×
ABD

ANALİZ

20 Yıl Sonra: 11 Eylül Amerika’yı Nasıl Değiştirdi?

Amerika Birleşik Devletleri'nin son yirmi yıldır yürüttüğü savaşlar - Amerikan tarihinin en uzun savaşları - tüm Amerikan toplumunu derinden etkiledi.
11 EYLÜL saldırıları ABD için travmatikti. Saldırılara karşı korku, kibir eşliğinde verilen siyasi ve askeri tepki, ABD dış politikasında “yeni muhafazakar” anın temellerini attı. 11 Eylül, ABD'de genel olarak parti siyaseti ve toplum için de önemli sonuç ve değişimlere yol açtı.

ABD dış politikası: Yeni muhafazakarların yükselişi ve düşüşü

11 Eylül saldırıları, Amerikan dış politikasında yeni muhafazakar anı başlattı. Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından gelen on yıllık stratejik kargaşadan sonra, 11 Eylül ABD'ye yeniden bir düşman bahşetti. Yeni muhafazakarlar, Soğuk Savaş sonrası tek kutuplu çağda ABD dış politikası için yeni bir doktrin ve bir hedef geliştirdi. O dönemde bir planı olan sadece onlardı. Bu plan, Amerikan askeri gücünün dünyaya salıverilmesine yol açtı. ABD askeri çabaları önce Taliban'ı cezalandırmayı ve Afganistan'daki El Kaide kalelerini dağıtmayı amaçladı. Ancak daha büyük bir amaç, yeni bir dünya düzeni yaratmak için tek kutuplu andan yararlanmaktı.

Samuel Huntington'ın "Üçüncü Dalga" ve demokratik barış teorisinden esinlenen yeni muhafazakar ideoloji, terörizmi destekleyen ve Kitle İmha Silahlarına sahip olan rejimlerle savaşmak için gerekirse zorla “demokratik geçişi” destekledi. George W. Bush bu devletlerden "şer ekseni" olarak söz etti. Yeni muhafazakarların ulus inşasına olan inançlarının kibri ve dünyayı yanlış anlamalarının tümü, George Bush'un kıdemli danışmanı Karl Rove'un 2002’deki şu ifadelerinde özetleniyordu: "Artık bir imparatorluğuz ve harekete geçtiğimizde kendi gerçekliğimizi yaratıyoruz." Paradoksal olarak, Amerika merkezli dünya düzeninin çöküşünü hızlandıran şey, tam da bu yeni muhafazakar görüş ve ABD üstünlüğüne olan inançtı.

Bir başka paradoks, 2000 yılındaki başkanlık yarışında George W. Bush'un birçokları tarafından izolasyoncu bir isim olarak görülmesinde yatıyordu. İzolasyoncular Cumhuriyetçi Parti’de önemli ilerlemeler kaydediyorlardı. Ancak 11 Eylül saldırıları onları kenara itti. Diğer iki dış politika akımı, yeni muhafazakar müdahaleciler ve milliyetçi "Jacksoncılar" arasındaki ittifak, partinin dış politika ideolojisine hakim oldu. Huntington'ın "Medeniyetler Çatışması" tezi, Bush yönetiminin bu milliyetçileri nasıl bir araya getirebildiğini anlamaya yardımcı oluyor: 11 Eylül akşamı George Bush, "Teröre karşı Savaş" ilan etti. Bu terim tuttu ve güç kullanımı için Kongre yetkisini haklı çıkarmak için kullanıldı. Bush yönetimi, belirli bir örgüte karşı bu belirsiz savaşı ilan etmek için ulusun derin şok durumundan yararlandı. "Teröre karşı Savaş"ı kazanmak imkansızdı ve tanımı gereği asla bitmeyecekti. Bugün, yeni muhafazakarlar Cumhuriyetçi Parti tarafından marjinalleştirildi. Birçoğu partiden uzaklaştı. Donald Trump, şu anda müdahalecilik karşıtlığı (izolasyonculuktan çok)  ve asker yanlısı yurtseverliğin bir kombinasyonuna dayalı Cumhuriyetçi dış politikadaki bu değişimi simgeliyor.

Geçen ay dramatik bir şekilde sona eren Afganistan'daki yirmi yıllık savaş, etkin ve tutarlı bir dış politika geliştirme konusunda giderek güç kaybeden bir Amerikan siyasi sisteminin altını çiziyor. Dolayısıyla ABD dış politikasındaki başarısızlıklar, Amerikan siyasetinde daha büyük bir krizi ortaya koyuyor. Bu durum, otokratik rejimlerin demokratik rejimlerden daha üstün olduğu yönündeki Çin (ve Rus) anlatılarını pekiştirdiği için daha da endişe verici.

İç politika: Kutuplaşmayı silahlandırmak

11 Eylül saldırılarının Amerikan siyasi parti sistemi üzerindeki etkisi hayli önemli. 1990'lar Amerikan kültür savaşlarının zirvesini işaret ediyor gibiydi: Amerika Birleşik Devletleri, Soğuk Savaş'tan galip çıkmasına rağmen, kürtaj, silahlar ve hatta Clinton'lar gibi iç çekişmeler yüzünden kötürümleşti. 2000 başkanlık seçimlerinin sonucu, Amerikan ulusundaki derin bölünmenin bir yansımasıydı. Seçim sonuçları, 36 gün sonra Yüksek Mahkeme tarafından karara bağlandı. Senato her iki parti arasında eşit olarak bölündü.

11 Eylül saldırılarını kısa bir [ulusal] birlik dönemi izledi. Birkaç kısa hafta için George Bush'un destek oranları %90'a kadar yükseldi. Ama bu kısa sürdü. Saldırılar, dış politikayı da içine alan siyasi kutuplaşmayı güçlendirdi. Siyasi muhalifler düşman ve hain olarak görülüyordu. Saldırılardan birkaç ay sonra, Cumhuriyetçi stratejist Karl Rove, 2002 ara seçimlerinde ulusal güvenlik meselesinin Demokratlara karşı kullanılmasını tavsiye etti. Cumhuriyetçiler, medeniyetin saldırı altında olduğunu savunarak Demokratlardan gelen her türlü dış politika eleştirisine tepki gösterdi. Bu eleştiriler, Vatanseverlik Yasası ve Ebu Gureyb hapishanesine ilişkin veya CIA'nın "kara sitelerini", "gelişmiş sorgulama tekniklerini" ifşa eden gazetecilerin vatana ihanetle suçlanmasına ilişkin eleştirilerdi.

George Bush'un göreceli ihtiyatlılığına rağmen, Cumhuriyetçi retorik son derece kindardı. Politikacılar ve uzmanlar, bir dini savaştan, radikal İslam'a karşı bir haçlı seferinden söz ettiler. Başka herhangi bir formülasyon, bir zayıflık işareti olarak görülüyordu. Bu süre zarfında, siyasi şiddet önce sözlü olarak ama hemen ardından fiziksel olarak büyüdü.

Artan kutuplaşma, medya ortamındaki dönüşümden ayrı düşünülemez. Fox News, Cumhuriyetçi Parti’nin iyi bağlantıları olan ve etkili bir üyesi olan Roger Ailes tarafından 1995 yılında kuruldu. Son 25 yılda kanal, Cumhuriyetçiler üzerindeki etkisinin katlanarak arttığını gördü. Parti ideolojisinde ve hatta adayların seçiminde Cumhuriyetçi Ulusal Komite'den daha etkili olduğu söylenebilir. 2016'da Amerikalı siyaset bilimciler Theda Skocpol ve Vanessa Williamson, Çay Partisi üzerine bir kitap yazdı. İki yazar orada Fox News'in gücünü ve etkisini, Bush ve yeni muhafazakarların siyaset dışına itilmesinin ardından oluşan ideolojik boşluğa bağladı. Fox News'in siyasi yorumcularının Cumhuriyetçi seçmenler arasında aklın sesi haline geldiğini savundu. Diğer muhafazakar medya kuruluşları tarafından da yankılanan bu önemli çıkış, ana akım kamuoyu tartışmalarının yeniden şekillenmesine yardımcı oldu. Yıldız sunucular Bill O'Reilly, Rush Limbaugh, Glenn Beck ve Tucker Carlson'ın retoriği, 11 Eylül tarafından pekiştirilen eski komplo teorileriyle beslendi. Komplo teorileri TV reytinglerini yükselttiğinden, bu sunucular hem komplo teorilerine sırtlarını yasladılar hem de bunların büyümesine yardımcı oldular. Barack Obama'nın göreve başlamasının arifesinde Fox News, Obama'nın seçilmesinin "kurucu babaların vizyonuna ihanet" olduğu fikrine dayanan yeni bir şov için Glenn Beck'i işe aldı. Bu, Çay Partisi'nin başlangıcına ilham veren bir duruştu. Cumhuriyetçi Parti üzerindeki bu kurumsal etki, Trump'ın seçilmesini mümkün kılan faktörlerden biridir.

Toplum: Kutuplaşmadan siyasi şiddete

11 Eylül saldırılarını izleyen iki savaş, ABD'nin toplumsal iklimi, ulusal kimlik algıları ve Amerika'nın dünyayla, özellikle de göçmenlikle olan ilişkisi üzerinde önemli bir etki oluşturdu. Savaşlar ayrıca 2000'lerin başında polisin militarizasyonuna yol açtı. Obama'nın zaferi, Çay Partisi'nin doğuşu ve Donald Trump'ın seçilmesiyle daha da kötüleşen gergin toplumsal ortamda polis şiddeti için [onu besleyen ve yaygınlaştıran] önemli sonuçlar doğurdu. En nihayetinde Irak ve Afganistan'daki savaşlar, iç siyasi şiddeti de körükledi. Yeni milisler doğdu. Bunların artan büyüklükleri ve etkileri, 6 Ocak 2021'de Capitol saldırısına yol açtı. Nihayetinde, Amerika Birleşik Devletleri'nin son yirmi yılda yürüttüğü savaşlar - Amerikan tarihinin en uzun savaşları - tüm nüfusu etkiledi. Milyonlarca gazi ya yaralanmış ya da travma geçirmiş olarak Amerika Birleşik Devletleri'ne döndü.

Yine de Obama başkanlığından bu yana terörle mücadelede kullanılan "hafif ayak izleri" [yumuşak işgal] yaklaşımı, kendi adlarına yürütülmesine rağmen, savaşı çoğu Amerikalı için görünmez kıldı. 15 Ağustos'ta Kabil'in düşmesinden bu yana, Afganistan'daki durum, önceki on yılın tamamında olduğundan çok daha fazla gündemde kaldı. Washington Post'un askeri komutanların yalanlarını, Kongre ve Beyaz Saray'daki politikacıların savaşa ilgisizliğini ortaya koyan araştırma dizisi Afganistan Belgeleri'nin yayınlanma süresinden bile daha fazla.

2000'lerin sonunda ortaya çıkan yeni milisler, özellikle Irak ve Afganistan'dan dönen yüz binlerce askerin oluşturduğu havuzdan savaş gazilerinin üye olarak alınmasıyla büyüdü. Bu gazilerin çoğu toplum tarafından görmezden gelindiğini hissetti ve yeniden bütünleşmek için mücadele etti. Birçoğu da yıkıcı opioid [uyuşturucu] kullanımının kurbanı oldu. 2011'de Pew Araştırma Merkezi tarafından yapılan bir anket, Irak ve Afganistan gazilerinin yarısından fazlasının savaşların boşuna olduğunu düşündüğünü ortaya koydu. Son Amerikan birliklerinin Afganistan'dan ayrılmasının ardından yaptığı konuşmada Başkan Biden, her gün 18 gazinin canına kıydığına ilişkin sarsıcı gerçeğe işaret etti. Komplo teorilerine saplanan milisler tarafından körüklenen siyasi şiddet, son on yılda sürekli olarak yükselişte. Siyasi şiddet, 2019'da, Oklahoma City bombalamasının yaşandığı 1995 rekorunu geride bıraktı. 2020'de FBI, ülke içi terörizmi ülkeye yönelik birincil iç tehdit olarak nitelendirdi.

Amerika için yeni meydan okumalar

11 Eylül saldırılarının üzerinden 20 yıl geçti ve Birleşik Devletler çok daha milliyetçi bir ülke haline geldi (Demokratik versiyona göre "yurtsever"). ABD’nin özellikle Çin bağlamında, geleceğin zorluklarıyla doğrudan yüzleşme vizyonu olsa da öncelikle dünya üzerindeki hegemon konumunun nispeten zayıfladığı gerçeğiyle mücadele etmesi gerekiyor.

Wilsoncu uluslararası liberalizm dönemi sona erdi. Geriye ekonomik ve ticari kaygıların hakim olduğu bir dış politika vizyonu kalıyor. Ayaklanmayla mücadele ve ulus inşası dönemi de sona erdi. Ancak Obama tarzı terörle mücadele (Donald Rumsfeld tarafından geliştirilen "hafif ayak izleri" yaklaşımı), “ufuk ötesi” gibi yeni bir adla da olsa varlığını sürdürüyor.

ABD bugün iki yönlü bir meydan okumayla karşı karşıya. Bir yandan uluslararası sahnede, Biden yönetiminin ABD müttefiklerini bir araya toparlarken Çin meselesinin karmaşıklığını hesaba katan bir strateji geliştirmesi gerekiyor. Diğer yandan içeride, Amerikan toplumu sosyal uyum ve barışa giden bir yol bulmak zorunda. Bu zorlukların her ikisi de birbiriyle doğrudan bağlantılı. Zira her ikisi de aralarında 11 Eylül saldırılarının mirasını barındırıyor.


Bu yazı, Institut Montaigne’ın sayfasında, 10 Eylül 2021 tarihinde “2001 - 2021: How September 11 Changed the United States” başlığıyla yayımlandı. Çeviride editoryal düzenleme yapılmıştır.