×
ABD

ANALİZ

ABD’nin Yeni “Ulusal Güvenlik Stratejisi” Dünyaya Ne Anlatıyor?

Biden da “ABD’nin çıkarları en önemli önceliğimiz” diyor fakat yeni metin, uluslararası ilişkilere, müttefiklere, bölgesel ve ikili iş birliklerine ve diplomatik kurumlara bolca atıf yapan daha kapsayıcı bir dile sahip.
ABD’DE JOE BIDEN yönetiminin kısa süre önce açıkladığı “Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Kılavuzu”, yeni yönetimin dünyayı ve uluslararası sistemi nasıl okuduğuna ilişkin elimizdeki en önemli belge konumunda. 23 sayfalık bu kılavuz, Biden yönetiminin muhtemelen ilk yılının sonuna doğru açıklayacağı yeni ulusal güvenlik strateji belgesinin özünü oluşturuyor olacak. Dış politika parametrelerini “diplomasi geri döndü, Amerika geri döndü” mottosuyla açıklayan Biden ile onun dış politika ve ulusal güvenlik ekibi, Donald Trump dönemindeki ulusal güvenlik strateji belgesinden dil ve içerik bakımından kayda değer farklar taşıyan bir metin ortaya koymuş durumda. Diplomasi, uluslararası ittifak ilişkileri, Çin’le küresel düzlemde rekabet ve askeri ağırlık merkezinin yeniden tasarımı gibi başlıkların öne çıktığı metin, Biden yönetiminin dünyaya anlatmak istediği mesajları barındırıyor.

Trump’tan Biden’a metnin dilindeki değişim

Kuşkusuz Trump yönetiminin 2017’de kamuoyuna duyurduğu güncellenmiş ulusal güvenlik strateji belgesi ile Biden’ın kılavuzu arasında ilk dikkati çeken fark, net bir dil ve üslup farkı. Trump’ın belgesindeki “önce Amerika” vurgusu ve “önce Amerika=sadece Amerika” olarak tahvil edilebilecek popülist milliyetçi dilin bu metinde olmadığı söylenebilir. Elbette Biden da “ABD’nin çıkarları en önemli önceliğimiz” diyor fakat yeni metin, uluslararası ilişkilere, müttefiklere, bölgesel ve ikili işbirliklerine ve diplomatik kurumlara bolca atıf yapan daha kapsayıcı bir dile sahip. Bu yönüyle metin, ABD’nin müttefiklerine “birlikte çalışmaya hazırız” mesajı veriyor.

Diplomasiye ve diplomatik kurumlara öncelik verilecek

Esasen yeni güvenlik stratejisinde ABD’nin ortaklarıyla birlikte çalışacağına o kadar fazla atıf var ki, yeni yönetim adeta güvenlik eksenli uluslararası sistemdeki çıkarlarını önce diplomasi yoluyla sağlamaya çalışacağı mesajını veriyor. Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın birkaç gün önce, “ABD artık önce diplomasiyi kullanacak, askeri gücü değil” şeklindeki vurgusu bu minvalde okunabilir. Bu bağlamda NATO gibi uluslararası ittifak örgütlerinin önemine vurgu yapan Biden yönetimi, her fırsatta Çin-Rusya dengesine karşı NATO, AB ve QUAD gibi müttefiklik şemsiyelerini öne çıkarmaya çalışıyor. Esasen ABD’nin gerek Çin, gerekse Rusya ile rekabetinde “müttefik” hanesine kaydettiği her bir ülke, aynı zamanda karşı safta yer almayan ülke de demek olacak. Bu bakımdan Çin-Hindistan, Rusya-Türkiye ve (Nord Stream 2 bağlamında) Rusya-Almanya gibi ikililerin önümüzdeki çizgisine yakından bakmak gerekiyor. 4 yıllık Trump döneminin ardından Biden yönetimi, yeni strateji belgesinde tüm dünyadaki müttefiklerine “ancak birlikte çalışırsak bu büyük meseleleri çözebiliriz” şeklinde güven de telkin etmek istiyor. Ancak “lafla peynir gemisi yürümez” sözünde de anlatıldığı gibi yeni ABD yönetiminin müttefiklerine bu güveni verebilmesi için somut adımlar atması lazım.

Çin’le teknolojik/ekonomik/askeri rekabet vurgusu

Metnin en önemli vurgularının başında Çin’in “ABD’yi ve kurallara bağlı uluslararası sistemi tehdit edebilecek en büyük rakip” olarak tanımlanması. Çin’in sadece ekonomik anlamda değil, teknolojik ve askeri gelişim noktasında da ABD için çok ciddi bir “küresel test” olacağı kaydedilen belgede, Pekin’in eylemlerinin sınırlandırılması noktasında Washington’ın hem bölgedeki müttefikleriyle (Japonya, Güney Kore, Hindistan ve Avustralya) hem de diğer Avrupalı müttefikleriyle birlikte çalışacağına vurgu yapılıyor. Pekin’in ekonomik alandaki büyümesini “uluslararası sistem için kontrolsüz” bulan ABD yönetimi, rakibinin kurallara göre oynaması için elinden geleni yapacağını kaydediyor. Bu noktada Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumlar ve AB-Çin ticari ilişkileri, en az ABD-Çin ticaret savaşları kadar önemli olacaktır.

Çin’in özellikle üst düzey teknolojik gelişim kaydettiği güvenlik ve siber güvenlik alanlarında ABD’nin buna üst düzeyde karşılık vermek zorunda olduğunu belirten Biden’ın strateji belgesi, özellikle askeri kapasite anlamında artık geleneksel teknolojiler yerine daha sofistike teknolojilere yatırım yapılacağını vurguluyor. Bu noktada şunun da altını çizmek gerekiyor: Biden yönetimi, orta vadede ABD’nin küresel askeri ağırlık merkezlerini Çin tehdidine karşı Hint-Pasifik bölgesi ile Rusya tehdidine karşı Avrupa’ya kaydıracağını belirtiyor. Bu noktada ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile Savunma Bakanı Lloyd Austin’in ilk yurt dışı ziyaretlerini gelecek hafta Japonya ile Güney Kore’ye yapacaklarını hatırlatmakta fayda var. Aynı şekilde Biden da QUAD üyesi ülke (Japonya, Hindistan ve Avustralya) liderleriyle çevrimiçi olarak görüşecek. Tüm bu diplomatik temasların özünde Çin’le rekabette kurulacak ekonomik/teknolojik ve güvenlik/askeri denge unsurları masaya yatırılacak.

Aynı belgede Biden yönetiminin “Ortadoğu’daki sorunlar askeri yollarla çözülemez, bu sebeple bu bölgede gerektiği kadar askeri güç bırakacağız” şeklindeki yaklaşımının da altını çizmek gerekiyor. İsrail’in güvenliği konusunda taviz vermeyeceğini, İran’ın bölgedeki “zararlı eylemlerini” karşılayacak ve kriz noktalarına müdahale edebilecek ölçüde askeri gücü bölgede tutacağını kaydeden Biden, bölgedeki müttefiklerine “açık çek vermeyeceği” mesajını gönderiyor. Bu mesajın daha ziyade Suudi Arabistan’a olduğunu düşünmek pekala mümkün. Öte yandan yeni yönetim, Afganistan gibi “sonsuz savaşlara” artık milyarlarca dolar harcamak istemediğini de vurguluyor. Bu yönüyle yeni ulusal güvenlik kılavuzu, Amerikan ordusuna ayrılan bütçenin sahadaki askerlere ve onların silahlarına kullanıldığı kadar, hatta belki de daha fazla, askeri teknolojilere ayrılacağını belirtiyor. İlaveten, konvansiyonel askeri alanlara/teknolojilere daha az yatırım yapılacağı, sofistike ve en ileri askeri teknolojilere ve siber teknolojilere daha fazla yatırım yapılacağının mesajını veriyor.

Rusya yıkıcı güç olma potansiyelini halen taşıyor

ABD’nin yeni ulusal güvenlik belgesi, uzun vadede en büyük küresel rakibini Çin olarak görse de ardından Putin’in Rusya’sının kısa ve orta vadede halen “yıkıcı bir güç olma potansiyelini” taşıdığını belirtiyor. Rusya’nın sadece Ukrayna ve Doğu Avrupa’daki “gücünü gösterme” çabalarının değil, siber saldırılarla yarattığı tahribatın da önemli bir sorun olduğunun altını çizen Biden yönetimi, Çin konusunda olduğu gibi Rusya konusunda da müttefikleriyle birlikte çalışacağını vurguluyor.

Bu noktada Biden’ın, “ABD çıkarlarıyla örtüştüğü noktalarda” hem Çin hem de Rusya ile birlikte çalışabileceklerinin altını çizdiğini dikkatlerden kaçırmamak gerek. Buna en yakın örnek olarak ABD’nin Rusya ile Yeni START (Stratejik Silahların Azaltılması) Anlaşmasını 5 yıl daha uzatması veriliyor. Benzer şekilde Biden yönetimi, karşılıklı bağımlılığın da kaçınılmaz bir sonucu olarak Çin’le ticaret savaşı yerine adil koşullarda ticaret ortaklığı yapmaya hazır olduğunu dile getiriyor.

Sonuç olarak Biden yönetiminin yeni ulusal güvenlik strateji kılavuzu, Çin ve Rusya gibi rakipleri karşısında daha fazla diplomasi, demokrasi, insan hakları, şeffaflık, uluslararası ittifaklar ve bölgesel ortaklıklar ekseninde Amerikan çıkarlarının savunulabileceğini öngörüyor. Bunun realize edilebilmesi elbette kağıtta yazanların sahada uygulanmasına bağlı; dolayısıyla bu konuda sağlıklı bir fikir edinebilmek için Biden yönetiminin uluslararası kurtlar sofrasındaki adımlarını bir süre izlemek gerekiyor. Büyük sahnede sonuç getiren bir eylemin söylemden zor olduğunu, Biden yönetiminin Cemal Kaşıkçı raporunu açıklayıp ardından Muhammed bin Selman’a yaptırım getir(e)memesinde gördük: Reel politik, daha ilk günlerinde Demokrat  Biden yönetimine “siz de Trump gibi davrandınız” eleştirisini duyma “bahtiyarlığını” yaşattı. Dolayısıyla Biden yönetiminin çukurlarla ve tuzaklarla dolu dış politika yolculuğunda takılıp düşmemesi ne kadar güçlü bir irade ve tutarlılık göstereceğine bağlı olacak.

HAKAN ÇOPUR

1981 yılında İstanbul’da doğdu. Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Halkla İlişkiler bölümlerinden mezun oldu. Marmara Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler yüksek lisansını yaptı. Bazı düşünce kuruluşlarında Türk dış politikası üzerine çalıştıktan sonra 5 yıl kamuda görev yaptı. 2015 yılından girdiği Anadolu Ajansı'nda 2018’den bu yana AA Amerika Haberleri Editörü olarak görevine devam ediyor. Evli ve 3 çocuk babasıdır.