×
ABD

ANALİZ

6 Ocak 2021 Kongre Baskını: Bir Amerikan Kabusu

Son yıllarda giderek artan toplumsal ayrışma ve kutuplaşmanın belki de zirve noktası olan Kongre baskını, Amerikan toplumunun halen ortak bir gelecek hayali kurup kurmadığına ilişkin birçok soru işaretini de beraberinde getiriyor.
ABD DIŞİŞLERİ BAKANI Mike Pompeo, 11 Ocak’ta yaptığı bir konuşmada “ABD’nin dünyanın en büyük gücü olduğuna” ve “Amerikan istisnacılığına” vurgu yaparken, aynı saatlerde Dışişleri Bakanlığı'nın resmi internet sitesinde “Başkan Donald Trump’ın görev süresinin akşam saatlerinde dolacağı” yazıyordu. Kısa süre sonra Trump’a öfkeli bir bakanlık çalışanının sitede bir “hackleme” yaptığı anlaşıldı; muhtemelen bu kişi 6 Ocak’taki Kongre baskını dolayısıyla Trump’ı suçlayan kızgın bir Demokrat’tı. Bu arada Amerikan kamuoyu halen, 1814’te İngilizlerin işgalinden yaklaşık 200 yıl sonra Kongrelerinin nasıl bu şekilde baskına uğrayabildiğini anlamaya çalışıyordu. Kongre baskınından da önce, belki de uzun süre tartışması devam edecek olan kaotik bir başkanlık seçimleri yaşayan ülke, yaz aylarında son 60 yılın en büyük sokak olaylarını, yıl boyunca da “Kovid-19’dan en kötü etkilenen ülke olma” bedbahtlığını yaşadı. Tüm bu maddeler peş peşe okunduğunda Amerika Birleşik Devletleri’nin pek de “istisnailiği” kalmış gibi gözükmüyor. Son yıllarda giderek artan toplumsal ayrışma ve kutuplaşmanın belki de zirve noktası olan Kongre baskını, Amerikan toplumunun halen ortak bir gelecek hayali kurup kurmadığına ilişkin birçok soru işaretini de beraberinde getiriyor.

Kongreyi kimler, neden bastı?

Her ne kadar olayın oluş şekline ve sonrasına bakılarak bunun bir darbe girişimi olmadığını söylemek mümkünse de ABD demokrasisinin ve siyasal sisteminin belki de en önemli binasının bu şekilde baskına uğraması, üzerine çok düşünülmesi gereken bir Amerikan kabusudur. 3 Kasım’dan itibaren seçimlerde hile yapıldığı konusundaki Trump’ın ısrarlı açıklamalarına gönülden destek veren Cumhuriyetçi muhafazakâr seçmen için Joe Biden’ın başkanlığına giden her adım gayrimeşru idi. 

Yapılan anketlerde “Demokratların seçimlerde hile yaptığına” inanan Cumhuriyetçilerin oranının yüzde 80’leri aştığı ve Trump’ın 3 Kasım’daki seçimlerde kendi tabanından yüzde 90’ın üzerinde destek aldığı düşünülürse, Trump ile tabanı arasındaki yakın bağ daha net anlaşılır. Biden’ın başkanlığı kazandığının açıklandığı 7 Kasım’dan 6 Ocak’a kadar Washington’da birkaç büyük miting ve yürüyüş gerçekleştiren Trump destekçileri, ufak tefek bazı olaylar dışında hemen hiç şiddete bulaşmamıştı (Aşırı sağcı Proud Boys ile aşırı solcu Antifa arasındaki kavgalar hariç). 6 Ocak’taki büyük mitingde Trump’ın sözleri ile galeyana gelen bazı göstericiler, aslında 3 Kasım’dan itibaren içlerinde güçlü şekilde hissettikleri “haksızlığa uğradık” hissiyatını bir anda dışarı vurmuş oldular. Kongrede o esnada yapılan ve başkanlık delege oylarının sayıldığı oturumu gayrimeşru gören Trump taraftarları, içeride tam olarak ne yapacaklarına ilişkin bir plan olmaksızın polis barikatını aşınca bir anda ortalık karıştı. Elbette Kongre binasına giren birkaç yüz kişiyi ya da dışarıda polisle karşı karşıya gelen birkaç bin kişiyi tüm Cumhuriyetçilere ve muhafazakarlara mal etmek doğru olmaz. Kaldı ki Trump dahil pek çok Cumhuriyetçi isim Kongredeki şiddet olaylarını kınayıp kabul etmediklerini açıkladı. Ancak bir adım geriye çekilip bakıldığında aslında Kongre baskınının “Demokratlar seçimleri Trump’tan/Cumhuriyetçilerden çaldı” söylemine duyulan güçlü inancın şiddete dönüşmüş somut bir yansıması olduğunu söylemek mümkün. Bu inanç, o gün Kongreye baskın olmadan dışarıda normal bir protesto şeklinde olsaydı da var olmaya devam edecekti.

Trump’ın “seçimlerde hile var” söylemine baskın darbesi

3 Kasım’daki tartışmalı başkanlık seçimlerinin ardından ortaya çıkan tabloda, her ne kadar Trump mahkemeler nezdinde istediğini bulamasa da kendisine oy vermiş 75 milyon seçmenin çok büyük kısmının vicdanında haklı ve mağdur bir başkan olarak yer edinmişti. Elbette Kongre baskını yaşandı diye bu haklılık ve mağduriyet bir anda ortadan kaybolacak değil, Cumhuriyetçi seçmenin büyük bölümü yine Trump’ın arkasında duracaktır. Fakat Amerikan siyasi tarihi açısından Kongre baskını öylesine kalıcı bir iz bıraktı ki, bu baskın “Demokles’in kılıcı” gibi Trump’ın üzerinde uzun süre sallanacaktır. Amerikalıların temel inançlarından biri olan “her şeyin bir bedeli vardır” ilkesinin Trump’a ne getireceğini zaman gösterecek; fakat Kongre baskını heyulasının, seçimlerde hile söylemindeki meşruiyet zeminini önemli ölçüde zayıflattığını vurgulamak gerekiyor.

Şimdi ne olacak?

Kuşkusuz 7 Ocak’tan itibaren Washington’ın gündemi Trump’ın azil süreci ile Anayasa’nın 25. ek maddesi yoluyla görevden alınıp alınamayacağı etrafında şekilleniyor. Başkanın görevini yerine getiremeyeceğine kabinesinin ikna olması durumunda Anayasa’nın 25. ek maddesini devreye sokarak başkanı görevden almaya yönelik sürecin Mike Pence’in gündeminde olmadığı açık. Demokratlar için geriye kalan tek seçenek, Trump’ın azil sürecini başlatmak. Nitekim 13 Ocak Çarşamba günü Temsilciler Meclisi Genel Kurulu'nda yapılması planlanan oylama ile Trump’a yönelik “ABD hükümetine karşı kasten şiddete teşvik” şeklindeki azil maddesi kabul edilecek ve Trump, “ABD tarihinde iki kez azil istemiyle suçlanan” ilk başkan olarak kayıtlara geçecek. (Bu yazı yayımlandığında muhtemelen söz konusu oylama yapılmış ve Trump’a yönelik azil maddesi kabul edilmiş olacak.) 

Ancak Temsilciler Meclisi'nin Trump’a suçlama yöneltmesi madalyonun bir yüzü; diğer yüzünde ise henüz tarihi belirsiz olan bir Senato yargı süreci bulunuyor. 20 Ocak’tan sonraki bir tarihte Senato, Temsilciler Meclisi'nin Trump’a yönelttiği suçlamayı ele alacak ve oturumların sonunda bir oylama yapacak. Bu oylamada Trump’ın suçlu bulunabilmesi için Senatonun 3’te 2’sinin evet oyu vermesi gerekiyor ki bunun çok düşük bir olasılık olduğu herkesin kabul ettiği bir durum (Olur da Trump suçlu bulunursa bir daha başkan adayı olamıyor). ABD yasalarına göre Trump’a yönelik bu oylamanın ardından “Trump’ın bundan sonra herhangi bir federal pozisyonda görev yapıp yapamayacağına” yönelik de bir oylama yapılabilir. Bu ikinci oylamada ise salt çoğunluk yeterli oluyor ve son seçimlerin ardından Senatoda çoğunluğu ele geçiren Demokratların, Trump’ın siyasi hayatını bitirme şansları olabilecektir.

Amerika toparlanabilecek mi?

Son dönemde “Amerika Bölünmüş Devletleri” şeklinde de kodlanan siyasi ve toplumsal bölünmüşlüğün kısa vadede esaslı bir çözümü gözükmüyor. “Amerika’yı yeniden birleştirmek” gibi oldukça zor bir misyonla başkanlık koltuğuna oturmaya hazırlanan Biden’ı, birbirinden 180 derece farklı yerlerde duran geniş toplum kesimlerini nasıl yakınlaştıracağı sorusu bekliyor. Bir tarafta giderek sağa kayan Cumhuriyetçi seçmen, öte yanda giderek sola kayan daha genç Demokrat seçmen. Belki de Biden, her iki kanadın da ortasında duran ılımlı kitleleri hedef olarak belirleyip “ne yapsam kârdır” diye de düşünebilir. Ancak günün sonunda Trump siyasi arenada olsun veya olmasın, ABD’deki siyasal ayrışmayı azaltabilecek sihirli formüller üretecek siyaset imkânı ciddi şekilde azalmış durumda.

Trump’ın bir şekilde imkanını bulması ve siyasi hayatına devam etmesi durumunda 2024 seçimleri için şimdiden bahisler açılabilir. Bu senaryoda Trump’ın arkasında birleştirdiği güçlü Cumhuriyetçi muhafazakâr tabanın önemli kısmını muhafaza edeceğini söylemek için birçok neden var. Bu durumda “Trumpizm” denen siyasal olgunun varlığını güçlü şekilde devam ettirmesi de mümkün olacaktır. Ancak ister kişisel tercihi, isterse hukuk zoruyla olsun Trump’ın siyasi hayatına nokta koyması durumunda Trump’a fazlasıyla inanmış ve güvenmiş seçmenlerin nereye gidecekleri sorusu, Cumhuriyetçi Parti’nin doğru analiz etmesi gereken önemli bir soru olacaktır. Bu soruya verilecek cevaplar hem Cumhuriyetçilerin hem de Cumhuriyetçi Parti’nin geleceğini doğrudan etkileyebilir. Dolayısıyla 20 Ocak’tan sonraki en önemli siyaset sorusu Trump’ın siyasete devam edip etmeyeceği ya da edip edemeyeceği olacaktır.

ABD’nin yeni bir toplum sözleşmesine ihtiyacı olduğu açık; ancak bu sözleşmeye herkes kendi maddelerini eklemek ve diğerlerinin maddelerini elemek istiyor. Bu siyasi şartlar altında yakın vadede toplumsal bir uzlaşma ufukta gözükmüyor. Trump’a 2016’da seçim kazandıran ve bu seçimlerde 75 milyon oy getiren ekonomik, siyasi ve toplumsal sebeplerin iyi anlaşılmaması durumunda Biden döneminde ABD yönetiminin tek yapacağı şey, Demokratları memnun etmek olacaktır.

HAKAN ÇOPUR

1981 yılında İstanbul’da doğdu. Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler ve Halkla İlişkiler bölümlerinden mezun oldu. Marmara Üniversitesinde Uluslararası İlişkiler yüksek lisansını yaptı. Bazı düşünce kuruluşlarında Türk dış politikası üzerine çalıştıktan sonra 5 yıl kamuda görev yaptı. 2015 yılından girdiği Anadolu Ajansı'nda 2018’den bu yana AA Amerika Haberleri Editörü olarak görevine devam ediyor. Evli ve 3 çocuk babasıdır.