×
ABD

ANALİZ

ABD’nin Uzun İnce Bir Yol Hikayesi: İran’la Nükleer Anlaşma

Tüm artı ve eksiler alt alta yazıldığında muhtemel bir anlaşmanın mümkün olduğu, fakat bu anlaşmanın yolunun otoban olmadığı çok açıktır.
ABD BAŞKANI Joe Biden, selefi Donald Trump’ın İran politikasını tersine çevirip yeniden nükleer anlaşmaya dönmek istediğini daha kampanyaya başladığı ilk günlerde açıklamıştı. Nitekim 20 Ocak’ta görevi devralan Biden yönetimi, özellikle Dışişleri Bakanı Antony Blinken önderliğinde İran’la 2015 yılında yapılan nükleer anlaşmaya nasıl ve ne şekilde dönülebileceğinin diplomatik yollarını aramaya başladı. 6 Nisan Salı günü Viyana’da başlayan ve ABD ile İran’ın aynı masaya oturmadan “görüşeceği” toplantılar, 2018’den bu yana AB şemsiyesi altında iki ülkeyi bir araya getiren ilk görüşmeler oldu. Bir yandan iç kamuoyuna İran’a tek taraflı teşvikler sunmayacağını ve Tahran adım atmadan yaptırımları kaldırmayacağını söyleyen Biden yönetimi, öte yandan eli daha güçlü durumda olan Tahran’la yeniden masaya oturmanın hesaplarını yapıyor. İran’da Haziran ayında yapılacak seçimlere kadar mesafe kat etmek isteyen Biden yönetiminin önünde uzun ve ince bir yol gözüküyor. 2015 yılında Batı’nın İran’la anlaşabileceğine ilişkin ilginç bir örneklik ortaya koyan anlaşma, akabinde İran’a bölgede önemli bir faaliyet alanı tanımıştı. Aradan geçen 6 yılda gerek uluslararası dengeler, gerekse bölgesel dinamikler açısından ciddi değişimler yaşandı ve bugün 2015’tekinden daha zor bir “çok bilinmeyenli denklem” ile karşı karşıyız.

Biden yönetiminin İran politikasının sınırları ne?

Aslında tüm hikaye, hangi tarafın daha önce adım atması gerektiği konusunda düğümlenmiş gibiydi. İran tarafı net bir şekilde “ABD kendisi 2018’de anlaşmadan ayrıldı, önce anlaşmaya geri dönsün, ayrıca anlaşmadan ayrıldıktan sonra koyduğu yaptırımları kaldırsın” pozisyonunu ortaya koydu. Muhafazakar bir adayın kazanmasına daha fazla şans tanınan seçim sürecinde olan İran, ABD’yle muhtemel bir anlaşmayı en yüksek bedelden yapmak istiyor. Kaldı ki uranyum zenginleştirme sürecinde yüzde 20’lere ulaşmış olan Tahran yönetimi, nükleer silah konusunda ulaştığı noktayı da çöpe atmak istemiyor. Tüm bu yumurtaları dikkatle sayan ve yeniden anlaşma sürecini epey ağırdan alan İran’a karşı, içeride “İran’a yem oldu” algısına neden olmak istemeyen Biden yönetimi, her kelimesini seçerek kullanmaya çalışıyor.

Irak’taki Amerikan askerlerinin bulunduğu üslere yönelik İran destekli Şii grupların saldırılarının faillerini uzun süre telaffuz edemeyen Washington yönetimi, Beyaz Saray ve Dışişleri brifinglerinde de “tek taraflı taviz vermeyeceğiz” ile “İran da dönerse biz masaya oturmaya çoktan hazırız” mesajları arasında bir dil tutturmaya çalıştı. Ne kadar başarılı olduğu oldukça şüpheli olan bu yaklaşım, arka kapı diplomasisinin sonucunda Viyana’da başlayan görüşmelere kadar devam etti. Nitekim ABD yönetimi, sonunda, “nükleer anlaşmayla örtüşmeyen yaptırımları kaldırmak üzere hazırlık yaptığını” açıkladı. Görüşmelerden nasıl bir sonuç çıkacağı, ABD ile İran’ın aynı masaya oturup oturmayacağı gibi sorular devam ederken, Biden yönetiminin ne şekilde, hangi yaptırımları ve nasıl bir takvime göre kaldıracağı şimdiden merak ediliyor. Eğer bir şekilde (hangi şekilde olacağını göreceğiz) ABD yaptırımları kaldırmaya başlar ve İran da yeniden nükleer anlaşma koşullarına dönme yolunda somut adımlar atmaya başlarsa o zaman iki ülke henüz öngörülmeyen bir zaman diliminde yeni bir nükleer anlaşmaya imza atabilir. Ancak hem yaptırımlar konusunda ABD’de içerideki şüpheli gözler, hem de İran’ın yüzde 20 uranyum zenginleştirdiği ortamda yeniden anlaşma koşullarına ne ölçüde ve ne zaman dönebileceği gibi sorular, ABD-İran nükleer anlaşmasının hiç de kolay olmadığını gösteriyor. Kaldı ki eğer süreç uzar ve İran’daki seçimde muhafazakar bir aday Cumhurbaşkanı olursa ABD’nin neyle karşılaşacağı konusu da ayrı bir belirsizlik kaynağı.

Muhtemel bir anlaşmayı bekleyen diğer engeller

Öte yandan 2015’ten farklı olarak ABD yönetiminin, “İran’ın bölgedeki zararlı eylemlerine ve terör iltisaklı işlerine son vermesi” ve “Tahran’ın füze programının da denetlenmesi” gibi bazı taleplerinin ne şekilde masaya geleceği de şu aşamada belirsiz. Eğer İran elini şu anki gibi yüksek tutarsa bu konulardaki görüşmeler tıkanabilir, zira İran bölgesel etkinlikleri konusunda ABD ile pazarlıklara girişmek istemeyecektir. Kaldı ki Çin’le 25 yıllık kapsamlı bir anlaşma yapan, aynı zamanda bazı anlaşmazlıklarına rağmen Rusya ile askeri ilişkilerini aynen sürdüren Tahran’ın 2015’tekinden farklı bir noktada olduğu açıktır. Her ne kadar ABD’nin yaptırımlarından ciddi şekilde etkilenmiş olsa da İran halen “yıkılmadık ayaktayız” vitesini sürdürebiliyor. Bu psikolojik faktörler de İran’ı “maksimum faydayı sağlamadan anlaşma yapmayız” moduna sokabilir. Dolayısıyla eğer gerçekten İran’la bir nükleer anlaşma yapmak istiyorsa Biden yönetiminin hangi konularda ne kadar taviz vermeye hazır olduğu sorusu şu anda Washington koridorlarındaki en önemli sorulardan biridir.

ABD ve İran dışında P5+1 ülkelerinin nükleer anlaşmaya dönülmesi ya da yeni bir anlaşma yapılması konusundaki motivasyonları da bu müzakere sürecinde önem arz edecektir. Elbette Washington’ın bu konudaki kararlı tutumu sürecin gidişatını belirleyecek ana lokomotif olacaktır, fakat Rusya ve Çin’in konuyu ele alma biçimi de yan faktörler olarak süreci etkileyebilir.

İran’la nükleer anlaşma Biden için vazgeçilmez mi?

Peki “Geçici Ulusal Güvenlik Strateji Kılavuzunda” açıkça belirtildiği üzere küresel rakibinin Çin olduğunu, ardından da Rusya ile kapışmaya hazır olduğunu ortaya koyan yeni ABD yönetim için İran ne kadar büyük bir önceliğe sahip? Trump’ın maksimum baskı politikasının değil, Obama’nın imzaladığı 2015’teki anlaşmanın İran’ı nükleer silahtan alıkoyduğunu düşünen Demokratlar için bu husus, stratejik bir tercih olduğu kadar biraz da gurur meselesine dönüşmüş durumda: Obama’nın yaptığı ve Trump’ın yıktığı şeyleri yeniden imar etmek. Bu yönüyle Biden yönetimi, bir şekilde tüm dünyaya “İran’la nükleer anlaşma yaptık ve Tahran’ın nükleer silahlara sahip olmasını bu yolla yine biz engelledik” demek istiyor. Dolayısıyla şu anki tabloda Biden’ın bu süreci sonuna kadar zorlayacağı konusunda hemen herkes hemfikir. Fakat hem köprünün altından çok suların akmış olması hem İran’ın kolay kolay geri dönemeyeceği seviyede uranyum zenginleştirme konusunda mesafe almış olması hem de İran’ın bölgede sıkıntı yaratan eylemlerinin nasıl kontrol altına alınabileceğinin belirsiz olması, Biden yönetiminin elindeki seçenekleri epey sınırlandırıyor.

Tüm bu artı ve eksiler alt alta yazıldığında muhtemel bir anlaşmanın mümkün olduğu, fakat bu anlaşmanın yolunun otoban olmadığı çok açıktır. Biden yönetimi bu uzun ince diplomasi yolunda sekmeden ne kadar gidebilecek, taviz vermesi gereken bir noktayla karşılaştığında ne yapacak, İran’daki iç dengeler süreci ne ölçüde etkileyecek ve ABD’nin bölgedeki başta İsrail olmak üzere diğer müttefikleri bu süreci nasıl okuyacak? Tüm bu sorular 2015’in ardından yeni bir ABD-İran nükleer anlaşmasının ne kadar mümkün olduğunu ve mümkünse hangi koşullarda mümkün olacağını tüm dünyaya gösterecek. Beklentiler, bu sürecin bölge barışına katkı yapacak bir formülle sonuçlanması olabilir, ancak bu patikadan nasıl bir anlaşma çıkacağını görmek için sabırla beklemek gerekiyor.

HAKAN ÇOPUR

1981 yılında İstanbul’da doğdu. Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Halkla İlişkiler bölümlerinden mezun oldu. Marmara Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler yüksek lisansını yaptı. Bazı düşünce kuruluşlarında Türk dış politikası üzerine çalıştıktan sonra 5 yıl kamuda görev yaptı. 2015 yılından girdiği Anadolu Ajansı'nda 2018’den bu yana AA Amerika Haberleri Editörü olarak görevine devam ediyor. Evli ve 3 çocuk babasıdır.