×
ÇİN

ANALİZ

Afganistan Çin’in Vietnam’ı Olur mu?

Afganistan, Çin’in büyük güç statüsünü test edeceği bir kriz alanı olarak yeni bir çehre ile ortaya çıkıyor.
OLMAMASI İÇİN çok fazla neden yok! Zira Çin, yükseliş hikâyesinin başladığı 1978 yılından bu yana ilk defa oldukça stratejik öneme sahip bir komşu ülkede oluşan güvenlik boşluğu ile yüz yüze kalmış durumda. Sanki her şey Çin’in büyük güç statüsü elde etme talebi ile paralel bir şekilde ilerliyor. Büyük başın derdi büyük olur! Ancak büyük güçler bu tarz krizleri yönetebildikleri müddetçe büyük güç olduklarını ispatlamış olurlar. Afganistan da Çin’in büyük güç statüsünü test edeceği bir kriz alanı olarak yeni bir çehre ile ortaya çıkıyor. 

Trump yönetimi ile başlayan ve Biden yönetimi ile devam eden ABD’nin Afganistan gibi maliyeti her açıdan yüksek çatışma bölgelerinden çekilmesi henüz tamamlanmadı. Bu yazı kaleme alındığı gün Kabil’deki patlamalarda 100’ün üzerinde ölü ve 200’ün üzerinde de yaralı vardı. Henüz tahliyeler tamamlanmadan Taliban geçiş hükümeti kurma çalışmalarına başlarken yeni hükümeti hangi ülkelerin tanıyacağı ve yeni süreçte kimlerin kazanıp kimlerin kaybedeceği tartışılmaya başlandı. Belki de en ilginç sorulardan biri ABD’nin çekilişi ile beraber Rusya ve Çin’in kucağına pimi çekilmiş ve hedefini arayan bir el bombası bırakıp bırakmadığı sorusuydu. 

Uluslararası ilişkiler uzmanları ise sanki çok gerekliymiş gibi hızla iki karşıt argüman üzerinde tartışmaya başladı. Bir tarafta ABD ve onun temsil ettiği iddia edilen “emperyalizm” kaybediyordu. Dolayısıyla Taliban’ın “zaferi” ABD ve emperyalizm karşıtlığının ideolojik propaganda aracına dönüştü. Çin’in resmi haber ajansları ve bölge uzmanları bu değerlendirmenin en görünen aktörleri olarak ortaya çıktı. Hatta ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ile Tayvan arasında ilişki kurarak Tayvan’a da mesaj verdiler. Hâlbuki en büyük mesaj kendilerineydi!

Diğer tarafta ise Stephan Walt ve Robert Kaplan gibi realist ekolün önde gelen isimleri arka arkaya ABD’nin yenilmediğini, hatalarından ders çıkardığını ve büyük güç olmanın bir anlamının da böyle zamanlarda pozisyon değiştirebilme yetenekleri olduğunu dile getiren yazılar yazdı. Hatta Walt, yazısının sonunda Çin’e de mesaj içeren şu cümleyi kurdu: “Amerika'nın Afganistan'daki yirmi yıllık bataklığından büyük ölçüde yararlanarak yükselen ama yine de daha zayıf bir büyük güçseniz, Amerika'nın yavaş yavaş aklını başına alıp almadığı ve gelecekte kendi ayağına daha az sıkma olasılığı konusunda biraz endişe duyabilirsiniz.”

Bu iki karşıt söylemin ve tartışmanın dışına çıkacak olursak Çin’in yükseliş hikâyesinin başladığı 1978’den bu yana yakın coğrafyasındaki en ciddi ve geleceği belirsiz bir kriz durumunun ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bundan önceki birçok bölgesel ve küresel kriz alanı başta ABD olmak üzere Rusya ve AB gibi büyük güçlerin daha fazla öncelik aldığı ve dolayısıyla da karar alma süreçlerinde daha etkin oldukları kriz alanlarıydı. Yugoslavya’nın dağılmasından Afganistan ve Irak’ın işgaline, Suriye iç savaşından İran nükleer krizine kadar birçok kriz alanı Çin için varoluşsal bir tehdit barındırmıyordu. Çünkü bu sorunlarla ilgilenen büyük güçler vardı. “Beleşçilik-free riding” gibi ilginç kavramları literatüre sokan ve Çin’in hiç de oralı olmadığı bu durum artık değişiyor. Çin’in elini daha fazla taşın altına sokması gereken dönemlerin belki de başlangıcı olarak Afganistan’da yaşanan son gelişmeleri gösterebiliriz.

Peki, başlangıçtaki iddiamıza geri dönecek olursak, Çin’in mevcut durumu pabucu dama atılmak üzere olan “temkin siyaseti” ile bertaraf edemeyeceği ortadayken yeni stratejiye dair elimizde herhangi bir veri yok. Zaten Vietnam tuzağının hatırlatılmasının en önemli sebebi de bu. Soğuk Savaş’ın tam ortasında ABD’nin Vietnam’ı askeri olarak baskılayıp rejim değişikliği ile SSCB’yi çevreleme stratejisinin çöküşünün belki de en önemli sebebi, eskimiş ve kullanım süresi dolmuş bir askeri ve siyasi stratejiydi. Ağır şiddet sarmalı ile coğrafi olarak az bilinen, ekonomik getirisi düşük, lojistik maliyeti yüksek, ideolojik ve güvenlik endişelerinin belirleyici olduğu bir savaşı kaybetti. 1971 yılında Henry Kissenger ise yeni bir strateji ile askeri değil diplomatik yollarla, ideolojik ve güvenlik endişeleri ile değil rasyonel ve ekonomik getirisi hesaplanmış akıllı bir strateji ile Çin’i yanına çekerek SSCB’yi çevrelemiş oldu. Bu hamle bir bakıma Soğuk Savaş’ın sonucunun da önemli sebeplerinden biriydi.

ABD’nin Afganistan’dan çekilişinin Çin için önemli bir fırsat olduğunu düşünenlere kötü bir haber verebiliriz. Eğer Çin’in elinde yeni bir strateji yoksa, ki şu anda açıklanmış bir strateji görünmüyor, Afganistan Çin için Vietnam tuzağına dönüşebilir. Bu sefer ekonomik ve güvenlik öncelikleri olan ancak ideolojik ve askeri açıdan oldukça yetersiz bir stratejinin ağır sonuçlarını görebiliriz. Çin’in Vietnam tuzağına düşmemek için daha önce de dış politikasını şekillendirirken göz önüne aldığı ve gerekçelerini dayandırdığı üç alanda radikal değişiklikler içeren yeni bir strateji üretmesi gerekiyor. 

Küresel kurumlar, normlar ve işbirliği

İlk olarak Çin’in küresel kurumlar ve taleplerle örtüşen bir strateji belirlemesi gerekiyor. Bundan önceki birçok kriz alanında Çin ne BMGK’da ne de krizlerin müzakere süreçlerinde küresel kurumların ortak kararlarının hilafına hareket etti. Aksine, İran nükleer krizi, Filistin-İsrail çatışması ve hatta Suriye iç savaşında dengeli ve çoğu zaman tarafsız davrandı. İran nükleer krizinde nükleer silahların yayılması, İsrail-Filistin çatışmasında yasa dışı yerleşimler gibi sorunlara kulak verdi. 

Ancak yaklaşık on yıldır Çin’in küresel kurumlar ve normlarla öncekine göre daha sorunlu bir ilişkisi olduğu açık. Sadece ABD ile girdiği ticaret savaşları sürecinde ortaya çıkan ve uluslararası ticaret düzenlemelerini sekteye uğratacak düzeyde devlet müdahalesi ve küresel mülkiyet haklarına karşı eylemler, Çin’in sorumlu küresel aktör imajını zedelemeye başladı. Rusya’nın Kırım’ı işgali ve Suriye müdahalesi ile beraber Çin dış politikası dış müdahale karşıtlığına dayanan ilkesel tutumunda da çelişkiye düştü. Güney Çin Denizi, Hong Kong, Tayvan ve Uygur sorunu gibi alanlarda da küresel kurumların norm ve talepleri ile çelişen tavırlar sergiledi.

Afganistan’da ABD’nin çekilme süreci tamamlanır tamamlanmaz muhtemelen sorunların çözümüne dair küresel ve bölgesel kurumların devreye gireceği bir sürece şahit olacağız. Bu zamana kadar ABD’nin varlığı sebebi ile ön plana çıkmayan kadın hakları, demokrasi, ekonomik istikrar ve barışçıl diplomasi gibi konuların yeniden gündeme geleceğini söyleyebiliriz. Bu durumda Çin’in sadece ekonomik ve güvenlik öncelikli eski stratejisinin işe yaraması mümkün değil. Bu sebeple Çin’in birden çok alana ve konuya hitap eden, küresel kurum ve normlarla uyumlu yeni bir strateji kurması gerekecek.

Disiplinerarasılık ve karmaşık faktörler ağı

İkinci olarak Çin’in bu zamana kadar dış politikasını gerekçelendirdiği ekonomik öncelikler, kazan-kazan ve barışçıl diplomasi gibi kavramların yeterli olmayacağı ve güvenlik başta olmak üzere, tarih, sosyoloji, din, kültür ve kimlik gibi birden çok disiplinin belirlediği karmaşık sorunlar ağına uygun bir strateji belirlemesi gerekiyor. Aslında Çin’in Ortadoğu’ya yönelik dış politikasına baktığımızda temel stratejisi ekonomi dışında kalan gri alanlara mümkün olduğunca girmemesiydi. Örneğin İran nükleer krizini rejimin dini kimliği, İran’ın tarihsel hafızası ya da İran sosyolojisi üzerinden okumak yerine enerji ve nükleer silahsızlanma gibi Çin’in ekonomik ve güvenlik önceliklerine dayanan basit bir strateji ile yönetti. Aslında bu karmaşık sorunlarla uğraşan diğer aktörler varken Çin “beleşçi” bir şekilde sadece kendi ulusal çıkarlarına odaklandı, alacağını aldı ve Irak ya da Libya işgali gibi çıkarlarını tehdit eden bir durum olduğunda ise pılını pırtısını toplayıp geri çekildi.
 
Afganistan’ı bu örneklerden ayıran birçok nokta olsa da özellikle iki tanesi Çin için durumu oldukça içinden çıkılmaz bir hale sürüklüyor. İlk olarak, Afganistan Wakhan koridoru ile Çin’e uzanan ve kısa da olsa stratejik bir sınıra sahip. Bu sınırın doğal coğrafi özellikleri sebebi ile kaçınılmaz bir güvenlik tehdidi oluşturduğunu söyleyebiliriz. Afganistan istikrarsız olduğu müddetçe Çin’in batı sınırları ve Pakistan gibi sınır ötesi yatırım alanları ciddi tehdit altında kalabilir. Taliban içindeki bazı grupların Çin yatırımlarına yönelik saldırıları bunun en önemli göstergelerinden biri.

Afganistan’ı diğer kriz alanlarından ayıran ikinci unsur ise Afganistan’ın Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi’ne komşu olması. Yani Uygur sorunu da düşünüldüğünde Çin’in Afganistan’da oluşacak olası bir istikrarsızlıktan doğrudan etkilenmesi söz konusu. Çin dışişleri bakanının Taliban heyeti ile görüşmesinde dile getirdiği ve sürekli vurguladığı Doğu Türkistan İslami Hareketi Çin’e doğrudan bir tehdit oluşturuyor. Dolayısıyla Çin’in bu sorunları yönetmesi için salt ekonomik ve güvenlik öncelikli bir strateji belirlemesi düşünülemez. Çin’in birden çok ve karmaşık faktörler ağını dikkate alan kapsamlı bir strateji belirlemesi gerekiyor. 

Güç, ideoloji ve alternatif düzen

Üçüncü olarak Çin’in özellikle son on yıldır artan ekonomik gücü ile paralel bir şekilde ancak önceki dönemlerden farklı bir ideolojik söylem ve alternatif düzen düşüncesi geliştirdiğinin altını çizmeliyiz. 2010’lu yıllara kadar kabaca Deng Xiaoping’in liberal ve ılımlı olarak tabir edebileceğimiz savunmacı ve içe dönük bir ideolojik söylem hakimdi. Bu söylemin pragmatist yönleri sosyalizmin farklı içeriklerinin olabileceği tezi üzerinden şekillenerek içeride ÇKP’nin ideolojik meşruiyetini ve örgütsel kapasitesini güçlendirdi. Çin tarzı sosyalizm Çin’e özgü ve Çin içinde kaldığı müddetçe dışarıdaki aktörler için, örneğin Çin’e yatırım yapacak Amerikalı bir şirket için, çok önemli bir sorun olmadı. Hatta devletler ve küresel şirketler, Çin’in büyümesinden faydalanarak önemli kazançlar elde ettiler. 

2010’lu yıllarla beraber bu karşılıklı kazanç döneminin Çin’in artan güç unsurları sebebi ile sona erdiği ve Çin’in aynı diğer büyük güçler gibi hegemonya iddiası ile kendine özgü bir emperyalist strateji uyguladığı iddiaları yükselmeye başladı. Kuşak ve Yol Girişimi (KYG) tam da bu aşamada Çin’e yönelik sert eleştirilerin başladığı bir dönemde ortaya çıktı. KYG her ne kadar ekonomik yönü ile ön plana çıksa da mevcut ticaret ağlarına, lojistik hatlarına, tedarik zincirlerine, uluslararası yatırımlara, kalkınma fonlarına bir alternatif olduğu Çinli yazarlar tarafından da dile getirildi. Bu alternatif ekonomik ilişki biçiminin yeni bir tür siyasi, diplomatik, sosyal ve kültürel ilişki ve bağımlılık biçimi ortaya çıkardığı konusu ise fazla dikkate alınmadı. Hâlbuki KYG’nin ekonomik ayağı küresel ekonomik düzene bir alternatif oluştururken siyasi ayağı ise yavaş ve derinden bir alternatif jeopolitik düzene doğru eviriliyordu. Pakistan, Myanmar, Sri Lanka ve muhtemel örneklerini ileride görebileceğimiz birçok yeni ilişki ağı, Çin’in daha belirleyici olduğu bir döneme girdiğimizin işareti olarak okunabilir.

Ancak Afganistan yavaş ve derinden işleyen bu planın apaçık bir kriz alanı olabilir. Zira Çin güçlendikçe bu gücü koruyacak ve geliştirecek ekonomik ve siyasi yöntemler geliştirmek zorunda. Ancak bunların hiç biri şu an için belli değil. ABD’nin çekilme senaryosu Çin tarafından iyi çalışılmamış gibi görünüyor. Wang Yi geçtiğimiz günlerde Blinken ile yaptığı görüşmede ABD’nin ansızın çekilerek terörle mücadeleyi Taliban hükümetine bırakmasının hatalı bir karar olduğunu söyledi. Yani bir bakıma ABD’nin bu derece hızlı çekilmesinden rahatsızdı. 

Çin uzun zamandan beri kurduğu güç ve ideoloji ilişkisinin sınır noktasına gelmiş durumda. Afganistan’da terör örgütleri cirit atarken artık tarafları siyasi ve diplomatik müzakereye davet etmek dışında bir büyük güç refleksi kullanması gerekebilir. Bunun ideolojik zemini şu an için görünmese de Yan Xuetong’un yakın bir zamanda dile getirdiği gibi Çin’in küresel güç statüsü ile paralel bir ideolojik söylem geliştirmesi gerekiyor. Ancak bu ideolojik söylem şu anda sadece Çin’in içine seslenen dışlayıcı bir milliyetçilik ve popülizm olamaz. Ne olması gerektiği ayrı bir yazının konusu olabilir ancak ne olacağını çok yakın bir zamanda göreceğimizi söylemek kehanet olmasa gerek.

KADİR TEMİZ

2006 yılında Beykent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Teknik Üniversitesi, İnsan ve Toplum Bilimleri Bölümü Siyaset Çalışmaları yüksek lisans programına başladı. 2010 yılında “Konfüçyanizm ve Alternatif Haklar Teorisi” başlıklı tezi ile yüksek lisans derecesi aldı. 2017 yılında Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nde “The Rise of China and the Middle East: Chinese Foreign Policy Towards Iran, Israel and Turkey, 2001- 2011. [Çin’in Yükselişi ve Ortadoğu: Çin’in İran, İsrail ve Türkiye’ye Yönelik Dış Politikası, 2001-2011]” başlıklı tezi ile doktora derecesi aldı. Çin Hükümet Bursu kapsamında Çin Halk Cumhuriyeti Peking Üniversitesi Uluslararası Çalışmalar Enstitüsü ve Şanghay Yabancı Diller Üniversitesi'nin Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde araştırmacı olarak bulundu. 2018 ve 2020 yıllları arasında İstanbul Şehir Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde çalıştı. Boğaziçi Üniversitesi Asya Çalışmaları Merkezi’nde araştırmalarına devam etmektedir. Halen İstanbul Medeniyet Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü'nde Çin Dış Politikası ve Uluslararası İlişkileri, Doğu Asya Siyaseti ve Çin’in Ortadoğu ülkeleri ile ilişkileri gibi konularda ders vermektedir.