×
LATİN AMERİKA

ANALİZ

Haiti ve Küba Krizi: Biden Etkisi mi?

Biden yönetimi, Karayip adalarında Trump hükümetinden farksız bir tempoda, ABD politikalarını ‘insan hakları”, “özgürlük”, “demokrasi ve “hukuk” söylemiyle daha yumuşak bir şekilde yürütmeye çalışıyor.
KARAYİP ADA ülkeleri Haiti ve Küba’da temmuz ayı içerisinde yaşanan iki siyasi olay, dünya gündeminin de ilk sırasında yer aldı. Önce Haiti Cumhurbaşkanı Moise, 7 Temmuz 2021 tarihinde evinde 12 kurşun ve gözünün oyulması sonucu öldürüldü. Sonra Küba'da 11 Temmuz'da nadir yapılan hükümet karşıtı gösterilerde insanlar gıda, ilaç sıkıntısı, zamları ve komünist politikaları protesto etti.

Her iki ada ülkesinde yaşanan gelişmelerde ABD’nin önemli bir etkisi görülüyor. Haiti medyası, Moise suikastinde, İspanyolca ve İngilizce konuşan saldırganların, hoparlörden kendilerini "Amerika Birleşik Devletleri Uyuşturucuyla Mücadele Dairesi (DEA) ajanları" olarak tanıttığını iddia etti. Haiti Polisi, 26 Kolombiyalı ve 2 Haiti asıllı ABD vatandaşı toplam 28 kişinin suikaste katıldığını ve 17 kişinin de gözaltına alındığını açıkladı.

Haiti, Moise’nin suikastle öldürülmesi sonucu ciddi bir krizle karşı karşıya kaldı. Haiti cumhurbaşkanına yapılan bu suikast ülkede muhtemelen işleri daha da kötüleştirecek. Bunun için şimdiden geçici Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile ilgili siyasi çekişmeler başladı bile…

Bu bağlamda Haiti’nin Washington’daki büyükelçisi, ABD’den ülkedeki güvenlik ve yönetim boşluğu nedeniyle ‘asker talebinde’ bulundu. Ayrıca ABD düzeni sağlamak, doğal gaz boru hatları, büyük limanlar ve önemli altyapıları korumak için adaya asker gönderebilir.

1804'te Fransa'dan bağımsızlığını kazanmasından bu yana Haiti, 1915'teki ABD işgalinden 1934'e kadar bir dizi dış müdahale ve işgale uğradı.  2004'ten 2017'ye kadar adada bulunan BM askerleri yüzünden ölümcül bir kolera salgını ve çocuk cinsel istismarı dalgasına yenik düştü.  

Şimdiye kadar Geçici Başbakan Joseph'in asker taleplerini reddeden ABD'li yetkililer, ‘asker göndermem’ de demiyor. Sadece dünyanın gözü Haiti ve Küba’nın üzerindeyken Moise suikastinin faili olarak anılmasına yol açacağı için asker göndermeyi ‘şimdilik’ kabul etmiyor. 

Küba'da da on yıllar sonra en büyük protesto patlak verdi. Küba genelinde binlerce gösterici, temel ihtiyaç maddeleri için (gıda ve medikal ihtiyaçlar dahil) sokaklara çıktı. Küba Devrimi'nden bu yana 60 yıldır devam eden ambargo Küba’yı perişan etti. Nitekim bugün gerçekleşen gösterilerin arka planında; ABD ekonomik ambargosunun yarattığı temel ihtiyaç malzemesinden makine ve teçhizata kadar gereksinimlerin karşılanamaması yatıyor.

Binlerce Kübalı, başkent Havana ve ülke çapındaki diğer şehirlerde kitlesel gösterilere katıldı. Daha önce Maleconazo'da olduğu gibi, mevcut protesto dalgası da yıllarca süren ekonomik zorluklardan kaynaklanıyor.

Başkentin güneybatısındaki San Antonio de los Baños belediyesinde protestolar başladı. Buradaki videolar sosyal medyada dolaşırken gösteriler, Havana, Santiago de Cuba, Santa Clara, Matanzas, Cienfuegos ve Holguín gibi ülkenin büyük şehirlerinin yanı sıra Palma Soriano gibi çok sayıda küçük kasaba dahil hızla başka yerlere yayıldı.

Bazı protestocular “özgürlük” ve “kahrolsun diktatörlük” gibi sloganlar atarken, diğerleri artan açlığa ve gıda kıtlığına dikkat çekti. Delta varyantı alevlenirken COVID-19 aşıları ve tıbbi malzeme talep etti. Protestocular ayrıca, dolara erişimi olanların ithal ürünleri şişirilmiş fiyatlarla satın alabildiği, eşitsizliğin sembolü olarak bilinen ve nefret edilen “dolar dükkanlarını” da yağmaladı.

Küba şu anda 1990'ların (Küba’nın birincil ticaret ortağı olan Sovyetler Birliği'nin çöküşüne kadar) “Özel Dönem” olarak adlandırılan döneminden bu yana en şiddetli ekonomik krizle karşı karşıya. ABD ticaret ambargosu ve dövizi kısmayı amaçlayan diğer uluslararası yaptırımlar, temel malların kıtlığına ve açlığın artmasına katkıda bulunurken, COVID-19 pandemisinin uluslararası turizm üzerindeki etkisi Küba'nın komünist hükümetini hayati bir döviz kaynağından mahrum etti.

Batıdaki San Antonio de los Baños kasabasında ve güneydoğudaki Palma Soriano kentinde başlayan gösteriler, başlangıçta yüzlerce kişiyi içeriyordu. Ancak hızla arttı ve ülke geneline yayıldı. Sosyal medya üzerinden protesto haberleri ve videoları paylaşıldı. 

Küba'da internet, cep telefonu bağlantısında ciddi aksamalar ve kesintiler söz konusu. WhatsApp ve Facebook gibi sosyal medya ve mesajlaşma platformlarına erişim, gösterilerin daha fazla yayılmasını durdurmak için kesintiye uğruyor. 

Protestoları bastırmak için üniformalı ve sivil giyimli güvenlik personeli konuşlandırıldı. Başkan Miguel Diaz-Canel ülkenin tüm devrimcileri ve komünistlerini sokaklara çıkmaya ve hükümet karşıtı göstericilere karşı mücadeleye çağırdı.

Protestocular, bağımsız gazeteciler, aktivistler ve hatta popüler bir YouTuber dahil çok sayıda sayıda insan tutuklandı ve gözaltına alındı; Uluslararası Af Örgütü'ne göre, en az 140 Kübalı'nın gözaltına alındığına veya kaybolduğuna inanılıyor.

Diaz-Canel, bazı protestocuların gıda kıtlığı ve elektrik kesintileri konusunda meşru endişeleri olduğunu kabul etse de Trump dönemi ABD yaptırımlarını suçladı. Başkan Diaz, ulusal televizyonda yayınlanan konuşmada, gösterilerin Küba Komünist Partisi’ni “parçalamayı” ve nihayetinde devirmeyi amaçlayan ABD tarafından tasarlanmış bir “yumuşak darbeyi” temsil ettiğini söyledi. Protestocuları, ABD tarafından satın alınan paralı askerler olmakla suçladı. 

Küba'da tek partili komünist yönetimin siyasi muhalefete karşı sergilediği tarihsel hoşgörüsüzlük göz önüne alındığında, protesto hareketinin hızlı büyümesi ve yayılması biraz şaşırtıcı oldu. 

Protestolara yanıt veren ABD Başkanı Joe Biden, Küba makamlarını, vatandaşların “özgürlük çağrısını” duymaya ve “barışçıl protesto haklarına ve kendi geleceklerini özgürce belirleme haklarına” saygı duymaya çağırdı. Kübalı protestocular, Miami ve Tampa'da dayanışma mitingleri düzenleyerek, bir deniz filosu kurup adadaki göstericilere yardım sağlamak istediğini açıkladı. Protestolar, Güney Florida'daki Küba-Amerikan sürgün topluluğundan da destek aldı.

Ancak Amerika Birleşik Devletleri Sahil Güvenlik birimi, Kübalı Amerikalı aktivistleri denize açılma planlarından vazgeçmeleri konusunda uyardı. Florida boğazındaki “Florida'dan Küba'ya izinsiz gemi kalkışları da dahil olmak üzere” herhangi bir yasa dışı faaliyete izin vermeyeceklerini açıkladı. 

Protestocular arasında çok fazla kafa karışıklığı olsa da çoğunlukla işçi ve gençlerin giderek daha dayanılmaz hale gelen yaşam koşulları ve boğucu siyasi baskı altında sokaklara indiği görülüyor. Esas itibariyle Küba protestolarının motivasyonları, Kolombiya'da çok daha vahşi bir şekilde bastırılan ancak ABD medyasının çok az bir kısmına dikkat çektiği uzun süreli kitle gösterilerine benziyor.

Venezüela'dan gelen petrol sübvansiyonlarının düşmesi nedeniyle zaten zor günler yaşayan Küba, kendi için derin bir krizde. Ekonomik koşullar, COVID-19 salgını uluslararası turizmin buharlaşmasına ve hatta şeker hasadını etkilemesine neden olduğu için daha da kötüleşti. Ekonomi, yüzde 11 küçülerek 1908'den bu yana en büyük daralmayı yaşadı.

Döviz gelirlerindeki düşüşün bir sonucu olarak adaya yapılan ithalat yüzde 40 düştü; bu da yaygın kıtlığa ve temel ihtiyaç malları elde etmek için saatlerce süren günlük kuyruklara karşı yaygın bir öfkeye yol açtı.

Ayrıca, Delta varyantı yüzünden günlük ölümlerin hızla arttığı ve sağlık sisteminin neredeyse çöktüğü pandemiye karşı hükümetin tepkisi konusunda da artan bir öfke var.

Başkan Diaz-Canel, "Sanki tüm dünyada pandemi salgınları yokmuş gibi, Küba-Amerikan mafyası sosyal ağlarda influencer'lara ve YouTuber'lara çok iyi para ödeyerek koca bir kampanya yarattı ve ülke çapında gösteri çağrısı yaptı” dedi. Protestoların ardından Diaz-Canel, hükümete destek için “Devrimcileri sokağa” çağrısında bulundu ve “Mücadele emri verildi” ve belki daha da vahimi, “Her şeyi yapmaya hazırız” dedi.

Buna karşın ABD Dışişleri Bakan Vekili Julie Chung'da bir tweet attı: “Küba'daki 'mücadele’ çağrılarından derin endişe duyuyoruz. Küba halkının barışçıl toplanma hakkının yanındayız. Sakin olmaya çağırıyoruz ve her türlü şiddeti kınıyoruz” dedi.

Miami Belediye Başkanı Francis Suarez, “Küba halkını kan gölünden korumak için” ABD’nin askeri müdahalede bulunması çağrısını dile getirirken Biden yönetimi, Küba hükümetini Küba halkının “barışçıl protesto hakkına ve sağcılığa saygı duymaya” çağıran bir açıklama yayınladı. 

Haiti’de Başkan Jovenel Moise otoriterleşti ve yozlaşmıştı; siyasi rakiplerine karşı şiddet uygulamak için çetelerle birlikte çalıştı ve siyasi sistemi manipüle etti. Bunların hiçbiri, onun geçen ay Haiti'de öldürülmesini haklı kılmıyor. Ancak Moise'nin başkan olarak eylemleri, nasıl bu kadar çok siyasi düşman biriktirdiğini ve ölümünden sonra Haiti'nin şu anda karşılaştığı sorunları açıklıyor.

Haiti'nin önümüzdeki aylardaki en büyük sorunu, halkının isteklerini etkin yönetişime dönüştürmek olacak. Ülkede kendi çıkarları için rekabet eden çok fazla politikacı ve güç simsarı var ve çok azı, daha geniş nüfusu temsil etmeye veya ülkenin zorluklarını çözmeye talip.

Moise suikastının arkasında bu elitlerden bir veya birkaçının olması muhtemel ve diğerleri o gittiğine göre kendi arasında rekabet edecek. Koronavirüs, adam kaçırma, açlık ve ekonomik fırsatların olmaması gibi pek çok zorluk var ve bu zorlukların tümü ülkedeki siyasi liderlikle bağlantılı.

Bu nedenle, hiçbir ülke, Haiti'ye bir çözüm dayatabileceğine inanmıyor. Ancak sağlık, güvenlik ve ekonomik konularda teknik yardım sağlamak mümkün olabilir. Fakat en nihayetinde, Haiti halkının sorunları, kendi çıkarlarını düşünen Haiti elitleri ve uluslararası toplum tarafından bir siyasi dayatma olmaksızın temsili ve kapsayıcı yerel kurumlar tarafından çözülmelidir. 

Ayrıca ABD’li Washington Post gazetesi, 7 Temmuz suikastının ardından, Haiti yoksul nüfusunu "anarşiden" kurtarmak bahanesiyle Karayip adası Haiti'ye yeni bir ABD askeri müdahale için sürekli yayına başladı.

Gazete, Biden yönetiminin Eylül ayında yapılması planlanan seçimler için baskı yaptığına, ülkenin yeni başbakanı Ariel Henry'nin uzun süredir Washington'un destekçisi olduğuna ve Dışişleri Bakanlığı'nın doğrudan müdahalesinin bir sonucu olarak 20 Temmuz'da göreve geldiğine dikkat çekiyor.

ABD birlikleri 1994, 2004 ve 2010'da Haiti'ye müdahale etti. Aristide'yi deviren ve onu bir ABD askeri jetiyle Afrika'ya götüren 2004 müdahalesinden sonra, ABD birliklerinin yerini MINUSTAH olarak bilinen Birleşmiş Milletler barış gücü aldı. BM gücü, 2017 yılına kadar Haiti'de kaldı ve geride yabancı birliklerden Haiti toplumuna yayılan ve tahmini 10.000 Haitili'yi öldüren bir kolera salgını bıraktı.

Haiti ilk kez 1915'ten başlayarak ABD Deniz Piyadeleri tarafından işgal edildi. Başkan Woodrow Wilson'ın Haiti'ye asker gönderme bahanesiyle, ABD Deniz Piyadeleri yaklaşık 20 yıl Haiti’de kaldı; milliyetçi bir isyanı vahşice bastırdı ve ülkeyi 30 yıl daha yöneten ABD destekli Duvalier diktatörlüğünün temelini oluşturan baskıcı Garde d'Haiti'yi empoze etti.

Moise'nin korumasını sağlayan güvenlik görevlilerinin tek bir üyesi bile suikastte en ufak bir çizik almadı. Kolombiyalı paralı askerlerin Moise'nin sadece polis tarafından korunan bir yoldan ulaşılabilen villasına nasıl erişebildiğine dair sorular gündeme geldi. Dahası, Kolombiyalılar’ın çoğu, suikasttan sonra, herhangi bir direniş ya da ülkeyi terk etmek için görünür bir plan olmaksızın otellerinde toplandı. Bu bağlamda Başbakan ve Özel koruma müdürü olağan şüpheli oldu.

Haiti'deki mevcut siyasi kriz “ABD'de yapıldı”. ABD'nin ülkenin siyasi yaşamına doğrudan müdahalesi yoluyla yozlaşmış ve sağcı hükümetler kuruldu. Moise suikastinde şimdiye kadar ortaya çıkan kanıtlar, Washington'un parmak izlerinde saklı. Cinayeti gerçekleştirdikleri iddia edilen Kolombiyalı paralı askerler, ABD tarafından eğitilmiş seçkin bir özel kuvvetler birliğindendi. Paralı askerlerle çalışmakla suçlanan bir Haitili, DEA ve FBI'ın önemli bir Haitili "varlığı"ydı. Bu bağlamda Kolombiyalıları işe almak ve onların Haiti'ye uçuşlarını ayarlamakla suçlanan ABD merkezli güvenlik yüklenicisi, Güney Florida siyasi çevrelerinde iyi biliniyor ve Kolombiya sınırında Venezuela'ya karşı CIA tarafından düzenlenen provokasyonlarda rol oynadı.

Bu siyasi dinamikler göz önüne alındığında, ‘uluslararası toplumun pasif tepkisi’ daha da şaşırtıcı. AB (özellikle Fransa) ve Kanada'nın yanı sıra ABD Kongre liderleri ve Biden yönetimi Haiti'ye müdahale etme konusunda ‘şimdilik’ bariz isteksiz. Çünkü gelecek yılın başlarında bir seçim var. ABD bu kaotik dönemin görünür faili olmak istemiyor. Ancak benzer ama filli olarak farklı aksiyonların geliştiği Küba’da ABD güçlü bir tepki veriyor. Özellikle uluslararası medya desteğiyle Küba komünist hükümeti üzerine bir baskı oluşturuldu bile.

Son tahlilde Biden yönetimi, Trump hükümetinden farksız bir tempoda, ABD politikalarını ‘insan hakları”, “özgürlük”, “demokrasi ve “hukuk” söylemiyle daha yumuşak bir şekilde yürütmeye çalışıyor.

HÜSAMETTİN ASLAN

Lisansını Kamu Yönetimi, yüksek lisansını Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler, doktorasını da Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler alanında ihtisas etmektedir. Çalışma alanı Latin Amerika, Ortadoğu ve Kuzey Afrika alanlarıdır. Prof. Dr. Mim Kemal Öke danışmanlığında yazmış olduğu “Brezilya’nın anatomisi ve Lula da Silva ile R.T. Erdoğan hükümetlerinin karşılaştırılması” tezi, Sosyal Bilimler Tez yarışmasında 1. olmuştur. Bir süre Sao Paulo Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak çalıştı. 2016-2017 yılları arasında Brezilya’da Yunus Emre Enstitüsü Sao Paulo müdürü olarak görev yaptı. Milat, Ortadoğu gazeteleri ve Gerçek Hayat dergisinde yüzlerce makale yayımladı. Halen İndependent Türkçe ve Gazete Damga’da köşe yazıları yayımlanmakta; TV ve Radyo programlarında aktüel siyaset ve dış politika konularında görüş beyan etmektedir.