yaşıyor -II

Sömürge dönemi “yerli” yönetimi, bölgedeki gözde yerel seçkinler ve kabile şeflerinin güçlendirilmesiyle sürdürüldü. Bu yerli seçkinler, daha sonradan bağımsızlık sonrası Afrika ülkelerinin siyasi ve ekonomik düzeninin hakimleri oldu.
SÖMÜRGE DÖNEMİNİN mirası hala Afrika'daki toplumları, devletleri ve ekonomileri yoğun bir şekilde etkiliyor. Kolonizasyon başladığında, Cecil Rhoades ve Lenin gibi birbirine uzak ideolojik rakipler, altyapı yatırımları, eğitim ve geçimlik tarımdan kademli çıkışın kıtanın gelişimine yardımcı olacağını düşünüyorlardı. Ancak sömürge demiryollarına ve Hıristiyan misyoner okullarına yakın bölgelerdeki yaşam koşullarında ve oralardaki bölgesel kalkınma ölçütlerinde bazı gelişmeler olmuş gibi görünse de aslında Avrupalılar Afrika'ya neredeyse hiçbir yatırım yapmadı. 

Büyük yağma

Avrupalıların müdahale ettikleri yerlerde amaçları, sadece kendi ucuz çıkarlarını geliştirmekti. Demiryolları, bölgedeki ticareti ve yerel sanayileşmeyi kolaylaştırmak yerine, tarım veya maden kaynakları bakımından zengin alanları limanlara bağlayarak Afrika'nın zenginliklerinin Avrupa ve Amerika'ya aktarılmasını sağlayacak şekilde inşa edildi. Avrupalılar, yüzölçümü Fransa'dan daha büyük olan Mozambik'te, Maputo (Lourenço Marques), Beira ve Nacala limanlarını bugün Güney Afrika, Zimbabve ve Malavi'nin bulunduğu iç kısımlara bağlayan üç (bağlantısız) demiryolu hattı inşa etti. İngilizler, yaklaşık olarak eski Batı Almanya büyüklüğündeki Gana'da, ülkenin iç kısımlarındaki zengin altın yatakları ve kakao tarlalarındaki kaynakları, liman şehirleri Sekondi ve Akra'ya ulaştırmak için birbiriyle bağlantısı olmayan iki demiryolu hattı inşa etti.

Bu arada eğitim ve sağlık hizmetleri ''dışardan gelen'' misyonerlere verilirken, güvenlik ve vergi tahsili gibi devletin temel işlevleri, bölgeyi vahşice yöneten özel şirketlere teslim edildi. Sömürge yöneticileri özel şirketlere bu tarz izinler vererek ekonomik maliyetlerin azalmasını sağladı. Örneğin, Cecil Rhodes'un sahip olduğu Güney Afrika İngiliz Şirketi, Zimbabve ve Zambiya'daki devasa alanları kontrol ederken, Firestone Doğal Kauçuk Şirketi ise kendi politikalarını uyguladığı Liberya'yı tahakkümü altına aldı.

Ayrıca özel imtiyazlı şirketler, Fransız Kongosu [bugün Kongo, Gabon ve Orta Afrika Cumhuriyetlerini kapsayan Fransız Sömürge bölgesi], orta ve kuzey Mozambik, Kamerun ve Batı Afrika Altın Sahili’ne [bugünkü Gine Körfezi’nden başlayarak Gana’nın tamamını içine alan sömürge döneminde dört farklı idari bölgeye ayrılan, altın, ham petrol, doğal gaz açısından zengin İngiliz Sömürge bölgesine verilen özel ad] hükmetti. II. Leopold, Kongo Bağımsız Devleti'nin [1885’te Belçika Kralı II. Leopold önderliğinde bir grup Avrupalının özel mülkü olarak kurulan devlet] büyük bir kısmını Abir ve Anversoise gibi özel şirketler için imtiyazlı bölge olarak belirledi. Bu şirketler, daha sonra yerel şefleri ve milisleri zorlayarak gerektiğinde kötü şöhretiyle bilinen paralı askeri birlik Force Publique'i kullanarak kauçuk, mineral ve fildişi elde ettiler.

Su aygırı derisinden yapılmış bir kırbaç olan chicotte gölgesinde biçimlenen idari yönetim, Kongo’da kalıcı ve olumsuz sonuçlar doğuracaktı. Kauçuk imtiyazlarının tarihsel sınırlarının hemen içinde ve dışında yer alan bölgeler arasındaki bir karşılaştırma, bu yönetimin eğitim, yaşam koşulları ve sağlık üzerinde ne kadar olumsuz sonuçlar ürettiğini gösteriyor. Leopold'un hayaleti bölgenin üzerinde dolaşmaya devam ediyor. Leopold'un modelini, Fransızlar Kongo'da, Almanlar Güneybatı Afrika'da (Namibya’da), Portekizliler Orta ve Kuzey Mozambik'te, İngilizler Zimbabve'de ve diğer sömürgeciler başka yerlerde birebir kopyaladı.

Sömürge yöneticileri çok az sorumluluk üstlendikleri için bölgede zamanla çok çeşitli dolaylı yönetim biçimleri ortaya çıktı. Az miktarda inşa edilen altyapı, büyük ölçüde herhangi bir yargılama yapılmadan hapsedilen Afrikalıların sağladığı işgücü sayesinde yapıldı. Sömürge yöneticileri, imtiyazlı şirketler işçi sıkıntısı çektiğinde, çeşitli zorla çalıştırma planları getirerek imdada yetiştiler. Şu anda Burkina Faso, Botsvana, Mozambik, Namibya ve Gana’nın kuzey bölgelerini de içine alan devasa bölgeler, şeflerin tarlalar, madenler ve demiryolları için zorla işçi toplayacakları "işgücü rezervleri" olarak belirlendi. 

Böylece erken sömürge aparatı, yerel topluluklara karşı herhangi bir yükümlülüğü varsa da minimal düzeyde bir kapı bekçisi devlete dönüştü. Columbia Üniversitesi'nden Mahmood Mamdani'nin vurguladığı gibi, sömürge dönemi “yerli” yönetimi, bölgedeki gözde yerel seçkinler ve kabile şeflerinin güçlendirilmesiyle sürdürüldü. Bu yerli seçkinler, daha sonradan bağımsızlık sonrası Afrika ülkelerinin siyasi ve ekonomik düzeninin hakimi oldular. Bunun için de kalıcı çatışma, yoksulluk ve otokrasi koşulları yaratıldı.

Bugün bile yerel liderler, dirençleri ve yerleşik güçleri sayesinde, merkezi hükümetlerin şiddet üzerinde tekel kurma, kuralları uygulama veya gelir toplama kapasitesine karşı meydan okumaya devam ediyor. 

Geleceği tanımlamak

Konfüçyüs, "geleceği öngörmek için, geçmişi bilmek" gerektiğini öğütlüyor. Eski Avrupalı ve Amerikalı sömürgeci güçler, sahip oldukları kölelik ve sömürgecilik mirasıyla hesaplaşmak için bu öğüde yürekten kulak vermeliler. Sömürgecilik döneminin en karanlık olayları okul müfredatlarının merkezinde yer almalı. Bu olaylara, Namibya'daki Herero ve Nama soykırımı (1904-1907 arasında Almanya tarafından); Angola ve Mozambik'teki Salazar-Caetano savaşları (Portekiz tarafından); Mussolini'nin Etiyopya'da kimyasal silah kullanması; Kenya'daki Mau Mau ayaklanması gibi bir Afrika direnişini bastırmada İngilizlerin vahşeti; yine kıtada İngiliz ve Fransız sömürgeci güçlerin vahşice zorla çalıştırma uygulamaları ve cinayetleri de dahil olmalı.

Avrupa'nın Afrika ülkeleriyle ilişkileri geliştikçe Avrupalılar acıma ve pişmanlıklarını dile getirmenin ötesine geçmelidir. Kendi ülkelerinin Afrika'da yaptıklarını tanıma sorumlulukları var. Almanya'nın Namibya'daki Herero ve Nama toplumları için son zamanlarda sunduğu mali yardım teklifi, ileriye dönük yapıcı bir yol olduğunu gösteriyor. Ama, elbette ki para, hiçbir şekilde geçmiş zulüm ve acıların kalıcı etkilerini telafi edemeyecek. Maddi açıdan, kıtadan yağmalanan miktar, kesinlikle doğrudan tazminat için bile çok devasa rakamlar.

Ancak Afrika da geçmişin önemine rağmen ileriye odaklanmalı. Yoksulluk batağına saplanan kıtanın pek çok yerinde üretken yatırımlara ihtiyaç var. Sömürgecilik mirası, yaşam standartları ve eğitimde bölgesel olarak derin eşitsizlikler bıraktı. Dış yardım, yerel topluluklardan gelen girdilerle uygun şekilde planlandığında faydalı olabilir. Ancak hiçbir şekilde her derde deva olmayacaktır. Aynı şekilde, tamamen serbest değilse, özel girişimler de yardımcı olabilir. 

En önemlisi de Avrupa, ABD ve Çin, Afrika için yeni bir sömürgecilik mücadelesine düşmemelidir. Yolsuzluk, gasp, vergi kaçırma ve Afrika'nın doğal kaynaklarının acımasızca sömürülmesi konusunda çokuluslu şirketleri sorumlu tutmaları gerekiyor.

Tarihi figürleri günümüz şartları içerisinde değerlendirmek ve heykellerini devirmek tatmin edici hissettirebilir ve televizyonlar için iyi bir reyting sağlayabilir. Ancak sonuçta, geçmişle bu tarz ilişkiler kurmak, beraberinde olumlu bir alternatif getirmiyorsa, ters teper. Nelson Mandela'nın neşeli gözlerle Westminster Sarayı'na bakan heykeli gibi, Afrikalıların özgürlük mücadelesini hatırlatan heykeller dikmeliyiz.

Aynı şekilde, araştırma fonlarını Afrika merkezli bilim adamlarına yönlendirmek, Avrupa mirasının ve bugün kıta üzerindeki etkisinin daha dengeli bir şekilde anlaşılmasına yardımcı olabilir. Hem Avrupalılara hem de Afrikalılara fayda sağlayacak bir geleceği inşa etmek için geçmişi iyi anlamalıyız.


Stelios Michalopoulos ve Elias Papaioannou tarafından kaleme alınan “European Colonialism in Africa Is Alive” başlıklı bu yazı, Project Sydicate’te 30 Temmuz 2021 tarihinde yayınlandı. Yazının ikinci bölümünü de yine Hasan YALVAÇ’ın çevirisiyle sunuyoruz. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.